Faysal Mahmutoğlu Yazdı: Sığınmacılar ve Paris’te Yaşananlar

10.07.2023

Sığınmacıları konuşurken öncelikle toplumsal barışı ve sığınmacıların güvenliğini tehdit edecek nefret söyleminden uzak durulması gerekmektedir. Sorun sığınmacıların kendileri değil, sığınmacılığa neden olanlar ve sığınmacıları siyasi emellerine alet eden iktidarlardır.

Yüzyıllar boyu insanlar zulüm ve siyasal, dinsel, etnik silahlı çatışma ve şiddet olayları nedeniyle vatanlarını ya da içinde yaşadıkları toplumu terk etmek zorunda kaldılar.

İnsanlar kimi zaman daha iyi yaşam standartları için, kimi zaman ise karşılaştıkları ayrımcılık, baskı ve zulüm gibi sebeplerle göç etmişlerdir. Öncelikli amaçları, yaşamalarına yönelik bir tehdidin olmadığı güvenli bir coğrafyada yaşamlarını idame ettirmek.

Mültecilik, zorlu ve geleceği belirsizlikler içeren bir yaşam demektir. Gelinen ülkedeki yaşam koşulları, sığınmacı politikası ve insan haklarına verilen değer, mültecilerin kaderini tayin etmede önemli birer etkendir. İlk karşılaştıkları şey kötü yaşam koşulları, çaresizlik ve yalnızlık psikolojisidir.

Daha iyi bir yaşam, özgür bir toplumda yaşama isteği ve daha iyi bir eğitim için yapılan göçler ihtiyaridir. Buna son yıllarda sağlık alanında ve beyin göçü olarak da tanımlanan, Türkiye’den gelişmiş Avrupa ülkelerine yapılan göç örnek gösterilebilir.

Zorunlu olanlar ise savaş, dinsel ve mezhepsel çatışmalar (bunların tümü İslam ülkelerinde vuku bulmakta), devrimler ve doğal afetler nedeniyle yerinden edilen insanları kapsamaktadır. Suriye, Afganistan, Ukrayna ve birçok Afrika ülkesinden yapılan göçleri bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin açıkladığı “Zorla Yerinden Edilmede Küresel Eğilimler Raporu”na göre 2022 sonu itibarıyla 108,4 milyon kişi yurdundan edildi. Ana yurtlarındaki baskı, sömürü ve şiddet olayları nedeniyle başka coğrafyalara göç eden milyonlarca insan, vardıkları yerlerde şiddetin, ayrımcılığın ve sömürünün her türüne maruz kalıyor.

Özellikle son yıllarda Türkiye’de ve Avrupa’da aşırı sağın yükselişe geçmesiyle birlikte, siyasetin geliştirdiği ayırımcı ve ötekileştirici dil toplumsal kesimleri karşı karşıya getiriyor. Göçmen karşıtı söylemler yoksul göçmenleri toplumun üzerinde ekonomik yük olarak hedef tahtasına yerleştiriyor. Hatta bir güvenlik sorunu haline getiriyor. “Çocuklarımız güven içinde sokağa çıkamıyor” gibi söylemler, göçmenleri potansiyel suçlu konumuna sokuyor, giderek öteki, hatta düşman gibi görmesine yol açıyor.

Bu düşmanlaştırmada sağ siyasetin yanında güvenlik birimleri de önemli bir role sahip. Göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı banliyölerde polis fiziki görünüme, ten rengine göre muamele yapıyor ve çoğu zaman keyfi bir biçimde durdurup kimlik soruyor. Sürekli küçük düşürme ve potansiyel suçlu görme durumu söz konusu.

Cezayir, Fas ve Tunus başta olmak üzere, Kuzey Afrika ve kıtanın geri kalan ülkelerinden Fransa’ya göç etmiş Fransız vatandaşları var. Kanun önünde eşit vatandaş görünseler bile hep Fransa’nın bekasını tehdit eden potansiyel suçlu muamelesine maruz kalıyorlar ve ikinci sınıf vatandaşlar.

Fransız trafik polisi 17 yaşındaki Cezayir kökenli Nahel Merozuk’u durdurduğu sırada aracın hareket etmesi üzerine doğrudan kafasına kurşun sıkarak öldürmesi üzerine halk polis şiddetini protesto etmek için ayaklandı. Araçlar ve otobüsler ateşe verildi, işyerleri yağmalandı, belediye binaları, karakollar ve okullar hedef alındı. Tetiği çeken polisin “aracı üzerime sürdü” diyerek yalan söylemesi isyan ateşini daha da körükledi.

Maalesef Türkiye dahil birçok ülkede sistem, orantısız ya da nedensiz güç kullanan polisi himaye ediyor. Kamuoyu ve medya baskısı olmadığında çoğu kez polisin ayrımcılık ve şiddeti cezasız kalıyor.

Daha önce de Fransa’da 2005 Ekim ve Kasım aylarında da banliyölerde olağanüstü hal ilanına varan ayaklanmalar yaşanmıştı. O zaman Zyed Benna ve Bouna Traore adlı iki genç, futbol maçından sonra Clichy—sous-Bois’da polisten kaçarken sığındıkları trafoda elektrik çarpması sonucu can vermişti. Üç hafta süren olaylar ancak OHAL ilanıyla durdurabilmişti.

2005’te sol partiler ve sendikalar isyancılarla aralarına mesafe koymuştu. Bu kez ise başta NUPES koalisyonu olmak üzere, sol ve sosyalistler banliyölerde yaşayan insanlara destek veriyor, polisin ırkçı ve ayırımcı uygulamalarına son verilmesi çağrısında bulunuyor.

Diğer taraftan faşist hareketler ise gerek Marine Le Pen, gerekse Eric Zemmour (Cezayirli-Yahudi asıllı aşırı sağ politikacı) iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor, yurttaşlık haklarının sadece “gerçek Fransızlar” için geçerli olduğunu savunuyor.

Eric Zemmour’u destekleyen eski bir politikacı olan Jean Messiha sanık polis memuru için yardım kampanyası başlattı. Bağış miktarının ilk iki günde 850 bin Euro’ya ulaşmış olması, hem Fransız sağı ile polis ilişkisini hem de zengin Fransızların aşırı sağla olan ilgisini ortaya çıkarmakta. Nahel’in yoksul arkadaşları da onun için ancak 80 bin Euro toplayabildiler.

Fransız devriminin, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” ilkelerinin kendileri için geçerli olmadığını düşünen göçmenlerde, kendi milli, dini, kültürel değerlerine dönme, entegrasyonu reddetme eğilimi gittikçe güçleniyor.

2017’de polisin şiddet kullanım yetkilerini artıran yasa sorgulanıyor.

Fransa’nın Nice kentinde 14 Temmuz 2016’da Fransa’nın en önemli milli bayramı olan Ulusal Gün (Bastille Günü) kutlamaları sırasında IŞİD’in üstlendiği, 15’i çocuk 86 kişinin yaşamını yitirdiği saldırı sonrası terörle mücadele adı altında bir sürücünün insanlara zarar verme ihtimali varsa polise ateş etme yetkisi verildi. 2017’de yürürlüğe giren bu düzenlemeyle birlikte polis kontrolü sırasında öldürülenlerin sayısı beş kat artmış bulunuyor. Son 18 ayda 16 kişi Nahel ile aynı akıbeti yaşadı.

Fransız polisinin şiddeti veya BM’nin deyimiyle “güvenlik güçlerinin ırkçılığı”, sosyal ağlar sayesinde uluslararası toplumun gözünden kaçmadı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravia Shamdasani yaptığı açıklamada Cezayir ve Fas kökenli olan Nael (Nahel) Merzouk’un Fransız polis tarafından öldürülmesine değinerek “Artık Fransa’nın kolluk kuvvetleri arasındaki derin ırkçılık ve ayırımcılık sorununu çözme zamanı gelmiştir.” ifadesini kullanması önemlidir.

Gençlerin polisten kaçma nedeni kötü muamele ve öldürülme korkusu.

Hem polis hem de bekası için uğraştığı devlet her yerde aynı. Öldürüyor.

Bu arada Türkiye’de Suriyeli ve Afganlı sığınmacılarla paralellik kurup korku senaryoları üreten ırkçı yapılar mevcut. Lokal birtakım olayları bahane ederek meseleyi anında ülkenin bekasına bağlayıp sığınmacıları şeytanlaştırmak, sağın klasik tutumu haline gelmiştir.

Irkçılıkla imtihanında Türkiye’nin sicili de pek parlak sayılmaz.

Adana’da 28 Nisan 2020’de 17 yaşındaki Suriyeli Ali el Hemdan “dur ihtarına uymadığı” iddiası ile polis kurşunuyla hayatını kaybetti. 21 Aralık 2021 tarihli duruşmada sanık polis memuru hakkında “kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezası verildi. Ancak mahkeme heyeti polis memurunun geçmişteki hali ve olaydan sonraki davranışları ve verilen cezanın geleceği üstündeki olumsuz etkileri nedeniyle indirim yaparak 25 yıl hapis cezasında karar kıldı.  İndirim gerekçesi yapılan ‘sonraki davranışlar’ sanık polis memurunun “ayağım kaydı, istem dışı ateş ettim” demesidir.

Bir başka olay; Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde 6 Temmuz 2017 yılında Suriyeli hamile bir kadın, 10 aylık bebeği ile birlikte tecavüz edilerek katledilmişti. Gene İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 günü üç Suriyeli inşaat işçisi, gece uykularında yakılarak katledildiler.

Maalesef toplum bu ve benzeri olaylar karşısında tepkisiz kaldı.

Fransa’daki ırkçılığa karşı isyan konusunda mangalda kül bırakmayan iktidar medyası, Türkiye’ye gelince kör ve sağır…

Sadece İstanbul’da 34 farklı ülkeden geçici koruma statüsünde, ikamet izni olan veya kaçak iki milyonu aşkın sığınmacı bulunmaktadır. İş cinayetlerinde hiçbir maliyet yüklemediği için ucuz iş gücü olarak tercih edilmektedir. Mevcut sığınmacı politikaları, derin yoksulluğun yarattığı büyük bir güvenlik sorununa yol açmakta. Daha sağlıklı bir sığınmacı politikasına ihtiyaç var. Mevcut politikasızlık politikası şimdilik iktidarın elini Avrupa Birliği karşısında güçlendiriyor olabilir ancak uzun vadede sürdürülebilir bir politika değil.

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.