Hasan Postacı Yazdı: İlke ve Değer Merkezli Siyasetin İmkanları-3

23.01.2021

Evrensellik-Yerellik Sorunsalı

İslami açıdan evrensellik, bireysel ve toplumsal üst kimliğin vehbi değil kesbi olanla belirlenmesini beraberinde getirir. Kişi doğduğu coğrafyayı, anne-babayı dolayısıyla kavmi, milleti, ülkeyi seçme şansına sahip değildir. Buna bağlı olarak konuştuğu anadili ve yaşadığı sosyokültürel ortamı da seçemediği söylenebilir. Yani bu durumların bir kısmı doğrudan, diğer bir kısmı da dolaylı olarak vehbidir.

Vehbi olana bağlı olarak bireysel ve toplumsal üst kimlik belirlemek ve bunun üzerinden bir izzet ve üstünlük iddiasında bulunmak, yaşamı bu değerler üzerine inşa etmek, fıtratı bozan bir sapma ve cahiliye olarak görülür. Bu bağlamda ten rengine bağlı ırkçılık, sahip olduğu soya sopa istinaden geliştirilen kavmiyetçilik, modern zamanların bir versiyonu olarak geliştirilen ulusçuluk-milliyetçilik merkezli etnik ayrımcılık, buna bağlı ortaya çıkan tüm siyasi tahayyül ve anlayışlar, İslam’ın evrensel perspektifinin mahkûm ettiği, dalalet ve sapma olarak gördüğü ve Kitab-ı Kerim’in cahiliye olarak tanımladığı (maide-50) yaklaşımlar olarak tanımlanabilir.

İslami evrenselliğin bireysel ve toplumsal üst kimlik boyutu, Peygamberimizin Veda Hutbesi’nde en veciz ifadesini bulur. “Arap’ın Acem’e (Arap olmayana) üstünlüğü yoktur. Hepiniz Adem’densiniz. Adem ise topraktandır.” diyerek vehbi olanın üst kimlik olarak merkeze alınamayacağını, bir üstünlük ve izzet kriteri olamayacağını açık bir şekilde vurgulamıştır.

Dillerin ve renklerin farklılığının Allah’ın ayetlerinden olması (Rum-22), tanışma(tüarrifü) olsun diye farklı topluluklarda olunması ve nihai üstünlüğün takva (hakkıyla iman eden, sakınan, ahlaklı birey / hak ve özgürlükler merkezli, adalet üzere örgütlenmiş toplum) ile olduğu (Hucurat-13) ayetleri, İslam’ın hedeflediği evrensel duruş ve anlayışın ana koordinatlarını belirler.

Hz. Musa (as) kıssası, bir sosyal ayet olarak bu bağlamda detaylı analiz edilebilir. İsrailoğullarının (Sıptiler) Mısır tiranlık yönetimini elinde bulunduran Firavun Kavmi (Kıptiler) tarafından açık bir etnik ayrımcılığa tabi tutularak köleleştirilmesinin en ayrıntılı anlatımı Kasas suresinde geçer. Firavun’un acımasız kibrinin neden olduğu zulüm, Mısır tiranlığının helak edilmesi ile sonuçlanır. 

Hz Musa(as)’ın İsrailoğulları’nı özgürleşinceye kadar (Mısır’dan çıkış) herhangi bir toplumsal sorumluluk ve düzene davet etmemesi, toplumsal kimliğin ancak özgürlükle anlamlı hale gelebileceği şeklinde okunabilir. Yani köleleştirilmiş, (mustazaf) özgür olmayan birey ve toplumların irade ve kişiliklerinin de olamayacağını gösterir. Allah’ın muradının mustazafların özgürleşmesi ve yeryüzünün mirasçıları olmaları yönünde olacağı (Kasas-5) bu bağlamda ifade edilir.  Bu durumun derinlikli analizleri üzerinden günümüzdeki sosyopolitik karşılıklarına, yerellik konusu sonrasında tekrar dönülecektir.

Evrenselliğin günümüze sosyopolitik izdüşümleri bağlamında ilk altı çizilecek konu, 20. yüzyılın laneti olarak tanımlanabilecek olan faşizm üzerinden ortaya çıkan siyasi hareket ve oluşumlardır. Günümüze kadar hala çeşitli versiyonları ile kimi zaman yabancı düşmanlığı, kimi zaman İslamafobi gibi yeni söylem ve yaklaşımlarla özellikle sömürgeci emperyalist ülkelerde servis edilen anlayışlar, bu iklimdeki sapmalar olarak küresel cahiliyenin bir yüzü şeklinde tanımlanabilir.

Bu durum Osmanlı sonrası İslam coğrafyalarında, evrensel İslam üst kimliğini parçalayan mikro milliyetçilikler olarak ortaya çıktı. Arap Baasçılığı, Türk Turancılığı, Şialık ile sentezlenen Fars milliyetçiliği üzerinden kendini görünür kılan sosyopolitik anlayışların ajite ettiği tepkisel ulusçuluklar ile evrensel İslami üst kimlik, bir ütopya olarak bireysel ve toplumsal gerçeklikte karşılık bulmaktan her geçen gün biraz daha uzaklaşmaktadır.

Ümmet kavramı, üzerinde uzlaşma sağlanması en zor kavramlardandır. Hali hazırda kendini İslamcı olarak tanımlayan anlayışlarda evrensel İslami üst kimliğin sosyal, siyasal, kültürel, coğrafi boyutlarını kuşatan bir kavram olarak ümmet kimliği öne çıkarılmaktadır. Bu durum, ümmetin temel birleştirici liderlik kurumu olan halifeliğin ihyasına tüm enerjisini sarf etmesine sebep olmuş ve yapıların doğmasını beraberinde getirmiştir.

Ümmetin, evrensel İslami kimliğin bir üst çatısı olmasının siyasi proje olarak imkânları Afgani ve Karakoç’ta “İslam Ülkeleri Birleşmiş Milletleri”ni kurmak şeklindeki bir yaklaşımla şekillenmiştir. Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi’ne atfen, ümmetin sadece Müslümanları içine alan bir yapı olmadığını, müşrik ve kitap ehli gruplarını da kapsamasından yola çıkarak sözleşmenin bir siyasi üst çatıyı tanımlamada kullanıldığına vurgu yaparak, soyut egemenlik düzeyinde bir yaklaşımı ortaya koyar. 

Evrensellik bağlamında ümmet kavramının hala, en azından kültürel bazda, Müslüman coğrafyaların ve toplulukların ortak bir üst kimlik üzerinden tanımlanmasına yönelik en kuşatıcı kavram olduğu üzerinde uzlaşılabilir.

Buna rağmen güncel tabloda Yahudilik ve Hristiyanlıkla kıyaslandığında, evrensel bir üst kimlik çimentosu olması boyutunda yeterli bir derinlik kazanmadığını veya son üç asırda bu anlamda önemli irtifa kaybına uğradığı görülür. Bu tespiti kanıtlamak için İslam ülkelerindeki sosyopolitik ve sosyokültürel durumla, dünya Yahudilerinin ve İsrail’in politik gücünün ve Avrupa’dan Latin Amerika’ya uzanan Hıristiyan dünyasının arasında basit bir kıyaslama yapmak yeterlidir.

Günümüz için ümmet üzerinden evrensel bir üst kimlik birlikteliğinin ütopik bir yaklaşım olarak mahkum edildiğini belirtmek gerekir. Bu duruma yönelik oluşan kırılmaları bir sonraki yazıya bırakalım.              

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir