03.06.2023
Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden biri, demokratik olgunluk içinde gerçekleşti. Sonuç farklı tecelli etseydi, iktidar cenahı bu olgunluğu gösterir miydi, ondan emin değilim. İktidar devlet gücünün bütün avantajını kullandı. Medya gücü, bürokrasi, hukuk ve maddi kaynaklar seferber edildi. Son derece adaletsiz bir seçim yaşandı.
Bu seçim ekonomi ve sosyolojinin değil, sosyal psikolojinin belirlediği bir seçim oldu. Korkuların egemen olduğu bir seçim.
Düşmanla çevrili bir ülke miti yaratılarak galip gelindi. Deprem ve ekonomik kriz, işsizlik gibi dev olgulara rağmen değişim talebi kabul görmedi.
Yozlaşmış ve çökmüş bir adalet sistemi, usulsüzlükler, yolsuzluklar, temel hak ve özgürlüklerin daraltılması, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik engeller, keyfilik, şiddet ve hoyratlık görmezden gelindi.
Bu seçimde milliyetçiliğin başat rol oynadığını söylemek abartı olmaz. Gerek Cumhur gerekse Millet İttifakı tarafından topluma milliyetçiliğin enjekte edildiğine tanıklık ettik.
Murat Belge, “Türkiye’nin ‘ideolojiler sofrası’nda, milliyetçilik ana yemektir, onun dışında kalan bütün ideolojiler ise ‘garnitür’. ‘Liberalizm’ bile Türkiye’de bu kuralın dışına pek çıkmaz” der.
Bu milliyetçilikte “Kürt düşmanlığı” başköşede.
İktidar ortaklarının “beka” temasını seçim malzemesi olarak kullanmalarını sağlamak için söz konusu Kürt düşmanlığı hep diri tutuldu. PKK konsey üyesi Murat Karayılan’ın Kılıçdaoğlu’yla birlikte ‘haydi’ türküsünü söylediği montaj videoya halk inandırıldı.
Ekonomik krizin sınıflar arası ilişkilerde ne kadar korkunç sonuçlar doğuracağından bahsetmek yerine, “beka” korkusu üzerinden politika geliştirdiler. Kılıçdaroğlu’nun Bayramda 15 bin TL ikramiye, en düşük memur maaşının üç asgari ücret düzeyine çıkarılması ve 418 milyar doların geri getirilmesi gibi söylemleri “beka” söyleminin gölgesinde kaldı ve karşılık bulmadı.
Cumhur İttifakının bu seçimde başvurduğu retoriğin başında milliyetçilik ve mezhepçiliğe dayalı bir kimlik siyaset geldi. Kendisini “yerli” ve “milli” addeden Cumhur İttifakı, Millet İttifakını gayrı milli olmakla itham eden bir söyleme sarıldı. Muhalefeti dış güçlerle iş birliği yapmakla suçladı.
Erdoğan, seçmenin zihni ve vicdanı yerine, inancına ve tabularına dokunmayı tercih etti.
Seçimden birkaç ay önce stadyumlarda JİTEM tetikçisi Yeşil posterlerinin ve Beyaz Toros pankartlarının açılması; her yıl Eylül ayında düzenlenen Teknofest Fuarı’nın Mayıs başına aldırılarak SİHA’ların, İHA’ların, AKINCI ve KIZIL ELMA’nın toplumun gözüne gözüne sokulması; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi, sanki kendisiyle Demirtaş arasında geçiyormuş gibi bir hava estirip lafı olur olmaz tutuklu Demirtaş’a getirmesi, hep milliyetçilik yarışında öne geçme çabasıydı.
İlk turdaki başarısız sonuçları yeterince milliyetçi bir söylem geliştirememelerine bağlayan Kılıçdaroğlu, “helalleşme” söylemini terk edip, kalp işaretini de rafa kaldırıp “sertleşme” stratejisini benimseyerek kitlelere gerçek bir Türk milliyetçisi olduğunu kanıtlamaya çalışarak Zafer Partisinin ırkçı söylemlerine dört elle sarıldı. Göçmen karşıtlığı, kampanyanın odağına yerleştirildi ki, bu kimi zaman nefret söylemine dönüştü. “Suriyeliler dışarı” söylemi, ahlaken savunabilir değil aslında. Sığınmacılar konuşulurken, öncelikle toplumsal barışı ve sığınmacıların güvenliğini tehdit edecek nefret dili ve siyasetinden uzak durmak gerekiyor.
Bu söylem sahici bulunmadı ve halkta karşılık bulmadı. Özetle, maalesef iki İttifak da topluma milliyetçilik haricinde bir seçenek sunmadılar.
Bunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’nin kuşatması altında bulunmasının payı büyük. Millet İttifakı ‘sağ’a mecbur hale getirildi. Seçmeni dönüştüren ve seçmen tabanını genişleten bir ortaklık oluşturulamadı. İYİ parti yöneticileri sürekli problem ürettiler. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan hem iktidar partisi nezdinde hem de muhalefet nezdinde niye muhalefete geçtiklerine dair inandırıcı hiçbir delil ortaya koyamadılar. ‘Biz oradayken sessizce bazı yanlışlara itiraz ettik’ demek halka inandırıcı gelmedi.
Akşener dışında İYİ parti teşkilatlarının cumhurbaşkanlığı seçiminde yeterli performans gösterdikleri şüpheli. Millet İttifakının liderleri ile İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcısı olarak takdim edilmesini halk çok başlılık olarak yorumladı. CHP teşkilatları, İttifak ortaklarına 39 milletvekilinin ‘hediye edilmesini’ içselleştiremedi. Bu, kurultay sürecinde çokça dillendirilecektir.
Esasında devletin tüm imkanlarıyla, medyayla, kendine bağlı bürokrasiyle topluma milliyetçilik pompalayan Cumhur İttifakının bileşenleriyle milliyetçilik yarışına girmek beyhude bir uğraştı. Erdoğan’ın din soslu milliyetçilik söylemi karşılık buldu. Kılıçdaroğlu’nun milliyetçi söylemi Erdoğan’ın milliyetçi söylemini haklı çıkarttı ve Erdoğan’a yaradı.
Milliyetçilik her zaman düşman yaratmak zorundadır. Milliyetçilik üzerinden oy devşirmeyi düşünüyorsanız, sürekli düşman üretmek ya da bir düşmanın üzerinden sürekli oynamak zorundasınız. Erdoğan da PKK’yı hep gündemde tuttu.
Her şeye karşın düşman yaratmayan, bir arada yaşamayı savunan ve ötekileri anlayan bir dilden vazgeçmemeliydi Kılıçdaroğlu.
Cemaatler ve tarikatlar, nemalandıkları devlet imkanlarından mahrum kalacakları kaygısıyla tüm güçlerini seferber ettiler. Vatan elden gidiyor yaygarasını koparttılar. Başörtüsü tekrar yasaklanacak, hatta camiler kapanacak yalanına sarıldılar. Camiler birer propaganda aygıtına dönüştü. Ayasofya adeta ibadet için değil de siyaset için açıldı.
Şunu da kabul etmek lazım: Kılıçdaroğlu, bir ittifaka karşı değil, doğrudan devlete karşı mücadele verdi.
2023 seçimlerinin kaybedenleri, 21 yıllık Erdoğan iktidarına karşı cesurca meydan okuyarak mücadele eden bir Dersimli Alevi olan Kılıçdaroğlu ile Kürt siyasal hareketi oldu.
HDP ilk turda aday çıkarmayarak Kürt seçmen rolünü etkisizleştirdi. Muhalefete mahkûm hale getirdi. Kürt halkı İttihatçılarla Kemalistler arasında bir tercihe zorlandı.
Tepeden inme, halkta karşılığı olmayan adaylar hem katılım oranının hem de milletvekili sayısının düşmesine neden oldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda anahtar rol olmayı ATA ittifakına kaptırdığı gibi Meclis’te de kilit rol sahibi olmaktan da çıktı. Halk artık atamayla gelen adayları kabullenmiyor.
TİP’in üstenci ve şımarıkça tutumuna, mensuplarının Kürtlere yönelik hakaretamiz söylemlerine tolerans gösterilmesi, sırtında taşımaya devam etmesi HDP seçmenini rencide etmiştir. Kürt halkı Türkiyelileşme adına TİP’in nazını, kaprisini çekmek zorunda değilim dedi.
Bir hususu da not etmekte yarar var; Kürt siyaseti ilk kez bir seçime lidersiz girdi. Karar vericiler bu hezimetin gereğini yerine getirmeliler. Bu yazıyı yazarken Selahaddin Demirtaş’ın seçim başarısızlığı nedeniyle aktif siyaseti bıraktığı haberini aldım. Kaldı ki, kendisi hapiste ve karar verici konumda değil.
Son olarak eğitimsiz geniş bir halk kitlesinin var olduğu bir ülkede, seçim yapmanın hiçbir anlamının olmadığı, bir kez daha ispatlanmış oldu. Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının, düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün anlam ve öneminin bilincinde olmayan bir halkın doğru tercih yapması beklenemez. Somut olgular karşılarında apaçık dururken onları görmezden gelebiliyor, kendi çıkarına taban tabana zıt kararlar verebiliyor.
Aslında herkes her şeyin farkında ve yine de böyle davranıyorlar.
Sonuçta militarist milliyetçi söylem karşılık buldu ve galip geldi.