Faysal Mahmutoğlu Yazdı: Hukuk Devleti

18.11.2023

İnsanlık feodal toplumdan günümüze değin birçok devlet aşamasından geçti.

Ortaçağda “polis devleti” geçerliydi, bilahare “kanun devleti” modeli uygulandı, 19. Yüzyılın başında ise “hukuk devleti” ile tanıştı.

İnsanoğlu bu sürece büyük bedeller ödeyerek ulaşmıştır.

Hukuk devletinin temel felsefesi, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvenceyle korunmasını ve güçlerin bir birbirini denetlemesini esas alan kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır.

Bu aynı zamanda demokrasinin de varoluşsal temel ilkesidir.

Demokrasinin temel ilkesi olan kuvvetler ayrılığının bilimsel temellerini Fransız düşünür Montesquieu atmıştır:

1748 yılında yayımlanan “Kanunların Ruhu Üzerine” adlı kitabında “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasi kuvveti elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanma eğiliminde olacaktır. Bu nedenle kuvvetin kuvveti denetlemesi gerekir” der.

Montesquieu Kanunların Ruhu Üzerine adlı eserine hukukun kaynağını sorgulamakla başlar.

İnsan doğası gereği sınırlı bir varlıktır, bu sınırlılığı onu hata yapmağa zorlar. Ne Tanrı’nın koyduğu kurallara ne de kendi koyduğu kurallara riayet etmekte istikrar gösterir. Duygu sahibi olarak insan, pek çok konuda kendisini aklını bir kenara bırakmış ve tutkularının peşinden giderken bulabilir.” Montesquieu, Tanrı’yı unutan insanın din kuralları aracılığıyla, kendini unutan insanın filozoflar aracılığıyla uyarıldığını belirtir. Kanun koyucu ise siyasi ve medeni kurallar ile ona görevlerini hatırlamaktadır.” Burada düzenin sağlanabilmesi için hukuka riayet etmenin zorunlu olduğunu belirtir.

Kuvvetler ayrılığının esas amacını özgürlüklerin korunması olduğunu belirten düşünür, siyasi erkin gücünün bölünmesi ile oluşan denge durumunun önemini vurgular.

Dini otoritenin zayıfladığı, soyluluğun eski gücünü yitirdiği bir zamanda kralın mutlak gücü, Montesquieu’yu tedirgin ve rahatsız etmiştir. Kuvvetler ayrılığı teorisiyle parlamento ile kralın gücünü sınırlandırmayı amaç edinir ki, bu teori günümüzde daha da önemli hale gelmiştir.

Aynı şekilde, parlamentonun yargısal denetime tabi olması gereğini vurgular ki, bu da ilk defa ABD’de gerçekleşmiştir. ABD yüksek mahkemesinin 1803 yılında, Marbury v. Madison davasında aldığı karar, yasaların yargısal denetiminin yolunu açmıştır.

ABD Yüksek Mahkeme Başkanı John Marshall’ın yazdığı kararda şöyle deniyordu: Her hukuk kuralı kendinden üstün bir hukuk kuralı karşısında gücünü kaybeder. Anayasa, kanunlardan üstün bir hukuk kuralıdır.

Avrupa’da anayasa mahkemelerinin kuruluşu ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşebilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya demokrasinin ortadan kaldırılıp Nazi ve Faşist yönetimlerin güç kazanmalarının simgesel örnekleridir.

Demokrasinin imkanlarını kullanarak iktidara gelen Hitler, 1933-1945 yılları arasında Nazi partisine dayalı olarak ülkeyi yönetti. Anayasaya aykırı kanunları meclisten geçirip uyguladı. Bir nevi kendince milli ve yerli yargıyı uyguluyordu.

Nazi Almanya’sının Adalet Müşaviri Hans Frank yargıçlara hitaben: “Vereceğiniz her kararda şunu söyleyin: Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu? Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur.” diyordu. Frank’a göre milli yargı, Nazi Almanya’sına göre karar vermekti.

Milliliğin ölçütü ise nasyonal (milli) sosyalist, yani Nazi olmaktı. Almanya’da milli yargının istinatgahı Hitler’di. Hitler kanundu. Kanun ve Führer’in iradesi aynı şeydi.

Nasyonal sosyalizm karşısında hukukun bağımsızlığı yoktu.

Vereceğiniz her kararda önce kendinize şu soruyu sorunuz: Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?

1934 yılında Yüksek Mahkemenin yetki alanına giren davalar, mahkemeden alınıp Nazi rejiminin korkunç aparatı olan “Halk Mahkemesi”ne devredildi. Nazilerin rejim karşıtı ilan ettiği komünistler ve Yahudiler bu mahkemede yargılandı. Ne kadar da tanıdık bir uygulama.

Kimi iktidar mensuplarının Anayasa Mahkemesinin Hatay milletvekili Can Atalay ile ilgili olarak verdiği kararı milli yargıdan yana olmamakla suçlamaları ve daha ileri giderek Anayasa Mahkemesinin kapatılması gereğine vurgu yapmaları doğal olarak Nazi Almanya’sının yargısını çağrıştırdı.

Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki kriz ile ilgili olarak Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu Cumhuriyetten İklim Öngel’e verdiği röportajdaki şu sözleri ufuk açıcıdır: “Anayasamıza göre her ikisi de yüksek mahkeme ama konumları farklı. Anayasayı yorumlama yetkisi AYM’nindir.  AYM’nin kararları diğer tüm organları, bu bağlamda yüksek mahkemeleri de bağlar. Kararların etkisi açısından üstün olan AYM’dir. Yargıtay, günlük yaşam ilişkilerini düzenleyen yasaları uygular. Burada görev alanları açısından bir çatışma yaşandı. Yargıtay görev alanına girmeyen, anayasanın yorumuna, siyasi hayatın işleyişine dair alana girerek AYM’nin yetkisine tecavüz etti.

Esasen Yargıtay alt derece mahkemelerinin kararlarını hukuka uygunluk yönünden denetler. AYM’nin kararlarını gündemine hiç alamaz. Hukukçuların ortak görüşüne göre Yargıtay’ın verdiği karar yok hükmündedir.

Türkiye’de hukukçuların kahir ekseriyeti Yargıtay’ın kararını hukuk devletini ortadan kaldıran bir Anayasayı delme girişimi olarak değerlendirmektedir.

Bu karar yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü bir kez daha gündeme getirdi.

“Yerli ve milli totaliter rejim inşasına matuf bir adım olarak yorumlandı.

Yürütmenin etkisinde olduğu kanaati oluştu ki, yargının yürütmenin etkisine girmesi, kuvvetler ayrılığının fiilen sona ermesi ve hukuk devletinin rafa kaldırılması demektir.

Nitekim yargı, uzunca bir süredir 33 yıldan beri yargısal egemenliğini kabul ettiği AİHM kararlarına da uymamaktadır. AİHM’in oluşturduğu insan hakları içtihatlarını kabul etmemektedir.

Türkiye insan hakları noktasında özellikle 2016’dan beri ciddi bir gerileme yaşamaktadır. Bu durum, AİHM’e giden dosya sayısından da anlaşılıyor. Şu an AİHM’e Türkiye’den gelmiş 30 binden fazla dosya bulunuyor. Türkiye, Mahkeme’ye en çok şikayet edilen ülke konumunda. Bu da adaletin zulüm aracı olarak kullanıldığı algısını oluşturuyor.

Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’nün 2023 yılı raporuna göre Türkiye Hukukun Üstünlüğü kategorisinde 173 ülke arasında 148. sırada. Avrupa’da ise Rusya’nın gerisinde. Türkiye raporda Avrupa’da “demokratik olmayan” dört ülkeden birisi olarak gösterildi. Türkiye’nin geçtiği tek ülke Belarus oldu.

Türkiye hukuk devleti hiç olmadı ama bu yönde özellikle Ak Parti’nin ilk dönemlerinde ciddi çaba sarf etti. Gelinen noktada hukuk devleti iddiasından uzaklaştığı gibi kanun devleti olmaktan da çıkmak üzere.

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.