27.11.2021
“Geçmiş geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.” İbn-i Haldun
“Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikası artık resmi devlet politikasına dönüştü. Yüksek faizin yatırımlar, ekonomik büyüme ve enflasyonun üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğu varsayılıyor. Dolayısıyla faizlerin düşürülmesine yönelik atılan adımların enflasyonun düşmesine ve yatırımların artmasına neden olacağı iddia ediliyor.
Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak gündemi en çok meşgul eden konu, uygulanan yanlış politikalar sonucu kontrolden çıkan ve baş edilemeyen enflasyondur. Ekim ayı tüketici enflasyonu yüzde 20’ye yaklaşırken, üretici enflasyonu da yüzde 46’yı buldu ve makas 26 puanı aştı. Bu da önümüzdeki aylarda tüketici enflasyonunun daha da yükseleceği anlamına geliyor.
Enflasyona karşı tüm ülkelerin merkez bankaları politika faizlerini yükseltirken, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aldığı direktifle son üç ayda politika faizini 4 puan indirdi. Böylece yüzde 19 olan politika faizi, yüzde 15’e inmiş oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, faiz konusundaki malum “Ben bu görevde olduğum sürece faizle ve enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda nass ortada olduğu sürece sana bana ne oluyor?” şeklindeki açıklamasında faizin yasak olduğunu belirterek, “Faizi savunmakta ısrar edenlerle, kusura bakmasınlar, bu yolda birlikte yürümeyeceğiz.” dedi. Bu açıklamasından sonra Merkez Bankası faiz indirme kararı aldı.
‘Nass’dan kasıt, Kur’an ayetleridir ki, dördü Bakara suresinde olmak üzere toplam yedi ayette riba (faiz) yasaklanmıştır. Bakara suresi, son iki ayeti hariç, Mekke döneminde inen bir suredir. Bu da faizin İslam’ın ilk dönemlerinde yasaklandığını göstermektedir.
Cumhurbaşkanının faiz-nass yaklaşımı, kendi içinde ciddi sorunlar barındırmakta ve ciddi sorulara neden olmaktadır. Faiz’e nass sebebiyle karşıysanız, o zaman neden sıfırlamıyorsunuz? Faizin yüzde 16’sı nassa aykırı da yüzde 15’i nassa uygun mudur? Çoğu haram olan şeyin azı da haram değil midir?
Yatırımı teşvik amaçlı olarak düşürüldüğünü varsayarsak, yüzde 15 oranı hem çok yüksek hem de nassa göre haram. Ayrıca devlet neden faiz alacaklarından vazgeçmiyor veya sıfırlamıyor? Benzeri sorular çoğaltılabilir ve bunlar yerinde sorulardır. Aynı şekilde devlet her yıl yabancı tefecilere milyarlarca dolar faiz ödemektedir.
Nass, uygulanan yanlış ekonomik politikalara destek amaçlı olarak kullanılmamalı ve siyasete malzeme yapılmamalıdır. Zira bu yolla nasslar ehil olmayan kişiler tarafından da tartışılır hale gelir.
Bir insan bir nassın ortaya koyduğu bir ilke doğrultusunda kendi yaşamına yön verebilir. Ancak Türkiye’de mevcut cari hukuki ve siyasi rejim ve toplumsal yapı karşısında, tüm toplumu ilgilendiren hususlarda, bir uzlaşıya ihtiyaç vardır.
AK Parti, iktidarının ilk on yılında “liberal ekonomi” politikalarını uyguladı. Bu dönemde Türkiye büyüdü, zenginleşti, gelişti. Son on yılda ise “İslam ekonomisi”ni araçsallaştırıcı politikalar uyguladı. Oysaki İslam Biyolojisi, İslam Fiziği veya İslam Kimyası olmadığı gibi İslam Ekonomisi de yoktur. Ekonomi başlı başına kuralları olan bir bilim dalıdır. İslam, çeşitli araçlar kullanarak ekonomiye müdahale eder. Ancak tarihsel süreç içerisinde İslam ekonomisi’ne dair ciddi bir külliyatın oluştuğunu belirtmeliyiz.
- Yüzyıl Mekke’sindeki bir tefecilik türü olan ribanın Kur’an tarafından yasaklanmasından yola çıkarak, modern bankacılık sistemi, global ekonomik sorunlar ve faiz politikası anlaşılmaz.
Mevcut fıkıh anlayışına dayalı dini metinler 1400 yıl öncesinin problemi olan ribanın tam ne anlama geldiği hususunu çözememiştir, riba–faiz ilişkisinde bir uzlaşı sağlanamamıştır.
Bazı fıkıhçılar enflasyonun satın alma gücünde yarattığı aşınmanın telafi edilmesi, faiz yasağı kapsamına girmeyeceği şeklinde fetvalar vermiştir. Türkiye’de enflasyonun yüzde 20’lerde olduğu bir dönemde, bunun altındaki bir faiz oranı, alacaklıya zarar verir ki, Bakara suresi 279’nucu ayetin ortaya koyduğu “haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak” ilkesine de aykırıdır. Ayrıca Hanefi mezhebine mensup fıkıhçılar vadeli satışlardaki fiyat farkını meşru görmüşlerdir.
Osmanlı’daki para vakıfları faizle kredi verirlerdi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Şeyhülislam Çivizade Muhyiddin Efendi, bunun haram olduğuna padişahı ikna ediyor ve para vakıfları yasaklanıyor. Kredi ihtiyacının yaygın olduğu yerlerde, özellikle Rumeli’de ticaret çöktü. Her yerden şikayetlerin gelmesi üzerine Kanuni, Çivizade’nin yerine Ebussuud Efendi’yi Şeyhülislamlığa atadı. Ebussuud Efendi, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Anadolu ve Rumeli baş kadılarının da görüşünü alarak, para vakıflarının faizle kredi verebileceğine dair fetva verdi. Böylece ekonomik kriz aşılmış oldu. (Prof. Haşim Hamdi Okur, Para vakıfları bağlamında Osmanlı hukuk düzeni ve Ebussuud efendinin hukuk anlayışı üzerine bazı değerlendirmeler. Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı :7-8)
Bugünkü bankacılık sistemi ile küresel ekonomik sorunların çözümünü dini metinlerde bulamayız.
Alınan bu son kararlar bize gösterdi ki, ekonomi politikasında, kabul gören iktisat kuramlarının ve tarihsel deneyimlerin bilmediği bir yola girildi. Bu yoldan dönülür mü? Başka seçenekleri yok dönülecek.
Hatırlanacağı gibi, 2018 Ağustos ayında “Rahip Brunson” olayının etkisiyle döviz kurunda, ardından enflasyonda olağanüstü bir yükseliş olmuştu. Ve Eylül ayında Merkez Bankası beklenmedik bir faiz artışı yaptı. Politika faizi 650 baz puan artırıldı. Bunun üzerine döviz kuru, ardında da enflasyon inişe geçti. Bu yüksek faiz artışı Cumhurbaşkanının savunduğu “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” tezine ters düşmektedir.
Mevcut iktidarın amacı kredi faizlerini düşürüp yatırımları teşvik etmek ve istihdam yaratmaktır. Bu da mevduat faizinin düşürülmesine bağlıdır ki, bu da paranın dövize kaymasına neden olur, kur daha da yukarı çıkar. Bu enflasyonist dönemlerde mümkün olmamaktadır.
Mahfi Eğilmez’in vurguladığı gibi, “Kur yükselişi, ithal girdiler üzerinden giderek maliyetleri ve fiyat artışlarını tetikliyor ve sonuçta enflasyon da artıyor”. Ayrıca ihraç ürünlerinin yüzde 70’i ithalata dayanan hammadde ve ara mamullerden oluşmaktadır.
Faizler düşürülerek ekonomik çöküş önlenemez. Türkiye’nin önümüzdeki 12 ayda yüklü bir dış borç geri ödemesi varken Merkez Bankasının bu tavrını uzmanlar şaşkınlıkla izlemektedir.
Ekonomiyi çıkmaza sürükleyip sonradan kurtuluş savaşı retoriğine sığınmak, vatan millet edebiyatıyla bu akıl dışı fanteziyi dış güçlere havale etmenin halkta bir karşılık bulmadığı da ortada.
“Türkiye’yi denklem dışına itmek isteyenlerin kur, faiz ve fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunları görüyoruz” diyor Cumhurbaşkanı. Bizi denklem dışına itmek isteyenler ihracatımızın yüzde 70’ni yaptığımız ABD ve Avrupa mı?
Faiz her düşürüldüğünde doların değer kazanmasıyla Türk lirasının değer kaybettiği tecrübeyle sabit –ki ekonomi kuramı da bunu söylüyor-olduğu halde, bunu dış güçlere bağlamanın izahı yoktur.
Bu dış güçlerin 17 yılda 220 milyar dolar doğrudan yatırım yapmaları nasıl yorumlanacak?
Uygulanan politika başarı şansı olmayan ve ülkemizi bir laboratuvara çeviren irrasyonel bir deneyden ibarettir. Bir an evvel terk edilmesi gerekmektedir.
Bugün itibarıyla Türkiye, dünyanın en riskli üç ülkesinden biri konumunda bulunuyor, diğer ikisi Venezuela ve Arjantin.
Yine Mahfi Eğilmez’in söylediği gibi, “Türkiye’nin ihtiyacı olan şey faiz indirmek değil, yüksek enflasyonu çözmektir”.