23.03.2024
Birinci Cihan Harbinden sonra İngiliz manda yönetimine giren Irak 1932’de bağımsızlığını kazandı. 1958’deki Abdülkerim Kasım darbesine kadar İngiltere himayesinde krallıkla yönetildi. Abdülkerim Kasım döneminde hazırlanan anayasada Kürtler birtakım kazanımlar elde etti. Kasım yönetimi 1963’te Albay Abdülselam Arif tarafından devrildi. 1969’da Saddam Hüseyin, Baas yönetimini ele geçirdi ve 1979’da resmen ülkenin lideri oldu.
Dönemin Irak Devlet Başkanı Yardımcısı Saddam Hüseyin Erbil’e giderek (Mustafa Barzani Saddam’ın ayağına gitmeyi reddediyor) Mustafa Barzani ile masaya oturdu. Müzakereler sonucunda 11 Mart 1970 yılında Irak Devlet Başkanı Ahmet Hasan el-Bekir ile Mustafa Barzani arasında nüfus sayımıyla Kürtlerin çoğunlukta olduğu üç vilayet (Erbil, Duhok ve Süleymaniye) ve ilçelerini kapsayan bir özerklik antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, aynı zamanda Kürtlerin hükümette yer almasını da kapsıyordu. Kürtlere beş bakanlık ve başbakan yardımcılığı verildi. Kürtler Erbil’de kurulacak bir parlamento tarafından yönetilecekti. Özerklik Antlaşması, Irak Kürt çatışmasını çözmeye yönelik önemli bir girişimdi. Kürtler Irak hükümeti nezdinde ilk kez tanınıyordu.
Buna rağmen Saddam, aynı dönemde petrol zengini Kerkük ve Hanekin bölgelerinde bir Araplaştırma programı başlattı. Mustafa Barzani bunu karşı çıktı ve 1974’te yeniden Irak-Kürt savaşı patlak verdi. Bu savaş, 6 Mart 1975 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in girişimiyle İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ile Saddam Hüseyin arasında imzalanan Cezayir Antlaşmasıyla Kürtlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Saddam ile anlaşan Şah, Kürtlere desteğini çekti ve onları yüzüstü bıraktı.
Cezayir Antlaşmasından birkaç gün sonra, 100 bine yakın sivil ve peşmerge, İran’a gitmek üzere Irak’tan ayrılmak zorunda kaldı. Kürt ayaklanması şimdilik askıya alınmıştı.
Dönemin iki Kürt lideri olan İbrahim Ahmet ve damadı Celal Talabani ise taraftarlarıyla birlikte Suriye’ye geçtiler. Yenilgiyi hazmedememişlerdi. İlk fırsatta geri dönüp dağları mesken edindiler.
İran’da 1979 yılında Ayetullah Humeyni liderliğinde gerçekleşen İslam Devrimini fırsat bilen Saddam, Cezayir Antlaşmasını iptal ederek İran’ın güneyindeki Arapların çoğunlukta olduğu Abadan ve Hürremşehr kentlerini işgal etti. Bu arada Batı dünyası, İran İslam Cumhuriyetine karşı Saddam’a her türlü desteği veriyordu. Sekiz yıl süren savaşta iki taraftan bir milyon kişi yaşamını yitirirken 1,5 milyon insan da yaralandı.
Humeyni’nin karşısına kurtarıcı olarak yetenekli bir despot, ülkesini evcilleştirip büyük bir hapishaneye dönüştüren acımasız bir gardiyan olan üçüncü dünya diktatörü Saddam çıkartıldı.
İran’ın Orta Doğu’da büyümesini engellediğini düşünen Saddam, işleyeceği her türlü vahşetin Batı tarafından sessizce karşılanacağını biliyordu.
Tam da öyle oldu. Saddam bir yandan İran’la savaşırken diğer yandan Kürtlerle de savaşıyordu. KDP ve KYB’nin “Kürdistani Cephe” adı altında birleşmesi ve Süleymaniye’yi kontrol altına almaya başlaması Saddam’ı zor durumda bıraktı. Bu arada Kürtler İran’dan siyasi, askeri ve ekonomik destek alıyorlardı.
Ve Kürtlere karşı kaybedeceğini gören Saddam, kuzeni Kimyasal Ali lakaplı Ali Hasan el Macit’i Kürd bölgesinden sorumlu komutan olarak atadı ve Kürtleri zehirleme görevi verildi. Kimyasal Ali, Enfal operasyonu kapsamında acımasızca 16 Mart 1988’de tüm dünyanın gözü önünde Halepçe’de kimyasal silah kullanarak katliam yaptı. Bu kimyasal bombalar beş binden fazla insanın hayatını kaybetmesine, yedi binden fazla insanın da yaralanmasına neden oldu.
Ölüm; çaresiz, eli kolu bağlı Halepçe halkının üzerine kara bir bulut gibi çöktü. Üst üste yığılmış cesetler, çürümüş insan bedenleri, yaşamını yitirmiş çocuklar ile adeta bir ölüm tarlasına dönüşmüştü Halepçe. Modern dünya tarihine Nagazaki ve Hiroşima’dan sonra 20. yüzyılın en büyük kimyasal katliam olarak kaydedildi.
Zalim bir diktatörle eli kolu bağlı bir şekilde karşı karşıya bırakılan Kürtler tekrardan komşu ülkelere sığınmak için yollara düştü. Artık onları zorlu bir yaşam bekliyordu. Bir kısmı aileleriyle birlikte Türkiye’ye sığındı. Kürt kelimesini kullanmamak amacıyla belirgin bir aşağılama vurgusuyla bunlara “peşmerge” denildi.
Halepçe’de önce insanlar öldü, sonra insanlık.
Tüm insanlık sessiz ve tepkisiz kaldı. Saddam’ın gerçekleştirdiği soykırım görmezden gelindi. Bu vahşeti kınayan bir ülke çıkmadı; bu yüzden 16 Mart 1988 tarihi, insanlık tarihi için bir utanç günüdür.
İlginçtir, Halepçe katliamının dünya gündemine girmesi, Saddam’ın 2 Ağustos 1990 yılında Orta Doğu petrolünün en önemli kaynaklarından biri olan Kuveyt’i işgal girişimiyle gerçekleşti. Halepçe katliamı yeni olmuş gibi bir anda dünyanın gündemine oturdu. Kürtlerin celladı Saddam artık Batı için bir tehditti. Saddam’ın Kürtlere zarar vermemesi için de katliamdan üç yıl sonra İngiltere ve ABD, Kuzey Irak üzerinde uçuş yasağı ilan etti.
Halepçe katliamını görmezden gelen sadece Batılı devletler değildi. Katliamdan üç gün sonra Kuveyt’te toplanan İslam İşbirliği Örgütünün 53 üyesi Halepçe katliamını gündemine almadığı gibi kınamadı bile. Türkiye’yi temsilen Kenan Evren’in katıldığı toplantıda ağırlıklı olarak Bulgaristan’da yaşayan Türklerin asimilasyonunu engelleyecek kararlar üzerinde duruldu.
Katliamdan dünyayı haberdar eden Sabah Gazetesi Muhabiri Ramazan Öztürk’ün katliam haberi ve fotoğrafları yalnızca çalıştığı gazete olan Sabah Gazetesinde yer alabildi. Dünya Halepçe soykırımını Ramazan Öztürk’ten öğrendi.
Enfal operasyonu kapsamında işlenen katliamların soykırım olduğunu Irak (1 Mart 2010), federal Kürdistan bölge yönetimi, Norveç, İsveç ve İngiltere kabul etmiştir. En çok Kürdün yaşadığı ülke olan Türkiye ise 182 bin Kürdün katledildiği ve 4500 köyün yakılıp boşaltıldığı, binlerce insanın diri diri gömüldüğü, bir milyondan fazla kişinin mülteci durumuna düşürüldüğü Enfal hareketinin bir parçası olan Halepçe katliamını soykırım olarak tanımıyor.
Halepçe Kürtlerin hafızasında silinmeyecek bir yer edindi.
Enfal harekâtı, bir bütün olarak Orta Doğu coğrafyasını Kürtlerden arındırma projesi idi.
Günümüzde ismini Kur’an’ın Enfal suresinden alan operasyon, değişik şekillerde devam ediyor.
Halepçe’de yapılanın farklı bir tonu Kobani ve Şengal’de gerçekleşti. Aparat olarak IŞİD, Nusra ve ÖSO tedavüle sokuldu. Bu çeteler OrtaDoğu’da yalnızca devletsiz Kürtlere karşı savaşıyor ve Kürtleri sorun olarak gören devletlerce de destekleniyor. Irza geçme, tecavüz, talan ve yağmanın adını ganimet koyarak bu vahşiyane fiilleri gerçekleştiriyorlar.
Zulüm kılıcıyla yol almaya çalışanların sonu kullanılmış çöplük atıklarıdır. İnsanlık, saray sahibi tiranların, diktatörlerin işlediği zulümlerin, yaptığı barbarlıkların hesabını verdiklerine çokça tanıklık etmiştir. Her despot lider bir gün mutlaka insanlığa karşı işlediği suçların hesabını vermiştir.
İran-Irak savaşında ABD’nin tam desteğini alan Saddam, Kuveyt işgalinden sonra kullanım tarihi geçmiş bir çöp muamelesine tabi tutuldu.
ABD öncülüğündeki koalisyon, Kuveyt işgalini bahane ederek istikrar ve demokrasi getirme vaadiyle 2003 yılında Irak’ı işgal etti. 1258 yılında Moğollar tarafından yıkılan Bağdat bu kez ABD tarafından işgal edildi. ABD’nin asıl amacı Körfez’de kalıcı olarak kalmak ve petrol üzerinde doğrudan nüfuz sahibi olma isteğidir.
Saddam Hüseyin, Halepçe Katliamından ötürü Kürtlere karşı soykırım yaptığı suçlamasıyla yargılanırken, Düceyl davasında, insanlığa karşı işlenen mahkûm edildi ve 30 Aralık 2006’da asılarak idam edildi.
Kimyasal Ali lakaplı Macit ise Halepçe soykırımından suçlu bulunarak, 25 Ocak 2010 tarihinde infaz edildi. Macid’in idam kararının imzalandığı kalem ve asıldığı ip Halepçe’de müzede sergileniyor.
Maalesef bu coğrafyada Kürtlerin payına düşen katliam ve ölüm.