Faysal Mahmutoğlu Yazdı: “Giderlerse Gitsinler”

20.03.2022

Elli yaşını geçkin insanların ikinci adresi hastanelerdir. Çoğu kez endişeli girer, huzur içinde çıkarız. Kimseye anlatamadığımız sorunlarımızı, çekinmeden tüm detayına kadar hekimlerimize anlatırız. Şifa kapısıdır hastaneler. Şifa bulmamız için teşhisi koyan ve tedaviyi uygulayan da doktordur. Bunun içindir ki “Hekimlik Tanrı çıraklığıdır.” denilmiştir. Onurlu ve ağır sorumluluk gerektiren bir meslektir. Hastasının üzüntüsünü ve sevincini paylaşandır hekim.

Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü ordunun güçsüzlüğünden kaynaklandığını düşünen saray, çareyi Mühendishane, Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye okullarını açmakta buluyor.

İlk olarak 1773 yılında III. Mustafa tarafından Mühendishane-ı Bahr-i Hümayun mühendislik eğitimi vermek için askeri bir okul olarak kuruldu. Amacı güverte subayı ve gemi inşa subayı yetiştirmekti.

14 Mart 1827’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane II. Mahmut döneminde açıldı. Yeniçerilerin yerine “çağdaş ordu” olarak kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’ye hizmet edecek doktorların yetişmesini amaç ediniyordu. Okulun ilk öğrencileri yetenekli gençlerden seçiliyordu.

Daha sonra ise 1834 yılında II. Mahmut’un emriyle Mekteb-i Harbiye-i Şahane kuruldu.

Tarihsel süreç içerisinde tıbbiyelilerin hep özgürlük için mücadele ettiklerini görürüz. Özgürlük, bağımsızlık ve barış için mücadele etmek, şiddete ve savaşa karşı duruş sergilemek, hekimliğin temel karakteridir. Toplumsal bilinçlenmede öncü rol üstlenmişlerdir hep.

 Kurtuluş savaşında “Kuvayı Tıbbiye” olarak görev yaptılar.

1915 girişli Tıbbiyelilerin tamamı Çanakkale’de şehit düştü.

Birinci Dünya Savaşı’ndaki tüm cephelerde, hocasından öğrencisine kadar tüm Tıbbiyeliler görev aldılar. İngilizlerin İstanbul’u işgaline karşı ilk direnişi Tıbbiyeliler başlattı.

Mustafa Kemal Sivas Kongresine üç Tıbbiyelinin katılmasını ister ancak bir kişilik yol parası temin edilebildiği için yalnızca Savaştepe doğumlu 18 yaşındaki Bahri katılır.

16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile Samsun’a hareket eden Mustafa Kemal’e eşlik eden 22 kişilik kurmay heyetinde üç Tıbbiyeli vardır; Dr. Refik (Saydam), Dr. Behçet Adil (Feyzioğlu) ve Dr. İbrahim Tali (Öngören).

1980’de faşist cuntanın idamlarına karşı çıktılar ve başta Prof. Dr. Nusret Fişek olmak üzere Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyeleri yargılandılar.

Dün bu ülkenin hekimleri sıtma, tifo, humma, verem ile savaşta canlarını ortaya koydular.

Covid 19 sürecinde de canla başla mücadele ettiler; günlerce evlerinden, ailelerinden, çocuklarından uzak kaldılar. En ön cephede savaştılar.  213’ü doktor olmak üzere 512 sağlık çalışanı yaşamını yitirdi.

Sağlık merkezlerine en çok başvuran milletiz. Geçen yıl doktor başına düşen hasta sayısı 5635. OECD ülkeleri arasında doktor sayısı en az olan ülkeyiz. Toplam doktor sayısı 144 bin 827’dir. Bunun 86 bin kadarı Sağlık Bakanlığı kurumlarında, 30 bin kadarı Üniversitelerde ve 27 bin kadarı da özel sektörde çalışmaktadır. Türkiye’de 100 bin kişiye 181 doktor ancak düşmektedir.

Üyesi olduğumuz OECD ülkelerinin 100 bin kişiye düşen doktor sayısını yakalayabilmemiz için 130 bin doktora daha ihtiyaç varken haklı birtakım talepleri karşısında Cumhurbaşkanının “Giderlerse gitsinler” söylemi doğru bir yaklaşım değil. Kimseye söylenecek laf değil bu. Adeta “Komünistler Moskova’ya, Kürtler Kürdistan’a “söyleminin yeni bir versiyonu…

Sağlıkta şiddetin önlenmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi, nöbet saatleri, günlük bakılan hasta sayısının fazlalığı, hastaya fazla zaman ayırma gibi talepler gayet makul ve haklı talepler. Bütün bu talepler ortadayken sorunun salt maaşa indirgenmesi onur kırıcıdır. Kaldı ki, maalesef doktor maaşları bekçi ve temizlik işçilerinin maaşlarıyla birlikte anılmaktadır.

“Hak yok vazife vardır” anlayışı, modern demokrasilerde köhnemiş bir düşünce olarak kabul edilir. Çağdaş demokrasilerde devletin vatandaştan istemleri olabileceği gibi vatandaşın da devletten beklentileri olacaktır ve vatandaş bunu dillendirme hakkına sahiptir.

Çağımızda birey devlet için değil, devlet vatandaş için vardır.

Sağlık bakımından bizden çok daha iyi durumda olan Avrupa, Kanada ve ABD bizim kovmaya çalıştığımız doktorları halklarına daha iyi hizmet vermek için kapışıyorlar.

Son 6 yılda 4 bin 150 doktor kamudan ayrılmış.

Yeni mezun doktorlar eskiden TUS’a hazırlanırken, şimdi yurt dışına gidebilmek için dil kurslarına gidiyorlar.

Geçen yıl 1200 civarında doktor yurt dışına gitmiş. Çoğu da genç doktorlar.

“Bu hastaneleri inşa eden biziz. Bu doktorları okutan yetiştiren bu devlet değil mi?” söylemi, doktorları hedefe koyuyor, itibarsızlaştırıyor. Doktorların temel talepleri görmezden geliniyor. Kaldı ki, bu okullar halkın alın teriyle ödediği vergilerle inşa ediliyor. Doktorları da mühendisleri de iktisatçıları da okutan halktır.

Hekimlerin “Hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız” cevabı bu ülke için önemli bir kazanımdır. Zira bu coğrafya çok önemli hekimlere ev sahipliği yapmıştır.

Tıbbın babası kabul edilen İstanköylü Hipokrat bu coğrafyanın insanıdır.

Antik Roma’nın en önemli hekimlerinden Mevlana’nın “Ey bizim kibir ve azametimizin ilacı, ey bizim Eflatun’umuz” diye hitap ettiği Galen, Bergamalıdır.

Bu coğrafyadan; Çanakkale harbinde daha ağır yaralılar var diyerek, 16 yaşındaki yaralı oğluna ağrı kesici yapmayıp bir ağacın altına gönderen, sonradan işi hafifleyince oğlunun yanına geldiğinde oğlunun ölü bedeniyle karşılaşan “Affet oğlum, o senin hakkın değildi.” diyen Dr. Tarık Nusret geçti.

Hekimlik mesleği kısır siyasete malzeme yapılmayacak kadar şerefli bir meslektir.

Hekimler bu ülkenin gurur kaynağıdır, baş tacıdır. Tüm kalbimle hekimlerimizin yanındayım.

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.