15.08.2023
Türkiye’nin gündeminden düşmeyen, hemen hemen her konuda fetva niteliğinde görüş beyan eden, kamuoyunda devasa bütçesiyle sık sık eleştirilen Diyanet İşleri Başkanlığı, Kobani davasına müdahil olma girişimiyle ve Cuma çıkışıyla yeniden gündemi işgal etti.
Mevcut iktidarın icraatlarına meşruiyet kazandırmak için DİB tüm iletişim araçlarını adeta seferber ediyor. İktidarın tasarladığı toplumsal değişime ivme kazandırmak amacıyla hutbeler ve vaazlar bu doğrultuda düzenleniyor. Kurumun Cumhuriyet tarihinde belki de hiç olmadığı kadar siyaseten araçsallaştırıldığını görüyoruz.
DİB Başkanı Ali Erbaş’ın her gün bir siyasetçi gibi sahnede olması ve bir politik figür gibi iktidarın dilini kullanması, siyasal iktidara lojistik destek sunmak için çırpınması, başında bulunduğu kuruma ve din adamlarına güveni sarsmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin dini ve adli alanlarda hizmet veren Şeyhülislamlık makamının yerine 3 Mart 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı ihdas edildi. DİB yasasında, İlahiyat Fakültesinin kurulması, medreselerin tedrisatına son verilerek İmam Hatip okullarının açılması hususları da yer alıyordu.
Yasanın çıkmasının ardından hem ilahiyat fakültesi açıldı hem de 24 adet İmam Hatip Okulu açıldı.
1931’de önce İmam Hatip Okulları, üç yıl sonra da İlahiyat Fakültesi (öğrenci olmadığı) gerekçesiyle kapatıldı. Böylelikle 1948 yılına kadar din eğitimi alanında ciddi bir boşluk oluştu.
1931 yılı Bütçe Kanunu’nda bütün cami ve mescitlerin idaresi ve görevleri Evkaf Umum Müdürlüğü’ne devredildi. DİB, işlevsiz hale getirildi. Bu olay 1947 CHP kurultayında tartışma konusu yapıldı.
30 Nisan 1950’de eski bir din alimi olan Prof. Şemsettin Günaltay’ın başbakanlığı döneminde cami ve mescitlerin yönetimi yeniden DİB’na verildi. Daha sonra DİB, 1961 Anayasası’nda anayasal bir kuruluş haline getirildi.
DİB mevzuatında başkanlığın temel görevleri üç ana başlıkta sıralanmıştır: İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek.
Diyanet, devlet kurumu olduğu için her dönemde siyasal iktidarın taleplerine maruz kaldı. İktidarlar Diyanet’i genellikle emirlerindeki bir “bürokratik kuruluş” olarak gördü. Çoğunlukla her iktidar değişiminde kendilerine yakın kişilikler başkan olarak atandı.
Adalet Partili bir bakanın 1965 yılında Diyanet İşleri Başkanı Merhum İbrahim Elmalı hakkında “tapu kadastro müdüründen ne farkı var” sözü, anlamlı bir itiraftı.
Zira eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in veda konuşmasında sarf ettiği şu sözler yapısal bir soruna işaret niteliğindeydi: “Bu köklü müessesenin salt bürokratik bir kurum mu, yoksa ilmiyeyi de temsil eden, dini-manevi hayatımızı sevk ve idare eden bir müessese mi olacağı artık kesin bir şekilde karar verilmelidir”
Mehmet Görmez’den bu yana geçen süre zarfında bu temenninin gerçekleşmediğini, tam aksi istikamette yol aldığını müşahede ediyoruz.
Diyanet’in özerk bir yapıya dönüştürülerek siyasetin etki alanından çıkartılması beklenirken maalesef siyasal iktidarın arka bahçesi haline getirildi.
Kimi zaman camilerde parti toplantılarının düzenlendiğine dahi şahit olduk. Berat gecesi Diyanet görevlisi bir vaiz, Altılı Masa’dan bahsederek “bunlar ziyandadır” diye konuşabiliyor. “Bunlar ziyandadır” ifadesi, Allah’a küfredenler ile alakalı ayetten alınmıştır. Altılı Masa için söylenmiş olması siyasal bir çarpıtmadır. İktidarın ajandasında bulunan konuları gündeme taşıyarak, hutbe konusu yaparak daha büyük tartışmalara kapı aralanmaktadır. Ankara Melike Hatun Camii İmamı, muhalefeti açıkça hedef tahtasına koyabilmekte, hatta bir parti lideriyle polemiğe girmekten imtina etmemektedir.
İktidar partisinin din işleri şubesi haline getirilen Diyanet bu tarz siyasal söylemlerle iktidara yaranma güdüsüyle hareket etmekte. Bu siyasi söylemlerden Diyanet çevrelerinin rahatsız olduğu bilinmektedir.
2014 yılında IŞİD’ın Kobani’yi istila girişimini ve soykırım tehdidine karşın hükümetin sessiz kalmasını protesto etmek için HDP MYK’sının Ekim 2014 tarihinde Twitter üzerinden yaptığı çağrı, gösterilerin dalga dalga büyümesini sağladı. Gösteriler barışçıl bir şekilde devam ederken işin içine karanlık eller girdi ve olaylarda çoğunluğu HDP’li olmak üzere Hüda-Par’lı ve güvenlik görevlisi toplam 52 kişi katledildi. 2015 seçimleri yaklaşırken çözüm süreci fiilen sonlandırıldı. Türkiye bambaşka bir rotaya girdi.
Olaylardan altı yıl sonra Kobani davası açıldı. 2020 yılında açılan Kobani davasında savcı 14 Nisan 2023 tarihinde son mütalaasını verdi.
Gerek HDP’ye yönelik açılan kapatma davası, gerekse Kobani davasının siyasi davalar olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu iki davada da siyasal iktidarın beklentisi doğrultusunda ve seçim takvimine paralel bir seyir izlendiği görülüyor. Muhtemelen bu iki dava da 2024 yerel seçimlerinden önce sonuçlandırılmış olacak. Kobani davasının aynı zamanda HDP’yi kapatmak için uygun bir zemin oluşturmaya yönelik olduğu da açık.
IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırısı sonrasında yaşanan 6-7 Ekim 2014 olayları nedeniyle, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ başta olmak üzere 18’i tutuklu toplam 108 siyasetçi yargılanmaktadır.
Bu iki dava da 2013-2015 çözüm sürecinin bitirilmesi sonrası izlenen güvenlikçi politikaların ürünüdür.
Diyanet İşleri Başkanlığı, HDP’lilerin “dini değerleri temelden sarstığı” gerekçesiyle Kobani davasına müdahil olarak katılma talebinde bulunmuş. Siyasi bir davaya müdahil olmak istemiş. Kobani olaylarından 9 yıl, ilk soruşturmadan 8 yıl, ilk duruşmadan da 2 yıl sonra. Nereden icap etti mütalaa aşamasında müdahil olmak?
Baskın Oran 10 Ağustos 2023 tarihli artı gerçek’teki “İslami konularda Diyanet’le hasbihal” başlıklı yazısında DİB’in anayasa aykırı hareket ettiğini iddia ediyor.
Anayasa Md.136: “Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir” der.
DİB, bu taleple “siyasi bir aktör olarak toplumsal alanda sahne almaya “ soyunmuş durumda. Bir nevi açılan davaya meşruiyet sağlama çabası içine girmiş. Bu aynı zamanda siyaset yapma ve siyasi bir davanın yargılama sürecine müdahil olma talebidir.
Verdiği dilekçede, gösteriler sırasında cami ve benzeri kurumların zarar gördüğünü öne sürüyor. Ancak neyin kim tarafından ve nasıl zarar gördüğü belirtilmiyor.
Dilekçede “savcılık mütalaasına katılıyoruz” deniliyor. Adeta savcılığın talep ettiği mütalaanın hüküm haline gelmesini savunarak mahkeme üzerinde “dinsel” bir baskı sunuyor.
Din birleştirici, toplayıcı özelliğe sahipken siyaset ayrıştırır, ötekileştirir. Dinin siyasetle iç içe geçmesi siyaset kurumuna bir getiri sağlayabilir ancak din zarar görür, yara alır. Bugün Orta Doğu’da yaşanan çatışmaların temelinde dinsel ve mezhepsel aidiyetlerin ideoloji haline getirilip araçsallaştırılması yatmaktadır. Bundan en çok imtina etmesi gereken kurum DİB’tir.
Sonuç olarak İslam tarihinde genellikle dini otorite, siyasi otoriteye tabi oldu; bağımsız dini bir kurum inşa edilemedi.
Osmanlı’da da Şeyhülislamlar padişahın arzuları doğrultusunda fetva vermekteydiler. Siyasi iradenin atamasıyla geldikleri için, azledilmeyi göze almadan bağımsız karar alamazlardı.
AK Parti iktidarına kadar dindar çevreler tarafında eleştirilen, hatta kaldırılması talep edilen Diyanet, bugün ise iktidar çevresi dışında kalan toplumun tüm kesimleri tarafından eleştiri konusu yapılmaktadır.