Faysal Mahmutoğlu Yazdı: Kabil Bekçiliği

31.07.2021

1990’ların başında Pakistan’ın kuzeyiyle Afganistan’ın güney batısındaki sınır bölgesinde güçlenmeye başladı. Yıkıcı bir iç savaşla başa çıkmaya çalışan Afgan halkına yolsuzlukla mücadele ve güvenlik vaat ettiler. Etkileri hızla arttı. Zina yapanları ve cinayet işleyenleri meydanlarda infaz ettiler. Hırsızlık yapanların ellerini kestiler. Erkeklere sakal bırakmayı, kadınlara yüzü ve bedeni tamamen örten burka giymeyi zorunlu kıldılar. Sinema, televizyon, müziği ve satrancı yasaklayan örgüt, 10 yaşın üzerindeki kızların okula gitmesine izin vermezken, 11 vilayette 500’den fazla okul kapattılar.

24 Mayıs 1998 tarihinde 450 erkek sakallarını kestikleri için ve 110 kadın yeterince örtülü olmadığı için Taliban tarafından cezalandırıldı. 2001 yılında 6. Yüzyılda Bamyan Vadisi’nin denizden 2500 metre yüksekteki kayalık dağların içine oyulan Hint- Yunan stilindeki Buda heykelleri Taliban tarafından yok edildi.

Hatırlanacağı üzere, 11 Eylül 2001’de ABD’de düzenlenen saldırılarda 3 bin kişi yaşamını yitirdi. Saldırılardan El Kaide’nin lideri Usame Bin Ladin sorumlu tutuldu. O dönemde Afganistan’ı yöneten Taliban, onu teslim etmeyi reddetti. 11 Eylül’den yaklaşık bir ay sonra, ABD hem El Kaide’ye hem de Taliban’a yönelik hava saldırısı başlattı.

İki ay içerisinde Taliban rejimi çöktü ve savaşçıları Pakistan’a sığınmak zorunda kaldı. Fakat kaçmakla kalmadılar, saklandılar ve zamanla güçlendiler. Uyuşturucu ticareti, madencilik ve haraçla yıllık milyonlarca dolar gelire ulaştılar.

Esas adı “Afganistan İslam Emirliği” olan Taliban, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Suudi Arabistan tarafından resmen tanınıyor ve bu ülkelerden yüklü miktarda yardım gördüğü tahmin ediliyor.

2004’ten itibaren Afganistan’da ABD’nin desteklediği yönetimler iş başına geldi ancak Taliban da saldırılarına devam etti.

Bu çatışmalarda 2 bin 300 ABD askeri öldü, 20 binden fazlası yaralandı. Buna karşılık, Afgan kolluk kuvvetlerinden 60 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

2009’da BM hayatını kaybeden sivillerin sayısını düzenli bir şekilde tutmaya başladığından beri, çatışmalarda 111 bin sivilin öldüğü tesbit edildi. Bir araştırmaya göre Afganistan’daki savaşın ABD’li vergi mükelleflerine maliyeti 1 trilyon dolardır.

Şubat 2020’de ABD ve Taliban Katar’ın başkenti Doha’da “Afganistan’a barış getirmek için” anlaşmaya vardı. Anlaşmaya göre ABD ve NATO askerlerini çekecek, buna karşılık Taliban da kontrol ettiği bölgelerde El Kaide ve diğer radikal grupların faaliyet göstermelerine müsaade etmeyecektir, terörizme destek vermeyecektir. Burada kastedilen Batı hedeflerine yönelik bir saldırı girişiminde bulunmayacaktır. Esasen Taliban’ın ülke dışında Batı hedeflerine yönelik bir saldırısı olmamıştır. Kendi insanına yönelik girişebileceği katliamlar anlaşmaya dahil edilmemesi de ayrıca dikkat çekici.

Bu anlaşma IŞİD ve El Kaide’den hiçbir farkı olmayan Taliban’ı meşrulaştıran bir anlaşma. Taliban’ın fiili olarak ABD tarafında kayıt dışı olarak tanındığının da ispatıdır. Daha açık bir ifade ile El Kaide, IŞİD ve Taliban’ın kadınların konumu, Şiiler, Aleviler, gayrimüslimler ve heterodoks Müslümanlara bakışları aynıdır.

 

Bu anlaşma, aynı zamanda ülkenin yüzde 85’ini kontrol eden Taliban’ın yakın bir gelecekte Afganistan İslam Emirliğini ikinci kez ilan etme yolunu da açmış bulunuyor. Eşraf Gani hükümeti, 70 bin civarında olan savaşçı sayısı üç ay içinde 100 bini geçen Taliban’ın başkent Kabil’e doğru ilerlemesine karşı koyamayacak gibi görünüyor.

Trump ajandasını açıklarken 350 bin kişilik Afgan ordusunun Taliban’la baş edecek güçte olduğunu, Taliban’ın hava gücünün de olmadığını açıklamıştı. Ancak ABD askerlerini çekmeye başlar başlamaz 350 binlik ordunun 30 bini evine döndü ve İran üzerinden Türkiye yolunda ilerliyor, 30 bini de hemen Taliban saflarına geçti.

Siyasal iktidar, ABD ve NATO’nun çekildiği Afganistan’da Kabil Havaalanının yönetimini devralmak için her yolu deniyor. Türkiye’nin neden böyle bir yola girdiğinin kamuoyunu ikna edici bir açıklaması henüz yok. Bir yandan, Türkiye’nin bir süredir İslam ülkelerinin içişlerine karışmayı alışkanlık haline getirdiği, diğer yandan da bunun ABD ile ilişkileri geliştirmeye dönük bir girişim olduğu yolunda spekülasyonlar yapılıyor. Bilindiği üzere Türkiye, hızını almayarak ABD seçimlerinde alenen Trump’ı destekledi ve buna bağlı olarak Biden altı ay Erdoğan’la görüşmedi. Türkiye bu vesileyle Kabil Havaalanı konusunun, ilişkileri tamir yolunda bir adım olabileceğini düşünüyor olabilir. Nitekim pek çok gözlemci tarafından da Türkiye’nin bu konudaki tutumu, Washington’a kur yapmanın bir işareti olarak yorumlanıyor. Joe Biden da istediğini elde etmek için, mesafeli ve soğuk davranarak Türkiye üzerindeki baskıyı artırıyor.

Türkiye geleneksel dış politikasını terk edince bölgesinde ve dünyada dışlandı, yalnızlaştı; güvenilirliği ve itibarı azaldı. İçeriye yönelik dillendirilen dış politik söylem, dışarıda etkili olamadığı gibi ülkenin saygınlığını da aşındırdı. Kamuoyu önünde kullanılan sert üslubun, ikili görüşmelerde, kapalı kapılar ardından kullanılmadığı herkesçe malum. Tam tersine ricacı bir uslup benimseniyor.

Öte yandan, ABD Afganistan’da yenildiği için çıkmıyor. Artık yeterince stratejik bulmadığı için ayrılıyor. Adeta bölge ülkelerine “kendi başınızın çaresine bakın” diyor.

ABD’nin nam ve hesabına Kabil havaalanının yönetimini üstlenmek ne derece stratejik olabilir? Kaldı ki, Kabil’in güvenliği sağlanmadan Kabil Hamid Karzai havaalanını güvenliği nasıl sağlanacak?

Çoğunluğu Peştun olan Taliban’ın geniş bir toplumsal tabanı var. Etnik çeşitliliğin çokluğu, ulusal bilincin zayıflığı, feodal bağların ve ilişkilerin gücü Taliban’ın elini daha da kuvvetlendiriyor.

Taliban’ın “geride kalanları işgalci sayarız” tehdidinin Türkiye’ye yönelik olduğu gayet açık.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” açıklamasıyla Taliban’la anlaşabilecekleri mesajını veriyor. Ancak Afganistan’ın yakın geçmişine bakıldığında, Rus işgaline karşı savaşan yedi mücahit örgüt Taliban tarafından ortadan kaldırıldı, Afgan Mücahitleri liderlerinden Ahmet Şah Mesut Taliban güçlerince katledildi. Bunların da Taliban inancıyla ters bir yanı yoktu. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasında sonra Rus Ria Novosti ajansına konuşan Taliban Sözcüsü Zabibullah Mücahid, NATO’nun ülkesinden çekilmesinden sonra hiçbir yabancı askere müsamaha göstermeyeceklerini, Türkiye’nin de buna dahil olduğunu açıkladı.

Konu İslam inancıyla ilgili değil, daha çok dinin yorumuyla ve dinden yapılan çıkarımlarla ilgili. Devlet Başkanı kavramı yerine “Emir’ül mü’minin” terimini kullanan Taliban, devlet işlerinde hicri takvimi kullanmasını dinin gereği olarak görmektedir. Fazlur Rahman’ın tespitiyle, tarihsel olanı dini olanla karıştırıyorlar, din zannediyorlar.

Taliban’ın Afganistan’ın tümüne hâkim olacağı varsayımı ve muhtemel bir iç savaş tehdidi yeni bir göç dalgası başlattı. İran üzerinden günde ortalama bin kişi Türkiye’ye giriş yapmaktadır. “Ülkeyi Afganistan’a çevirecekler, kendi ülkelerinde kadınlara nasıl davranıyorlarsa bize de öyle davranacaklar, her tarafta sakallı insanlar dolaşıyor, artık sokaklarda rahat dolaşamaz olduk” tarzındaki kaygılar mülteci karşıtlarınca dillendiriliyor ve daha da dillendirilecek. Suriyelilerden sonra Afgan göçünün yaratacağı olumsuzlukların halkın gündemini uzun süre işgal edeceği rahatlıkla söylenebilir.

İktidarın, Kabil havaalanının bekçiliğine soyunacağına mülteci sorununa eğilmesi, Afganlıların akın akın göç etmesinin arka planına ve taşıdığı risklere odaklanması daha doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.

Son günlerde göçmenlere yönelik ayrımcılığın yükseldiği, buna muhalefetin de çanak tuttuğu görülmektedir. Hatta mübarek bayram günü Afyon, Konya ve Ankara’da Kürtlere yönelik yapılan ırkçı saldırıları da bu meyanda değerlendirmek mümkündür, hatta gereklidir.

 

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir