15.07.2024

Gelenekle muhataplık ile şahitlik yapılan milenyum çağının getirdiklerine karşı alınması gereken tavırlar hep tartışılagelmiştir. Konu din ve dini yelpazede taşınan değerler, inanışlar olunca iş daha da girift hale gelmektedir. Geleneğe saygı adına akıl ve din dışı binlerce rivayetin kültürel mirasımızın içine boca edildiği genel bir kabuldür. Gelenekle muhataplık ciddi bir sosyolojik vakadır. Koca bir tarihsel birikimi ne yapacağız? Giden gitmiştir, şimdi her şey bambaşka diyerek tarihsel birikimi atmalı mı, kabullenmeli mi süzgeçten mi geçirmeli? Herkesin her şeyi konuştuğu milenyum çağında, dijital dünyanın egemenliğini ilan ettiği postmodern zamanlarda geleneksel ilgili sorgulamaların yapılması elbette kaçınılmaz ama bu sorgulama, bu analiz nasıl, hangi yöntemlerle ve nerelerde konumlandırılarak yapılacaktır? Konumlandırmaya özellikle vurgu yapmak lazım. Çünkü sorunları analiz edip çözüm ararken kendilerini yanlış konumlandıranlar hakikate ulaşmada maalesef sapmalara maruz kalabiliyorlar. Birilerine ya da bazı kurumlara olan antipati o kişi ve kurumların sahip olduğu değerler dünyasına da bir karşıtlık oluşturabiliyor ki bunun çok da tutarlı bir duruş olmadığı ortadadır. Bunu en bariz örneği geçtiğimiz günlerde ilahiyatçı olarak bildiğimiz bir grup akademisyen ve araştırmacının şeriat tartışmalarında ortaya koydukları tavır ve deklare ettikleri metindir. Konumuz şeriat tartışması olmadığından oraya değinmeyeceğiz. Mevzu din ve dini birikim olunca sorunlar daha da derinleşiyor. Şeriat tartışmaları, ahkamın tarihselliği, Arap örfünün etkileri, İsrailiyat ve İseviliğin dahilleri, sufizmle sarmaş dolaş hurafecilik… Geleneksel birikime karşı kendilerini ne toptan kabul ne toptan red makamında görenler işi kotardıklarını zannederek belli bir rahatlama içinde olabilirler. Yıllardır okuyup yazan, araştırmalar gerçekleştiren bir zihin elbette temel kaynakları esas alarak gelenksel birikimi anali edebilir, ayrıştırabilir ve bir kanaat oluşturabilir. Fakat avam için, sıradan bir muhafazakar için durum hiç de kolay değildir. Her gün, vasat muhafazakar zeminleri hedef alan onlarca yayın dalgasıyla adeta bombardıman yapılmaktadır. Esasen yetişme çağında hep itiraz eden bir kuşağın okumalarıyla hemhal olan ve dinde, düşüncede özgürlüğü, özgünlüğü amaçlayan muhafazakar bireyler, aslında eleştiriden, tartışmalardan pek rahatsız olmamakta ama oluşturulan algılara haklı olarak tepki göstermektedirler. Mesela tevhid eksenli bir düşünceye sahip kesimler şeriat sloganıyla çağı okuyamayan şiddetin yaygınlaştığını ve bunda da farklı dış etkenlerin bulunduğunu kabul ederler. Yine bu anlayış ayrıştırılmayan sünnet ile kavmi örfler geldiğini, irfani yoldan nice hurafenin geldiğini, yanlış kader inancıyla, zulme rızanın kaderleştiğini, İslam topraklarında hala devam eden tembelliğin varlığını da kabullenir. Bunula beraber aynı mantık, yaşadığımız süreçte din ve dinin temel kaynağına vurguda bulunma amacıyla adeta bir akım haline gelen kuru mealcilik anlayışı ile namazın tezyif edildiği, sadece ahlak çağrılarıyla ibadetlerin hafife alındığı, şeriat antipatisi ile dini ahkamın topyekun göz ardı edildiği sadece Kur’an yeter, sloganıyla nerdeyse tüm hadislerin saf dışı edildiği kanaatindedir. Esasen gelenekçi anlayışın da değişimci, dönüşümcü anlayışın da kendi arasında bir bütünlüğe sahip olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Asli kaynaklara döndükçe ayrışma, bölünme daha da artıyor ve karşıtına benzeme ironisine dönüşüyor. Saf selefiliği savunan anlayışın küresel emperyalizmle barışık olması bunun bariz bir örneğidir. Tabi ki genelleme de yapmamak gerekmektedir. Bütün bunlardan sonra yapılacak olan nedir? Geleneği savunan yüzlerce ilahiyatçı, alim, yazar ve araştırmacı ve onların karşısında değişimi, dönüşümü, asli kaynaklara bakmayı savunan yine yüzlerce ilahiyatçı, yazar, araştırmacı… Gelenekle gelen çok şeyi silip süpürdüğümüzü düşünelim. İbadetler değersiz, ahkamlar etkisiz, kaynaklarımızın çoğu atılması gereken rivayetler, Kuran tarihsel… Elde kalacak olan, din midir, soyut bir Hıristiyanlık mıdır belli değil. Peki, eleştiri ve sorgulama yöntemini değersizleştirerek ve bütün ümmet yanıldı da biz mi doğruyuz diyerek bütün geleneksel birikimi doğru kabul etmek mi çözüm? Akıl zaten yeterli değil, bilim zaten bizden batıya gitmedir tesellileriyle mi avunalım?
Gerekli olan toplu infaz mı yoksa denge mi?

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir