20.06.2021
“Sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil… birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya, sen o akarsusun... Hilmi Yavuz
İktidar bloku, bekasını HDP’yi kriminalize ederek saf dışı bırakmaya bağlamış durumda. Ötekileştirici söylem, terörle ilişkilendirme ve en son yargı devreye sokularak kapatılma sürecinin başlatılması bunun bir parçası.
6-7 Ekim olaylarından neredeyse yedi yıl sonra açılan Kobani olayları davası da bunun bir ön hazırlığı olarak değerlendirilebilir.
HDP’nin özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminden bu yana kimi çevrelerce hedef gösterilmesi, oluşturulan ırkçı ve şiddet yanlısı nefret ortamı, siyasal faaliyetin “iç düşman”lık kapsamına alındığı ve siyasetin savaş gibi kurgulandığı iklim, sürekli polis kuşatması ve gözetimi altındaki HDP İzmir il örgütünün basılarak, çalışan Deniz Poyraz’ın öldürülmesiyle sonuçlandı.
Yasal bir partiyi (HDP) illegal silahlı bir örgüt olarak (PKK) görmekten, ‘HDP’liler eşittir PKK’lı’ sonucu çıkar ki, bu vahim olay, bunun sonucudur. Bu sakat yaklaşım, HDP’ye oy verenleri de PKK’lı gibi görme potansiyeline sahip. Katil de cinayeti PKK’ya olan nefretinden dolayı işlediğini itiraf etti.
Bu alçak saldırıyı salt provokasyon olarak nitelendirmek sağlıklı bir değerlendirme olmaz; bu örgütlü, faşist, ırkçı bir saldırıdır. Faşizm, nefretin, kinin ve ırkçılığın örgütlenmiş halidir.
Bu eylem, tıpkı 9 Haziran 2017 yılında Batman’ın Kozluk ilçesinde müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın’ın katledilmesi gibi terörist bir eylemdir. Katilleri ayırdığınız ve aynı tepkiyi, hassasiyeti göstermediğiniz sürece, hiçbir sözünüzün “öteki” üzerinde bir etkisi olmaz; samimiyetiniz sorgulanır.
HDP’ye ve Deniz Poyraz’a yönelik işlenmiş olsa da bu cinayeti, aynı zamanda Türkiye demokrasisine yönelik işlenmiş bir cinayet olarak algılamak gerekiyor. Bu cinayeti, aynı zamanda, toplumsal barışı ve birlikte yaşama duygusunu tehdit eden menfur bir hadise olarak ele almak gerekiyor.
Katil Suriye’de görev yapmış müstafi bir sağlıkçı. Sosyal medya hesabında silahlı fotoğraflarını paylaşmış. Silahların kime ait olduğunun da sorgulanması gerekiyor. Katilin profesyonel silahlı eğitim aldığı anlaşılıyor. SADAT tarafından Suriye iç savaşı için eğitildiğine dair iddialar da var. İlişkileri çok detaylı araştırılması gerekirken, üzerinden 24 saat geçmeden apar topar mahkemeye çıkarılıp tutuklanması oldukça garip… Polisin, “Abisi, adın ne?” hitabı, yeni bir Hırant Dink’in katili Ogün Samast vakasıyla karşı karşıya olduğumuz izlenimini yarattı. Çok tanıdık bir senaryo gibi.
Katilin verdiği ifade, ülkedeki ilk siyasi cinayet olarak kabul edilen Sabahattin Ali’nin katilinin verdiği ifadeyle paralellik arzediyor. Sabahattin Ali’nın katili Ali Ertekin yakalandığında verdiği ifadede “Sabahattin Ali’nin Türklükle alakası olmayan ve Türk milletine fenalık için harice kaçmak isteyen bir canavar olduğunu anladım.” Siyasi son cinayet olan Deniz Poyraz’ın katil zanlısı (ismini anmıyorum; çünkü o bir kişiden çok bir zihniyet) da ilk ifadesinde; “Kimse ile bağlantım yok. PKK’dan nefret ettiğim için binaya girdim, rastgele ateş ettim. Başka kişiler olsaydı onlara da ateş edecektim.” diyor. Hep bildik tanıdık ifadeler…
Kendinden emin, verilen görevi yerine getirmenin rahatlığıyla hareket eden biri gibi.
Katilin yalan söylediğini devlet de biliyor, biz de biliyoruz.
Katilin eylemi planlı gerçekleştirdiği kesin, örgütlü olması da kuvvetle muhtemel.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın açıkladığına göre baskın günü iptal edilmiş bir toplantı vardı. Toplantıda 40’a yakın partili olacaktı; milletvekili, MYK üyesi, il ve ilçe yöneticileri. Bu saldırının bir katliam planı olma ihtimali yüksek.
Maktule Deniz Poyraz, HDP il örgütünde çaycı olarak çalışan annesinin yerine bir günlüğüne işe gelmiş ve kurşunların hedefi olmuştur. Ondan kalan masasında kahvaltı için hazırladığı karton bardakta çay, katık olarak da plastik tabakta birkaç zeytin, domates ve dilimlenmiş ekmek. Annesi Deniz Gezmiş ismini koymuştum dedi. Deniz Gezmiş de 49 yıl önce 6 Mayıs 1972’de asıldığında son sözleri, “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlığı” olmuştu. İkisini kaderi neredeyse aynı oldu. Ve Keman tutan el, silah tutan el tarafından kurban edildi.
Bazı çevrelerin, kendilerini vatansever olarak tanımlayan ırkçı, faşist, şiddet yanlısı kişilerin işledikleri bireysel cinayetlerle yarattıkları siyasi kaostan beslendiklerini biliyoruz.
Cinayetten, şiddetten, silahtan ve karışıklıktan umut besleyen tüm çevrelerin karşısında net bir şekilde duruş sergilemek gerekiyor. Siyasal faaliyetlerin şiddete, teröre yenilmesine mâni olmalı, bu tür menfur saldırıları, kimden geldiğine ve kime yöneldiğine bakmaksızın lanetlemeliyiz.
Bu coğrafyada herkes adaletsizlikten payını alırken, Kürtlerin payına ölüm ve zülüm, yakınlarına da gözyaşı ve acı düşüyor. Bu yüzden de artık “Kürt-Türk kardeştir” söyleminin bir karşılığı yok. Yeni bir dil ve yeni bir söylem geliştirmeliyiz. Elbette bu söylem “kardeşlik hukuku” endeksli olmak, bir diğer ifadeyle, hukuki güvence altına alınmak zorundadır.