25.05.2023
Günümüzde demokratik olmayan İslam dünyasında Firavun uygarlığının izlerine hâlâ rastlanmaktadır. “Doğu despotizmi” olarak bilinen tek adam rejimleri, karakterini korumaktadır. Seçimle veya güç kullanarak yönetim erkini ele geçirenler sınırsız bir güçle hareket etmekteler.
Öyle ki, bugün İslam dünyası “adil bir despot”a şükretmek durumundadır. İdeal bir yönetim olarak algılamaktadır. Henüz otoriteyi sınırlandırma ve denetleme olgusuyla tanışmamıştır.
Denetim ve yetki sınırlandırma mekanizmaları ancak demokrasilerde siyasetin konusu olmuştur.
Tarih boyunca Müslüman halklar ya biat ya da kılıç seçenekleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Tüm karşı çıkışlar fitne olarak yorumlandığı (fetva) için teslimiyet ruhu kök salmıştır. İktidarı ele geçirenler ya çeşitli seçim hileleriyle ölünceye dek iktidarda kalırlar ya da darbeyle devrilirler.
Bu ülkelerin çoğunda terör, savaş ve açlığın neden olduğu insanlık dramları yaşanmaktadır. İstikrarsız despot yönetimler, suçu daha çok sömürgeci ülkelere atmaktadırlar. Halklarına dış güçleri düşman olarak ezberletmişlerdir.
Ulema kesiminin demokrasi karşıtlığına yöneticiler çanak tutmuştur. Tarihteki iktidar savaşlarını da içtihat farklılığı olarak yorumlama ucuzluğuna kaçmışlardır. Hilafet ve İmamet tartışmalarını inanç boyutuna çıkartmışlardır. Despot da olsa yöneticilere biat ve itaati dini bir vecibe olarak sunmuşlardır.
Bu despotik yönetimlerden birisi de Sudan’dır.
Sudan, Afrika’nın yüzölçümü itibariyle üçüncü büyük ülkesi. Muazzam bir jeopolitik öneme sahip bir ülke ve yedi ülkeyle sınır komşusu. Mısır, Libya, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan, Etiyopya ve Eritre’yle komşu. Tüm bu ülkelerin özel güvenlik sorunları var.
Aynı zamanda Sudan Kızıldeniz’e yakın ve toprakları Nil boyunca uzanıyor.
1956 yılında bağımsızlığını kazanan Sudan, uzun süren iki büyük iç savaş yaşadı. Birinci iç savaş, 1956-1972 yılları arasında sürdü. Kısa bir sükûnet döneminden sonra 1983’te yeni bir iç savaş daha çıktı. Yaklaşık 20 yıl süren savaş sonrasında kurulan barış masasında anlaşmaya varıldı. Ocak 2005 yılında imzalanan barış antlaşmasında Hartum yönetimi ülkenin ikiye bölünme sürecini başlatan Güney Sudan için bağımsızlık referandumu kararını imzalamak zorunda kaldı. Buna mukabil ABD Sudan’ı terörist ülkeler listesinden çıkardı. Ocak 2011’de yapılan referandumdan bağımsızlık kararı çıktı. Güney Sudan, 9 Temmuz 2011’de kuzeyden resmen ayrıldı.
Sudan’ın bağımsızlığından itibaren çözülemeyen ve son yıllarda gittikçe artan bazı temel sorunlar var. Ortak kimlik inşasının gerçekleşmemesi, işleyen bir kamu düzeninin kurulamaması ve ekonomik sorunların aşılamaması gibi esaslı sorunlar halkı mutsuz etmekteydi.
Arap Baharı rüzgarından diğer tüm Arap halkları gibi Sudan halkı da etkilendi. Halk sokağa çıkarak 30 yıllık Beşir yönetimini protesto etti.
1989 yılında darbeyle iş başına gelen Ömer El Beşir 2019 yılında ordunun yönetime el koymasıyla devrildi. “Sudan Egemenlik Konseyi” iktidarı ele geçirdi. Başkanlığını General Abdulfettah Abdurrahman el- Burhan yapmaktadır. Darbeden bu yana de facto olarak yürütme erkinin başında bulunuyor. Başkan yardımcılığını ise Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Muhammed Dagalu (Hamadeti olarak bilinir) yapmaktadır.
Yıllarca Beşir’in yanında yer alan, 2013’te onun için göstericileri bastıran, 2019 isyanında önce kan döken Hamideti, Darfur’daki suçları nedeniyle kendisine dokunulmayan Genelkurmay Başkanı Burhan ile birlikte Beşir’i yarı yolda bırakıp yol verdiler. Burhan yeni dönemin lideri olurken suç ortağı Hamideti ise iki numaralı aktör olarak yerini sağlamlaştırdı.
Ekim 2021’de ordunun eski başbakan Abdullah Hamduk başkanlığındaki geçici hükümeti görevden alıp olağanüstü hal ilan etmesiyle dalgalanmalar yeni bir boyut kazandı.
Burhan ve Hamideti Konsey’de kalırken, sivil üyelerden biri hariç tümü değiştirildi.
Afrika Birliği, darbenin hemen ardından Sudan’ın üyeliğini askıya aldı. ABD ve Avrupa Birliği, Sudan’daki geçiş aşamasını desteklemek için söz verdikleri yüz milyonlarca dolarlık kalkınma yardımını dondurdu.
Hamideti, adını Darfur bölgesinde Arap olmayan yerel kabilelere karşı Beşir’in tetikçiliğini yapmak ve sivilleri katletmekle ve kadınlara tecavüz eden milisleriyle duyurdu.
Beşir’den sonra Hızlı Destek Kuvvetleri, çıkarılan bir yasayla ulusal güç statüsüne kavuşturuldu. Hamideti’nin Sudan’ın altın, demir ve çelik madenlerine sahip olması, onu askeri olarak yenilmez güç haline getirdi. ‘Kaçakçılık Çarı’ olarak da anılmaktadır.
Hamideti’nin asker sayısının 100 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunlar, aynı zamanda Yemen ve Libya’daki iç savaşlara müdahil olan paramiliter güçlerdir. Sudan’da ordunun dışında bulunan bu kadar kuvvetli bir askeri gücün istikrarsızlığa sebep olduğu düşünülmektedir ki, bugünkü tablonun asıl nedeni bu güçlerdir.
Sivil yönetime dönüş için yeniden belirlenen yol haritasına göre, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin orduya entegre edilmesi gerekmektedir. Hamidet, entegrasyonun 10 yıllık bir sürece yayılması gerektiğinde ısrar etmektedir. Zira gücünü kaybetme endişesi taşımaktadır.
İki generalden hangisinin liderlik edeceği tartışmaları anlaşmazlıkla sonuçlanınca çatışmalar başladı. Esasında bu, iki güçlü taraf arasında üstünlük için uzun süredir devam eden bir rekabetin sonucudur.
Ülkenin çeşitli noktalarına HDK güçleri tekrar konuşlandırılınca General Burhan’ın başında bulunduğu Sudan ordusu bunu bir tehdit olarak algıladı.
Birçok kişi, iki generalin de mevcut güçlerini kaybederlerse başlarına geleceklerden korktuğunu düşünüyor.
Sudan Komünist Partisi Dış İlişkiler Sekreteri Salih Mahmud, “Her iki güç de iktidarı sivil güçlere devretmemek için neden olarak kullanabilmek için silahlı çatışmayı tırmandırmakta ortak çıkarlara sahip” demesi bir gerçeğin ifadesidir.
Sudan’da barışçıl bir demokratik geçişin sağlıklı yürütülebilmesi için askeri harcamaların sivil denetime açılması, doğal kaynakların Sudan halkının kontrolüne devredilmesi gerekmektedir.
Türkiye Beşir’le 22 anlaşmaya imza attı. Sevakin adasının 99 yıllığına Türkiye’ye tahsis edilmesi, Kızıldeniz’de kendisine yer açacağı gerekçesiyle Suudi Arabistan ve Mısır’ı kızdırdı. Bu gelişme, Osmanlı’nın dönüşü olarak yorumlandı. Türkiye ise projeyi Osmanlı eserlerinin restore edilmesi ve hacca gidecek Türkler için Sevakin’in bir uğrak merkezine dönüştürülmesi olarak sunmuştu. Beşir’den sonra anlaşmalar belirsizliğe gömüldü.
Ankara’nın iki tarafa aynı mesafede durması, kardeş gözüyle bakması iç siyasete müdahil olmama adına olumludur. Hamideti’nin Hafter ve Wagner’le ilişkileri Türkiye’yi rahatsız etse de Erdoğan kaybedeceği ata oynamak istememektedir.