26.12.2021
“yazmazsam alçak olacaktım” (Turgut Uyar, Palyaço şiirinden)
Takvimler 28 Aralık 2011’i gösterdiğinde, bir gece vakti TSK’ya ait F-16 savaş uçakları Şırnak’ın Uludere İlçesine bağlı Roboski köyü yakınlarında, sınırın öte tarafından birkaç litre mazot ile birkaç paket sigara getirip, kimisi okul harçlığını çıkarmaya çalışan, kimisi de nafakası için uğraşan çoğu çocuk 34 sivili bombalayarak öldürdü.
Kaçakçılık yasalara göre suçtur ama cezası gökten bomba yağdırıp insanları yargılamadan öldürmek değil. Roboskili için “kaçak” ekmeğini kazanma yöntemi. Sınır bölgesinde yaşamayanlar için çok tehlikeli görünen bu durum, sınırda yaşayan biri için çok gündelik, olağan ve meşru bir şey. Van – İran sınırı da böyle, Hatay – Suriye sınırı da.
Güya istihbarat almışlardı. Daha önce defalarca öldürdüklerini söyledikleri Bahoz Erdal’ın da içinde olduğu bir grup PKK’lı geliyordu. Bunları öldürmek üzere F-16’ları harekete geçirmişlerdi.
Akşam gerçekleşti bombardıman.
Anneler çocuklarının cesetlerini bir araya getirmekte zorlandı. Bazı anneler çocuklarının cesetlerini kazağından veya ayakkabısından tanıyabildi. Toplanan ceset parçaları soğuk bir kış günü battaniyeye sarılarak katır sırtlarında ve traktörlerle taşındı mezarlığa. Devlet bir ambulans bile tahsis etmedi.
Medya sustu, herkes hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştı. Yılbaşı gecesi havai fişeklerle kutlandı. 34 insanını toprağa vermiş bir toplum sevinç kutlamalarına devam ederek sahte bir yas bile tutmadı. Toplum Kürtlerin ölümüne aldırış etmedi, acılarını paylaşmadı. Televizyonlar yayın akışlarını değiştirmedi. Çünkü kendileriyle eşit görmüyordu öldürülenleri.
Devlet ricali bir gün sonra “kaza oldu, tazminatı neyse veririz” diye açıklama yaptılar.
Kürtlerin kanı birkaç kuruş verilerek yıkanır diye düşündüler. Sus payı olarak her aileye 123’er bin lira kan parası önererek davayı kapatma hesabına girdiler. Aileler doğal olarak reddetti. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Resmi devlet özrü beklenmesin” demişti.
Roboski katliamından dolayı Kürtlere bir özrü bile çok görenler, Kürt sorununu çözebilirler mi?
Önce “sorumlular ortaya çıkarılacak, karanlık dehlizlere terk edilmeyecek” denildi. Sonra üzeri kapatıldı.
Sivillerin katledildiği saldırıyla ilgili sivil savcı (Özel Yetkili Diyarbakır Başsavcılığı) bizim işimiz değil diyerek görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığına gönderdi. Genelkurmay Askeri Savcılığı da “takipsizlik” kararı verdi. Davanın peşine düşen ailelere baskılar, gözaltı ve tutuklamalar uygulandı. TBMM İnsan Haklarını inceleme Komisyonu bünyesinde konuyu incelemek üzere bir alt komisyon kuruldu ancak olayda kasıt olmadığı sonucuna vardılar.
Katliamın üzerini örttüler. Asker, arkasında hükümetin sağlam iradesini buldu. Asker ile iktidar, Kürtlerin kanı üzerinden mutabakat sağlamış oldu. Başbakan Erdoğan bu olayla ilgili olarak Genelkurmay Başkanını övdü. Hava Kuvvetleri Komutanı ise Roboski katliamının üzerinden bir yıl geçtikten sonra “üstün hizmet madalyası” ile ödüllendirildi.
Erdoğan, katliamın faillerinin bulunmasını ve yargılanmasını isteyenleri “ölü sevicilikle” itham ederek susturmaya çalıştı. Dersim katliamından dolayı özür dileyen Başbakan Erdoğan, kendi döneminde vuku bulan Roboski katliamı için nedense özür dilemekten imtina etti.
Adaletin gereğini yerine getirmeyenler hukukun üstünlüğü noktasında bir adım atabilirler mi?
Aradan on yıl geçti. Devlet unuttu ve unutturmak için de devlet gücü seferber edildi. Ancak insanlık ailesi unutmadı. Tıpkı İspanyolların Guernica’yı unutmadıkları gibi. Guernica, İspanya’nın Bask bölgesinde küçük bir köydü. İspanya iç savaşında Franco, Nazi ve faşist İtalyan kuvvetlerinin yeni uçaklarını Guernica üzerinde test etmesi için izin vermiş ve bombalatmıştı. Guernica’yı yerle bir etmişti. Beş bin Nüfuslu kasabada 1654 kişini öldüğü kayıtlara geçmişti. Guernica’yı ölümsüzleştiren, Pablo Picasso’nun olaydan ilham alarak yaptığı ölümsüz tablosu oldu. Picasso sayesinde Guernica insanlığın hafızasına yerleşti ve Guernica sözcüğü savaş karşıtlığının ve barışı yanlılığının sembolü haline geldi. Ne yazık ki, henüz Roboski’yi ölümsüzleştiren bir ressam çıkmadı. Ancak katır sırtlarında taşınan battaniyeye sarılı cesetlerin görüntüsü insanlığın hafızasına kazındı.
Roboski katliamı, bir istihbarat yanlışlığının yol açtığı önemsiz bir ihmal veya bir hata değil, ülkede Kürtler üzerinde uygulanan sistematikleşmiş şiddetin tezahürlerinden biridir.
Biz bu ülkede dünyaya gelenler, hep katliamlara, faili meçhullere, suikastlara tanıklık ettik. Ölümün tarihsel bir “istatistik” olduğuna inandırıldık. “Zamanın koşulları”, “siyasi konjonktür” gibi söylemlerle katliamlar meşrulaştırıldı.
Aralık ayı adeta katliamlar ayıdır. Aralık ayı, Dünya insan Hakları Günü’nü (10 Aralık) barındırması bakımından özel bir yere sahip. Türkiye’de ise Aralık ayı kanlı–karanlık bir profil çizer.
19 Aralık 2000’de cezaevlerine yönelik hayata dönüş operasyonları gerçekleştirildi. “Ölüm orucundaki mahkumları kurtarma” gerekçesiyle yapılan operasyonlarda 34 hükümlü ve tutuklu katledildi. Bu operasyonlar, Cumhuriyet tarihinin en büyük cezaevi katliamı olarak kayda geçti. Elbette tüm bunlar, devletin, can güvenliğini korumakla sorumlu olduğu vatandaşlarına karşı ne kadar ileriye gidebildiğinin, gidebileceğinin de göstergesidir.
19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Maraş katliamı gerçekleştirildi. Yaklaşık 150 Alevi vatandaş çocuk, kadın, yaşlı demeden ırkçı milliyetçiler tarafından vahşice öldürüldü. 200’ün üzerinde evin 100’e yakın işyerinin yakılmasıyla sonuçlanan Maraş katliamının bir kontrgerilla organizasyonu olduğu anlaşılmıştır. Maraş katliamı sonrası şehir merkezi Alevilerden önemli ölçüde temizlenmiş, şehrin demografik yapısına bağlı olarak siyasi yapısı da değişmiştir. Tıpkı Malatya, Elazığ ve Sivas’ta olduğu gibi.
Taybet İnan, 19 Aralık 2015 günü sokağa çıkma yasağının olduğu Silopi’de keskin nişancılar tarafından vuruldu. Saatlerce yaralı halde yerde kaldı ve eşi ile çocuklarının gözleri önünde yaşamını yitirdi. Cenazeyi almaya giden kayınbiraderi Yusuf İnan da vurularak öldürüldü. Taybet İnan’ın cenazesi tam yedi gün boyunca sokak ortasında kaldı. Beyaz bayraklarla almaya giden herkese ateş açıldı ve eşi de kolundan yaralandı. 23 gün sonra defnedilebilen cenazesine eşi ve çocuklarının katılmasına izin verilmedi ve cenaze sessizce defnedildi.
Tüm bunların altında yatan en büyük sorun Kürtlerin bir türlü “ikinci sınıf vatandaş”lığı kabul etmemeleridir.
Devlet, Osmanlıdan devraldığı bir gelenek olarak varlığına tehdit olarak gördüğü her türlü farklılığı, düşünceyi engellemek ve gerekirse ortadan kaldırmak amacıyla illegal yollara başvurmaktan imtina etmiyor.
Sonuç olarak Roboski katliamına, Kürtleri yeniden hizaya çekme operasyonu, Kürtlere yeni bir gözdağı olarak bakılabilir.