Faysal Mahmutoğlu Yazdı: Kitap İmha Etmek Bir Orta Çağ Zihniyetidir

04.03.2023

“Bir toplum yazmadan var olabilir ama hiçbir toplum okumadan varlığını sürdüremez “der Alberto Manguel.

Tarih, binlerce kitabın, kimi zaman koca kütüphanelerin insanın küçük hırsları uğruna barbarca yakıldığından bahseder. Başrolde imparatorlar, seçilmiş despotlar ve din adamları bulunur. Amaç bilginin insanlara ulaşmasına mani olmak. Cahil insanları yönetmek çok daha kolay.

Her daim kitaplar ve bilim insanları, otoriter yönetimlerin korkulu rüyası olmuştur. Çünkü bilgi kamuya yayılıp tamamen saydamlaşınca insanlara güç verir. Kitap okumanın bağımsız düşünceyi geliştirdiği ve özgürleştirdiği düşüncesi binlerce yıldır despot liderleri endişelendiriyor. Mezarlıklar kitaplardan nefret eden, kitapları yasaklayan ve yakan siyasal despotlarla doludur. Kendileri yok olup gitmişlerdir ancak yaktıkları kitapların etkinliği günümüze değin gelmiştir. Kitapların ülke sınırlarını kolayca aşma ve insanlığı aydınlatma gibi bir gücü vardır.

Tarihte ilk büyük kitap yakma eyleminin, Çin İmparatoru Qin Shi Huang döneminde yaşandığı varsayılıyor. Çoğu kişi Shi Huang’ı ‘Toprak Askerler’i ve ‘Çin Seddi’ni yaptırmasıyla tanıyor. İmparator aynı zamanda tarihin ilk büyük kitap yakma olayının sorumlusu olarak kabul ediliyor.

Qin Shi Huang, son derece despotik bir liderdi. Kendi otoritesine tehdit oluşturabilecek her düşünceyi ortadan kaldırmak istiyordu. Kendisine tehdit olarak algıladığı düşüncelerin başında din üzerine inşa edilmiş, ahlak, erdem ve hoşgörüyü ana ilke olarak kabul eden Konfüçyüsçülük geliyordu. Bu öğreti, hükümdarın halkın hizmetçisi olmasını salık veriyordu. Bunun üzerine Qin Shi Huang, M.Ö. 213 yılında Konfüçyüs düşüncesini sansürlemek ve ortadan kaldırmak için bütün kitapların yakılması emrini verdi.

Bu kitapları imha etmeyenler ve kitap katliamına mani olmak isteyenler suçlu kabul edilip öldürüldü. Tarihçiler yasağın olduğu ilk yıl 420, sonraki yıl ise 700 bilginin canlı olarak gömüldüğünü belirtiyor.

Tarihte en önemli kitap yakma hadiselerinden biri de M.S 392 yılında İskenderiye Kütüphanesinin yakılmasıdır. Bağdat Kütüphanesinin yakılması, Endülüs’ün Müslümanların elinden çıkmasıyla Müslümanlara ait birçok Kur’an ve tefsir kitabının yakılarak yok edilmesi de önemli tarihsel olaylardır.

1525 yılında dil bilimci William Tyndale İncil’i herkesin anlayabileceği bir dil olan İngilizceye çevirdiği için kâfirlikle suçlandı ve cezalandırıldı. Beş yüz günden fazla Vilvoorde Kalesinde hapiste tutulduktan sonra 1536 yılında, sapkınlık ve ihanetten yargılandı, mahkûm edildi ve iple boğulup yakılarak öldürüldü.

Papalık 1529’da, başta Luther İncili olmak üzere reformasyona dair tüm eserleri yakma emri verdi ve bulundukları yerde yakıldı. Protestanlar ise buna misilleme olarak Roma Kilisesini çağrıştıran tüm eserlerin yanında İncilleri de yaktılar.

II. Abdülhamit döneminde aralarında Namık Kemal’in Osmanlı Tarihi, Abdülhak Hamit Tarhan’ın Makber, Ahmet Vefik Paşa’nın Fezleke-i Tarihi Osmani, Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun Hikâyesi, Köroğlu Hikâyesi, İbn-i Ali Sina gibi kitapların da olduğu toplam 29681 kitap yakılarak imha edilmiştir (Fatmagül Demirel, II. Abdülhamit Döneminde Sansür).

Yakın tarihte kitap yakma şampiyonluğu Hitlere ait. 1933’te Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, Alman sanat ve kültürünü Nazi emelleriyle uyumlu hale getirmek için düğmeye bastı.

6 Nisan 1933’te, Alman Öğrenci Birliği ve üniversiteliler Alman dili ve edebiyatının “saflaştırılması” adına bir dizi eylem organize ettiler. Almanya’da “ kitap yakma” törenleri başlatıldı. 10 Mayıs 1933’te 25 bin ciltten fazla “Alman olamayan” kitap yakıldı. Meşaleler eşliğinde miting alanlarında kitaplar yakıldı. Bu sayı, Mayıs ayının sonuna kadar milyonlara ulaştı.

Nazilerin “Alman düşün dünyasının çöpü” diye adlandırdıkları bu kitaplar arasında Bertol Brecht, Sigmon Freud, Karl Marx, Engels, Heinrich Heine, Zuckmayer, Thomas Mann, Jack London ve Stefan Zweig gibi yazarların eserleri bulunmaktaydı.

Heinrich Heine “Kitapları yaktıkları yerde gün gelir insanları da yakarlar” demişti ve dediği gibi Naziler tarafından binlerce Yahudi yakılarak katledildi.

Bizde de Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kâzım Karabekir Paşa’nın anılarının yakıldığını biliyoruz. Bilindiği gibi Kâzım Karabekir Kurtuluş Savaşı’nda doğu kuvvetlerinin başındaydı ve Mustafa Kemal Samsun’a ayak basmadan önce Milli Mücadele’yi başlatmıştı. Erzurum Kongresini hazırlayan da odur. 1993 yılı Mart ayında Hatırat olarak yazdığı ‘ İstiklal Harbimizin Esasları’ Babıali’de matbaası bulunan Sinan bey tarafından basılır. Dağıtım aşamasında Kılıç Ali’nin başını çektiği bir gurup tarafında matbaa basılır kitaplar çuvallara doldurulup yakılmak üzere Cağaloğlu Hamamı’na götürülür. Ancak hamamcı ızgaralar tıkanır gerekçesiyle karşı çıkar. Bunun üzerine kitaplar Topkapı’daki tuğla harmanlarında yakılır.

Türkiye’de kitap imha hadiselerine daha çok askeri darbeler döneminde rastlıyoruz. Özellikle 12 Eylül’deki askeri darbenin ardından binlerce kitap devlet tarafından yakıldı. Milli Güvenlik Konseyi tarafından çıkarılan bir yasayla “müsadere edilen kitapların” imhasına imkân tanınması, kitap kıyımını zirveye taşıdı.  Ağırlıklı olarak sol düşüncedeki on binlerce kitap SEKA’ya gönderilerek imha edildi.

İlginç bir olay da Sütçüler Kaymakamının Orhan Pamuk’un kitaplarının yakılmasını isteyen genelgesidir. Ancak genelgenin gönderildiği kamu kurum ve kuruluşlarında bir tane bile Orhan Pamuk kitabı bulunamıyor. Bir kız öğrencide Orhan Pamuk kitabı bulunduğu haberi ilçede heyecan yaratsa da asılsız çıkıyor.

AK Parti iktidarıyla Türkiye’de kitap imha etmenin tarih olduğunu düşünürken, son yıllarda verdiği fetvalar ve uygulamaları nedeniyle sıkça eleştirilen Diyanet İşleri Başkanlığının talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi, “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı unsurlar içerdiği” gerekçesiyle ilahiyatçı yazar ihsan Eliaçık’ın Yaşayan Kur’an: Nüzul Sırasına Göre Türkçe Meal-Tefsir isimli eseri hakkında basım, dağıtım yasağı, toplatma ve imha kararı verdi. Bu engizisyon olarak algılandı. Bu kararda İhsan Eliaçık’ın siyasal iktidara karşı kararlı muhalefetinin de etkisi olduğunu düşünüyorum.

Son zamanlarda DİB’ın siyasallaştığı, iktidarın arka bahçesi gibi işlev gördüğü, kimi tarikatların etkisinde olduğu şeklinde eleştiriler yapılmaktadır. Yeni sisteme paralel bir din yorumunu esas aldığı görüşü egemen. Başkanın kılıçla camilerde hutbe irat etmesi de bu din yorumuna paralellik arz etmektedir.

DİB, kendi görüşüne uymayan din yorumlarını devletin gücünü kullanarak yok etmek istemektedir ki, bu uygulama düşünceyi açıklama hürriyetine, inanç hürriyetine ve insan haklarına aykırıdır. Aslında devlet bir din dayatamayacağı gibi, bir din yorumu da dayatamaz. Eleştiri okları doğal olarak iktidara yönelmektedir, zira Diyanet’e bu yetki iktidar tarafından verilmiştir.

Türkiye’de 100’ün üzerinde meal bulunmaktadır. Uzmanlar bunlardan ancak çok azının meal niteliği taşıdığı şeklinde görüş beyan ediyorlar ki, bunların içinde DİB’in yayınladığı mealler yok.

Eski alimler bir konuda yorum yaparken veya hüküm beyan ederken; “Bu benim fikrim, kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir” derdi. Bu kararıyla Diyanet, “Allah’ın ne dediğini en iyi ben bilirim.” iddiasında bulunuyor. Diyanet bu tavrıyla din polisliğine soyunmuş görünüyor.

Kitapları cayır cayır yakılırken ağlayan bir öğrencisine İbn Rüşd’ün şöyle dediği rivayet edilir: “Kitaplara ağlıyorsan bil ki fikirler kanatlıdır ve uçup sahiplerine ulaşırlar. Yok eğer Müslümanların haline ağlıyorsan, emin ol ki, tüm denizler bir araya gelse gözyaşına yetmez.” der.

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.