Hasan Postacı: 85.Yılında 10 Kasım

11.11.2023

Siyah önlük beyaz yaka giyen son kuşak öğrencilik yıllarımdan iz bırakan önemli olaylardan biri de Atatürk’ün vefat yıl dönümü olan ve her yıl düzenlenen 10 Kasım anma törenleridir.

Sabahın erken saatlerinde hummalı bir çalışma ile başlardı hazırlıklar. Önceden provaları yapılmış, konuşmaların, şiirlerin kasvetli bir ağıt, yas havasını yansıtması için büyük bir özen gösterilirdi.

Her okulda bulunması zorunlu Atatürk köşelerinin siyah çelenk, karanfiller ve sağlı sollu yakılan meşalelerin tam ortasında siyah arka fonda Atatürk’ün siyah beyaz çerçeveli büyük bir fotoğrafı ile güçlü bir görsellik arka planında törenler gerçekleştirilirdi.

10 Kasım anma törenleri saat tam dokuzu beş geçe güçlü bir sirenin çalması ile başlardı. Siren sesi itfaiye yardımı ile tüm ilçede duyulacak şekilde çalınırdı. Yaklaşık bir dakika süren siren sesi Atatürk’ün öldüğü saati hatırlatması için çalınırdı. Bu bir dakikada içinde tüm hayat her yerde durardı adeta. Herkes bulunduğu yerde hazır ola geçer ve beklerdi bir dakika boyunca saygı duruşu pozisyonunda. Herkes birbirinden korkardı kendisini şikâyet edecekler diye. Oldukça Kilolu bir amcadan dinlemiştim.  Özellikle her 10 Kasım’da ayakta durmaya zorlandığı için dışarı çıkmadığını, dükkanını o gün geç açtığını ironi bir tebessümle anlatmıştı.

Okullarda siren sonrası hemen ardından okunan istiklal marşı ve bir dakikalık ikinci bir saygı duruşu ile protokol konuşmaları ve öğrencilerin okuduğu şiirler eşliğinde tören devam ederdi.

10 Kasım törenleri kutsal bir ayin gibiydi adeta. Bu gün ve saatlerde neşeli olmak, kazara tören esnasında tebessüm etmek veya gülmek çok büyük bir tepki ile karşılaşırdı. Halka açık bir yerde o anda saygı duruşunu bilerek bozmak, buna katılmamak en azından karakol nezaretinde bir gün geçirmek ve yetkililerden türlü türlü azar işitmek demekti.  Kimse bu duruma düşmek istemezdi. Öğrenciler için ise disiplin kuruluna gitmek bir güzel dayak yemek ve ceza almak anlamına gelirdi 10 Kasım törenlerinde en küçük bir saygısızlık.

Sonraları 10 Kasımlar Atatürk vefatına üzülmekten öte O’nu anlama ve onun fikirlerini, devrimlerini yaşatma ve takipçisi olma gibi bir misyona evirildi. Büyük kurtarıcının aziz hatırlarının yaşatılması üzerinden takdis edildiği törenlere. Bu kurtarıcı kişi kültü hala toplumsal genetiğimizin aşamadığı derin bir handikaptır.

Atatürk’ten mülhem her gelen devlet başkanı Onunla kıyaslanır. İsmet İnönü, Atatürk Kültüne karşı ‘Milli Şef’ karizması ile dengelemeye çalışılır. Kendi döneminde basılan paralara kendi fotoğraflarını koyarak, çeşitli kent merkezlerine kendi heykellerini yapmaya çalışarak yeni bir Atatürk olmaya çalışmıştır. Sonraki devlet başkanlarının da benzer bir karizmatik liderlik kültünü oluşturmak için çaba sarf ettiğini görmek mümkün. Ecevit’in ‘Karaoğlan’ tanımlaması, Erbakan’ın ‘Mücahit’ sıfatlanması, şimdilerde Erdoğan’ın ‘Reis’ üzerinden tanımlanan karizmatik liderliği sosyopolitik olarak ‘Kurtarıcı Kişi’ genetiğinin hala devam ettiğini gösterir.

Kişilerin kutsanması toplumsal gelişmemişliğin bir göstergesi olarak görülebilir. Aziz peygamberin vahiy örnekliği üzerinden inşa etmek istediği fıtrat toplumu oluşum sürecinde de odaklandığı dinamiklerin başında kişi kutsallığının önlenmesi vardır. Seçilmiş bir peygamber olmasına rağmen toplumsal iş ve işleyişlerde istişare ve ortak aklı özne kılma çabalarını merkeze aldığı görülür. Aziz peygamber, yaşamı boyunca bir Kisra, Kral, Sultan veya Kayser gibi tek kutsal, tartışılmaz adam olmak imajı ile hep mücadele etmiş ve ortak aklı işlevsel kılan bir toplumsal yapı inşa etmeye çalışmıştır.

Atatürk ve benzeri diğer liderliklerin toplumsal duygu boyutu ile orantılı olarak tartışılmaz, aşılmaz kutsal kılındığı oranda sosyopolitik polarizasyonların bir dinamiği haline dönüşmekten kurtulamadığının altını çizmek gerekir. Kutsallaştırılırmış sevgi ve affedilmez nefret kıskacında sosyopolitik sığlığı arttıran bir toplumsal etki üretmesi kaçınılmaz olur.

Yaşanan tarihsel süreç bu tür tartışılmaz liderliklerin, sosyopolitik olarak araçsallaştırıldıklarını göstermiştir. Bugün Atatürkçülük üzerinden sosyalist, milliyetçi, demokrat, liberal, muhafazakâr ve hatta İslamcı kesimlerin kendine özgü Atatürkçülük yorumlarını, savunularını çeşitli boyutlarda görmek mümkün. Sosyopolitik olarak aşılamayan bu dinamiğin kullanışlı bir politik malzemeye dönüştürülmesi yoluna gidilir. Adeta her bir kesim biz diğerlerinden daha iyi Atatürkçüyüz, Atatürk yaşasaydı bizim gibi davranırdı, bizim partimize, derneğimize, oluşumumuza gelirdi yarışına girilir.

Birer tarihi şahsiyet olan iz bırakmış kişiler üzerinden şimdiyi ve geleceği refere etmeye çalışmak tek kelime ile tarih zindanında takılıp kalmaktır. İki açıdan bu sorunludur. Birincisi tarihin bir kesitinde olanlar sadece bir kişinin tek başına her şeyi yapıp ettiği üzerinden okunmasıdır ki bu akıldışı bir saçmalıktır. İkinci olarak hiçbir beşerin yaptığı her şey tamamen mutlak iyi veya mutlak kötü olamaz. Doğru ve yanlışları ile beraber topluma mal olmuş kişiliklerden kutsamadan yararlanılmaya çalışılmasına odaklanılmalıdır. Vahiy terbiye ve öğretisi ile davranan peygamberlerin bile zelle denilen küçük hatalarının düzeltildiği, beşer olarak eksikliklerinin olduğu kendi beyan ve tarihsel aktarımlarla sabittir.

Bu bağlamda Atatürk’ü koruma yasası gibi kişiye özel yasal düzenlemelerin, O’nu anlamak, sevmek için yeterli olmadığını, tersine kutuplaşmalar üzerinden çatışmacı bir iklimi ajite ettiğini söylemek mümkün.      

10 Kasımın 85. Yılında geçmişin otoriter kasvetli törenlerini görmemek olumlu yönde bir gelişme olsa da hala Atatürk üzerinden duygusal sığlığı genel toplumsal iklimde varlığını sürdürüldüğünü görmek mümkün. Atatürk’ün kendi ifadesi ile benim naçiz vücudum elbet bir gün olacaktır… Diyerek kutsal ve ölümsüz olmadığını vurgulamasının bu bağlamda altını çizmek gerekir.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.