25.05.2024
“Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir onu alır. Bir ulus bir treni kaçırırsa, başka bir ulus gelir onu alır.” Tolstoy
İmparatorluk çağının kapanıp ulus devletlerin birer birer kurulduğu Birinci Cihan Harbi sonrası dönemde Kürtler dünya ölçeğinde vizyon sahibi, geleceği okuyabilen liderlerden yoksundu. Ümmete mensubiyeti ve hilafet aşkını, halkın geleceğinden önde tuttular. Bu aşk Diyarbakır İstiklal Mahkemesinde darağacında sonlandı. Cumhuriyet sonrası yaşadıkları hayal kırıklığı, onları sonu hüsranla biten maceralara sürükledi. Kürt aklının konsolidasyonunu ihmal ettiler. Belki de kapasiteleri yeterli gelmedi.
1960 sonrası Kürt aydınları ise komünizm romantizmine kapılarak Sovyetler Birliğinin ideolojik sekreterliğinin ötesine geçemediler. Sovyet pratiğine bakmadan “Halkların kendi kaderini tayin hakkı”nın büyüsüne kapıldılar. Anayasal haklar ve eşit vatandaşlık talebinin yükseltildiği 1967-68 Doğu Mitingleri ve 1969’da Doğu Devrimci Kültür Ocaklarının (DDKO) kuruluşu yeni bir Kürt elitinin doğuşu açısından önemli bir eşiktir. Böylece din, aşiret ve bölgesel sınırları aşan ulusal ölçekte düşünebilen aydınların ortaya çıkmasının yolu açıldı. 12 Eylül askeri darbesine bağlı olarak PKK’nın büyüyüp şiddete başvurması, Kürt aydınlanmasını sekteye uğrattı.
İki kutuplu dünyanın nihayete ermesi, yeni devletlerle beraber yeni toplumsal hareketleri de doğurdu. Bu gelişme, doğal olarak siyasi liderlik kriterlerine de yeni bir ivme kazandırdı. Irak Kürdistan Bölgesi’nin federatif yapısı Kürtlere bulunduğu coğrafyalarda alan açtı.
Türkiye’de Kürt siyasi hareketi inişli çıkışlı bir seyir izledi. Partileri kapatıldı, milletvekilleri tutuklandı ve katledildi.
Kürt siyasal hareketi genelde % 4-6 bandında oy alırken Demirtaş’ın liderliği bunu % 15 seviyelerine çıkarmayı başardı. AK Parti, ilk kez tek başına iktidar olamadı. Bu başarı Kürt siyasi tarihi açısından önemli bir eşikti ve bu tarihi eşiği aşmayı Demirtaş ve ekibi başardı.
Dolayısıyla, Kürt siyasetinde liderlik ölçütlerini değiştiren, kitlelere global ölçekte bir liderlik tarzını sunan Demirtaş oldu. Kürt siyasetine gönül verenler, “işte beklediğimiz lider profili budur” dedi ve Demirtaş’ı sahiplendi. Karizmatik kişiliği, güncel siyaseti okuma becerisi ve geleceği okuma kapasitesi onu farklı bir zemine taşıdı. Öcalan mitini yerle bir etti. Bu da en çok Kandil’i rahatsız etti. Çünkü Kandil bir lider değil, talimatları harfiyen yerine getiren bir emir eri istiyordu.
Siyasette tüm liderler gibi Demirtaş da kimi zaman yanlış ile doğru arasında sendeledi. Ama doğruları çok daha fazladır. Sol romantizme kapılmanın sonucu geliştirilen “Seni başkan yaptırmayacağız!” söylemi yanlıştı. Ancak bunun bedeli 42 yıl hapis olmamalıydı.
Demirtaş duruşmalarda klasik Kürt lider profillerinden farklı olarak savunmasında nedamet duymadı, kendisini oraya atanları sorguladı, beraat talep etmedi. Hatta savunmasının son bölümünde: “Vereceğiniz kararı yüzüme okumanıza fırsat vermeyeceğim. Kararı kendi kendinize okuyacaksınız. Eşime, aileme, kızlarıma, tüm halkıma vasiyetimdir: Karar açıklandığında halaylarla, coşkularla, zılgıtlarla karşılamalısınız kararı.”
Kobani olayları olarak adlandırılan gösteriler, 2014’te IŞİD’in Kobani’ye saldırması üzerine başladı. Arap Baharı tüm Orta Doğu coğrafyasında sanal bir özgürlük havası estirdi. Zincirleme olarak birçok ülke etkilendi.
Mısır’daki Sisi darbesi Arap Baharının özgürlük ve eşitlik taleplerini önemli ölçüde sekteye uğrattı.
IŞİD Irak’tan sonra Suriye’de de önemli bir mevzi kazanmıştı. Rojava’da önemli bir kanton olan Kobani’ye saldırması, Suriye’deki Kürt Özgürlük Hareketinin öncülüğünü yaptığı Rojava’daki özerk yapının yok olması anlamına geliyordu.
6-8 Ekim 2014’te Suriye’nin önemli bir bölümünü ele geçiren IŞİD’in Kobani’yi kuşatması karşısında Türkiye’nin Kobani halkına yardım için sınırı açmaması, Erdoğan’ın da bu durumu “Kobani düştü düşecek” diyerek bir müjde gibi vermesi, (Suriye’den milyonlarca insanın geçişine izin veren devlet, 150 bin kişilik Kobani halkının geçişine nedense izin vermedi.) Savunmasız, silahsız bir şekilde çoğu çocuk ve kadın, asrın en vahşi terör örgütüyle karşı karşıya bırakıldı.
HDP’nin çağrısı üzerine halk sokağa çıkarak tepki verdi. Yasal bir parti tüm halkı yasal olarak iktidarın tutumunu protesto etmek amacıyla gösterilere davet ediyor. Ancak provokatörlerin de devreye girmesiyle bu gösteriler kontrolden çıkarak 50 insanımızın ölümüyle sonuçlandı -ki, ölenlerin çoğu HDP’ye mensup insanlardı.
Bilahare sınırlar açıldığı gibi hükümet Peşmerge güçlerinin Türkiye topraklarını kullanarak Kobani’ye yardım etmesine izin verdi. Ve böylece IŞİD büyük bir yenilgiye uğratılarak Kobani’den çıkartıldı. Bilahare bölgeden de çıkarılarak marjinal bir örgüt haline geldi.
IŞİD’in Kobani’ye saldırması, Orta Doğu’nu yakın tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Gerek Arap Baharının seyri açısından, gerek Suriye’deki iç savaş ve gerekse Türkiye dış politikası bakımından önemli paradigma değişiklilerine neden oldu.
Kobani’deki destansı direniş, IŞİD’i ilk kez yenilgiye uğratarak tehdit olmaktan çıkarttı.
“Kobani davası” olarak adlandırılan dava, ancak 7 Ocak 2021’de Kobani eylemlerinden beş buçuk yıl sonra açıldı. O zamanlar çözüm süreci henüz devam ediyordu ve bu eylemler tolere edildi.
Çağrı sonrası gerçekleşen çatışma ve eylemlerin sorumluluğunun HDP’ye yıkılması -ki, ölenlerin çoğunun HDP’li olduğu biliniyor- somut ve objektif delillere dayanmadığı, açıklanan kararla da ortaya çıktı.
İktidar kanadı ile medyası dava süresince Yasin Börü’nün öldürülmesiyle ilgili suçlamayı yineleyip durdular. “Elinde Yasin Börü’nün kanı var!” söylemi hep gündemde tutuldu. Bir çocuğun ölümü üzerinden siyasi intikam hesabı güdüldü. Bu davada tek somut suçlama, bu cinayetlerdi. Hiçbir somut kanıt bulunamayınca, geriye “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğü” gibi soyut suçlamalar kalmıştı.
Demirtaş ve HDP’lilerin cinayet suçlamasından beraat etmesi, davanın siyasi olduğunun itirafıydı; hem de iddianamenin çökmesi anlamına geliyordu.
Demirtaş, karar açıklandıktan sonra Murat Sabuncu’ya verdiği röportajda: “Verilen cezaların tamamı bir tweet ve birkaç miting konuşmamadan dolayı verilmiş. Yani yıllardır yalan ve iftirayla yarattıkları algılara dayalı. Ne bir şiddet eyleminden ceza verildi, ne de şiddeti teşvik veya destekten. Sadece düşüncelerimden, söylediklerimden 42 yıl ceza verilmiş oldu. Bu da davanın siyasi bir dava, cezaların da siyaseten verilmiş cezalar olduğunu bir kez daha ispatlamış oldu.” dedi.
Devlet, ovada siyasete toplam 407 yıl 6 ay ceza verdi.
Sonuç olarak, Kobani davasında verilen karar, yargının iktidara karşı bağımsız olmadığını, asıl karar merciinin siyasal iktidar olduğunu göstermiştir. İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan’ın karar sonrası “hesabı sorulur demiştik” söylemi de bunu teyit edici mahiyettedir.
Hiç kuşkusuz bu karar sadece bugünü değil, Türkiye’nin geleceğini de etkileyecektir.
Devletin Kürt sorununa dair politikası güvenlikçi bir paradigmayla şekillendiği müddetçe, iç ve dış politikadaki ve yargı süreçlerindeki yansımaları devam edecek.