Faysal Mahmutoğlu Yazdı: İfade Özgürlüğü ve Otoriterlik

12.02.2022

İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.” (Jean-Jacques Rousseau)

İnsanın diğer canlılardan ayırt edici özelliği, düşünmesi ve düşündüğünü ifade edebilmesidir. Düşünce ve ifade kavramları birbirini besleyen aynı zamanda birbirine bağımlı iki kavram.

İnsan önce soyut bir şekilde kafasında bazı düşünceleri canlandırır, bilahare bu düşünceleri dış dünyayla konuşarak veya sembollerle ifade eder.

Özgürlük ise herhangi bir etki altında kalmadan ve hiçbir baskı hissetmeden tercihte bulunabilmesi ve inisiyatif kullanarak yaşamına yön verebilmesidir. Kendi özgürlük alanı içinde düşünüp konuşabilme serbestisine sahip olmasıdır.

İfade özgürlüğü, bir düşünce, inanç ve davranışın açığa çıkartılması yanı dış dünyaya ifade edilmesi serbestiyetidir. İfade özgürlüğü, elbette insanın düşüncelerini açıklamama özgürlüğünü de içerir.

İfade özgürlüğü, düşünme özgürlüğünün bir sonraki adımıdır. Düşünce ancak ifade edilince bir değer kazanır.

İfade özgürlüğü sözle olabildiği gibi yazılı olarak da gerçekleşebilir. Örnek olarak; kitap, makale, sosyal medyayı kullanmak – ki, günümüzde en çok başvurulan yöntemdir – sanatsal faaliyette bulunmak vs. araçlarla yapılabilir.

İfade özgürlüğü günümüzde demokrasinin temel değerlerinden kabul edilir. Anayasalarla güvence altına alınmıştır. Bu anayasal düzenlemeler, kamu otoritesini kullananların keyfi müdahalelerini engellemeyi amaç edinmiştir.

İfade özgürlüğü demokrasinin temel taşıdır. Kamu otoritelerinin eleştirilmesi ancak ifade özgürlüğüyle mümkündür.

Eleştirinin ve ifade özgürlüğünün olmadığı yerde “ortak iyi”yi bulmak imkânsız olduğu gibi yönetimin iyi olarak dikte ettirdiği her hususu kabul etmek zorunluluğu demokratik toplum ilkesini ortadan kaldırır.

Çünkü böylece otorite, hakikatin ortaya çıkmasını engellemiş olur.

Meşveretin, istişarenin olmadığı tek adam rejimlerinde insanların yalnızca majestelerini alkışlama özgürlüğü vardır.

Olağanüstü yetkilerle donatılmış krallık ve imparatorluklarda devlet, adeta tek kişinin malı haline gelmektedir. Otorite (kral, imparator, lider) devletin tek sahibi gibi davranmakta, sahip olduğu devlet gücünü kullanarak keyfi uygulamalara imza atabilmektedir.

Tarihte Roma İmparatoru Caligula’nın Senato’yu aşağılamak amacıyla, bilinçli bir politik stratejiyle kişisel otoritesini gösterme adına atını senatör seçtirdiğini tarih kaydetmektedir.

Günümüzde de tek adam rejimlerinde yönetim erkinde eşleri, çocukları, damatları ve hatta şoförleri dahi görmekteyiz.

Gelişmiş demokrasiler yasama, yürütme ve yargıdan oluşan kurumlar ihdas ederek tek adamlığa geçit vermemektedirler.

Kötülüğün insan kılığına girmiş hali olan Trump bile demokratik güçlü kurumlar sayesinde yasalar çerçevesinde hareket etmek zorunda kaldı ve nihayetinde sistem dışına itildi.

İnsanoğlunun kadim yanılgılarından biri, bir insana güç verip, onu eleştiriden muaf ve denetim dışı bırakıp sonradan erdemli işler yapmasını beklemektir.

Tarih boyunca ifade özgürlüğü sorununun hiç değişmediğini görüyoruz. Otoriteye karşı düşüncesini açıklayan filozoflar, alimler, aydınların kimi canıyla bedel ödemiş, kimisi de hapishanelerde ömür tüketmiştir.

M.Ö. 4. asırda yaşamış antik Yunan filozofu Sokrates ‘Tanrıları inkâr ettiği ve gençleri toplumsal kurallara karşı kışkırttığı’ gerekçesiyle ölüme mahkûm edildi.

Roma Cumhuriyetinde Sezar’ın öldürülmesinden sonra tahta geçen Mark Antony, M.Ö 43 yılında cumhuriyet değerlerini savunan ve dinsel görüşleri açısından daima agnostik kalan Cicero’yu ‘devlet düşmanı’ ilan ederek öldürtmüş ve ‘konuşacak herkese ibret olması için’ dilini kestirmiştir. Dil koparma söylemi günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

M.S. 5. yüzyılda yaşamış İskenderiyeli kadın filozof, matematikçi ve astronom Hypatia, pagan olmasına karşın, İskenderiye’de ders verdiği okula Yahudi ve Hristiyan öğrencileri kabul ederek ‘Bizi birleştiren şeyler, ayrıştıranlardan daha fazladır’ dediği için Piskopos Cyril tarafından dinsiz diye hedef gösterilmiş ve Kıpti bir Hristiyan çetesi tarafından Caesareum adındaki kiliseye götürülüp vahşice öldürülmüştür.

Aynı şekilde, Galileo, “güneş dünyanın değil, dünya güneşin etrafında dönüyor” dediği için engizisyonda, “Tanrının sözünü yalanlıyor” iddiasıyla dini sapıklıkla yargılanmış ve ömür boyu ev hapsine mahkûm edilmiştir.

Vatikan’ın Engizisyon mahkemelerinde 50 bin civarında bilim insanı, düşünür ve aydın düşüncelerinden dolayı yargılanmış ve 1250’si idam edilmiştir.

Müslümanların tarihinde de benzer zulüm, işkence ve öldürme hadiseleri bolca yaşanmıştır.  “Yaşadıkları dönemlerde zındık, mülhid, mürted ve kafir yaftalarıyla sürgüne, işkenceye ve ölüme mahkûm edilen birçok şahsiyet, sonraki asırların en saygın ve değerli isimleri, bıraktıkları eserler ise çağa ışık tutan vazgeçilmez başvuru kaynağı olmuştur. Taberi, Razi, Ebu Hanife… herhalde en tipik örnekleridir.” (Müslümanların Engizisyonu, Mehmet Azimli)

Bütün bunlar, “Dinde zorlama yoktur” diyerek düşünce özgürlüğünü garantiye alan Kur’an’ın kesin hükmüne rağmen yapılıyor.

1559 yılında papalığın getirdiği ‘yasak kitap listesi’ uygulaması, 400 yıl sonra 1966 da kaldırılmıştır ki, bu kitaplar arasında Erasmus ve Machiavelli’nin eserleri de bulunmaktaydı.

2. Abdülhamit kitapları yasaklamakla yetinmemiş, yaktırmıştır. Yakılan kitaplar arasında Namık Kemal’in Osmanlı Tarihi, İntibah, Vatan yahut Silistre; Abdülhak Hamit Tarhan’ın Ölü, Nazife, Makber, halk edebiyatından Leyla Mecnun hikayesi, Aşık Ömer ve Köroğlu gibi kitaplar da bulunmaktadır. Selim Sabit Efendi’nin Tarih-i Osmani kitabı da yakılanlar arasındadır. Çemberlitaş Hamamı’nda 1902 yılının Mayıs ayında yakılan kitaplar 131 kalem ve toplam 29681 adettir. (II. Abdülhamit Döneminde Sansür, Fatmagül Demirel)

18. yüzyılda yaşamış Voltaire takma adıyla tanınan Fransız düşünür François Marie Arouet’in “Görüşlerinizi paylaşmıyorum ama onları savunabilmeniz için canımı vermeye hazırım” sözleri, ifade özgürlüğü mücadelesinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir.

Fransız ihtilalinin düşünsel altyapısını hazırlayan Jean-Jacques Rousseau’nun ifade özgürlüğünün serüvenindeki katkısı önemlidir.

Martin Luther’in ruhban sınıfı karşıtı “her mümin rahiptir” düşüncesi, eşitlik fikrini yeniden Avrupa’nın gündemine taşıdı.

  1. yüzyılda kurulan ABD, anayasal sistemine ‘vicdan özgürlüğü’ konseptini koyan ilk ülkedir.

1948 yılında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 18. maddesi,” Herkes, düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğüne sahiptir.” şeklinde yazıldı.

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.