18.11.2023
“Aziz şehidin 24 Kasım 1933 doğumunun 90. Yılı münasebetiyle”
Toplumsal değişime ve tarihe yön verme bağlamında etkili olan insanlardan bahsedilirken, bir “sosyolojik piramit” modellemesi üzerinden analizler yapılır. Buna göre gerçekte toplumların değişiminde önemli kırılmalar, devrimci dönüşümler meydana getiren insanlar piramidin en tepesinde yer alırlar. Sayıları her dönem ve toplumda çok azdır.
Toplumsal piramidin en tepesinde yer alan bu müstesna kişiler, çoğu zaman kendi yaşadıkları toplumda ve zaman diliminde yeterince anlaşılamazlar ve hep bir çatışma yaşarlar içinde yaşadıkları düzenle, toplumla. Çoğu zaman büyük bedeller öderler fikirleri ve idealleri uğruna. Peygamberler, büyük düşünce adamları, sokratesten, Galile’ye, Hz. Hüseyin’den, Ebu Hanife’den, Cemalleddin Afgani’ye, Beddiüzaman Said-i Nursi’ye, Seyyid Kutub’a, MalcolmX’e kadar çok çeşitli alanlarda, iklim ve zeminlerde, düşünceleriyle, yaşam biçimleri ile tarihte kırılma noktaları oluşturmuş bu insanlar, toplumsal piramitlerinin en tepesinde, saygın, onurlu ve çoğu zaman yalnız bir şekilde yerlerini almışlardır.
Taşıdıkları mesajlar, çağlar, nesiller ve coğrafyalar üstüdür. Aziz hatıralarıyla, evrensel vicdanın, fıtratın ve adaletin devrimci ve özgürleştirici ışığını yansıtırlar tüm iklim, zaman ve coğrafyalara.
Ali Şeriati de fikirleri, yapıp ettikleri, yaşam biçimi ve şahadetle miras bıraktığı hayatı ile bu vahyin diriltici, evrensel, devrimci mesajını taşıyan sembol isimlerden birdir. Şeriati, iktidarın, konforun, ruhsuzluğun tüm İran toplumunu teslim aldığı bir dönmede, dinin tüm içeriğinin boşaltılarak, anlamsız ritüellere dönüştürüldüğü bir ortamda, tüm zihinleri ve ruhları rahatsız edecek, “Öze Dönüş” ün, diriltici mesajlarını coşkulu, özverili, olağanüstü bir çaba ve gayretle taşımıştır tüm mustazaf yüreklere.
İran coğrafyasını aşarak tüm dünyada izler bırakan Ali Şeriati etkisi, kirlenmiş, her tarafını yosun ve bakteriler kaplamış, ruhsuzlaşmış durgun bir su tabakası havzasına derin bir fay kırılması meydana getirerek, bir çağlayana dönüşmesi ve yeniden kendi fıtri duruluğunu, saf ve temizliğini, enerjisi yüksek bir çağlayan gibi gür bir akışla, tüm toplumsal kesimlerin yeniden vahyi değerler ikliminde dirilişini, bereket ve coşkusunun oluşmasını beraberinde getirmiştir.
İşte tamda bu etkileri dolayısıyla Ali şeraiti için, “Devrimin Öğretmeni” tanımlaması yapılmıştır. Peygamberi bir misyon olan “devrim Öğretmeni” olmak, fikirleri, hayatı ve şahadeti ile Ali Şeriati’ye en çok yakışan tanımlamaydı.
Ali Şeriati, tüm düşünce ve fikirlerinin, ortaya koyduğu tüm davranış ve duruşlarının tek bir amaçla tanımlamak mümkün sanırım. Bu amaç ise; Kuran ve Kuran değerleri ile inşa edilmiş tarihsel birikimleri, yeniden varoluşun amacına uygun, özüne ve yaratılış fıtratına dönüşünü sağlamak ve vahyin asıl devrimci, diriltici misyonunu yaşanabilir kılmaktır denilebilir.
Ali Şeriati, bu devrimci öze dönüşü yapamaya çalışırken, klasik, donuklaşmış, ruhsuz formlara indirgenmiş geleneksel İslami düşünce ensturman, usul ve yöntemleri ile değil, kendine özgü, coşkulu, saf, duru ve zamanın ruhunu yakalamaya çalışan bir duyarlılıkla ortaya koymaya çalıştı.
Bu yazıda, bir eğitimci, akademisyen ve sosyolog olan Ali Şeraiti’nin başta donuklaşmış geleneksel Şia kültürüne getirdiği yeni açılımları ve bunları üzerine bina ettiği İslam düşüncesinin temel boyutlarına getirdiği çarpıcı, sarsıcı ve kitleleri vahiy ikliminde yeniden harekete geçirici yaklaşımlarından bir kesit sunulmaya gayret edilecektir.
Başta İslami düşüncenin en mütekâmil örneği olan peygamberin gereği gibi tanınması ve anlaşılması olmak üzere, özellikle Şia’da, sembol isimlere dönüşmüş, Hz. Ali (ra), Hz. Ebuzer(ra), Hz. Fatma(ra), Hz. Hüseyin (ra) ve Hz. Zeyneb (ra) gibi şahsiyetlerin yeniden gerçek misyonları ile gündeme getirilmesi ve örnekliklerinin günümüze taşınması bağlamında ortaya koyduğu yeni yaklaşımları üzerinde durulmaya çalışılacaktır
ALİ ŞERİATİ’DE TEMEL DİNAMİKLER
1-KURAN
İslam düşüncesinin temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim, Ali Şeriati’de, tüm geleneksel akaid, tefsir ve kelamın usul ve yöntemlerinin ağır, anlaşılmaz, hayattan kopuk tartışma ve problemlerinin dışında, ama onları da yer yer dikkate alarak yeniden toplumun gündemine taşımıştır. Temelde Kuran’ın, günümüze yönelik verdiği mesajları, zengin örnekliklerle anlatmaya çalışmıştır. Hayatın dışına itilen, sadece kutsal bir nesneye indirgenen Kuran’ı, yeniden yaşamın tüm alanlarını kuşatan bir kitap olarak gündeme getirmiştir.
Dr. Şeriati’de Kuran bir yaşam rehberi, devrimci bir manifesto boyutuyla öne çıkmıştır. Bu bağlamda, Kuran ikliminden beslenen yeni bir insan, Allah(c.c), toplum, tarih ve din tanımı ve anlayışı, adeta yeniden inşa edilmiştir.
Fransa Sorbon üniversitesinde doktorasını yapan Şeriati, Çağdaş ideolojileri çok iyi bilen ve analiz eden biri olarak, özellikle, batının ideolojik propagandası etkisinde kalmış İran gençliğini derinden etkileyerek, kendi medeniyet iklimine ve kendi özündeki vahiyden beslenen değerlere, yeniden dönmesini, yönelmesini, bunları fark etmesini sağlamıştır.
Dr. Şeriati, Hangi Kuran? Diye sorarken şunları söyler;
“Evet, sen Kur’an diyorsun, ama hangi Kur’an? Cehaletin elinde teberrük edilip kutsanan bir nesne olan Kur’an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur’an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı Kur’an?”
Ali Şeriati’de Kuran, düşünce, özgürlük ve aletin kitabıdır. Geleneksel anlayışta kuru, kutsal bir nesneye dönüştürülen ve hayatın dışına itilen Kuran anlayışına çok sert eleştiriler getirir.
“Okumanın, düşünmenin, aydınlanmanın, kavramanın, bilinçlenmenin, yol bulmanın [hidayet], ayağa kalkmanın [kıyam], amel etmenin kitabı olan Kur’an; izleyicilerinin, yükümlülük, seçebilirlik [furkan] ve insani sorumluluğu adına önerdiği tek çözüm; “İstihare” olan, teberrük edilen bir kitap biçimine dönüştürüldü. İzleyicilerinin ona” karşı görevi: Kupkuru bir yüceltme, takdis, tazim, teberrük ve öpmek.. Abdestsiz el sürmemek, bir kılıfa geçirerek aynanın kenarına veya duvarın yüksek yerine asmak… Kundağın yanına, yeni evin kapısına, misafirin başucuna… Bazı sureleri / ayetleri de cadıca işlevler, özel törenler, tılsım ve büyüler, cin ve romatizma kovup-gidermeler, büyük büyülerin düğümlerini atmalar… için kullanılır oldu.”
Geçmişte kurtuluş ve izzete ulaştıran bir kitap olan Kuran’ın bugünde aynı güce sahip olduğunun ısrarlı savunuculuğunu yaparken Şeriati, şunu der;
“Eğer Kur’an, kitap olsa, okunup anlaşılsa, gündemi İşgal etse; eğer mü’minlere, “O konuşuyor, hitabı sanadır, kulak vermeli, ne dediğini dinleyip kavramalısın” dense, kurtuluş bağışlar, izzete ulaştırır, uyandırıcı ve yapıcı olur. Kur’an bu gücü yalnızca geçmişte göstermiş değildir, bugün de böyledir. Salt geçmiş, Roma-Sasani emperyalizmine karşı değil, çağdaş/modern sömürgecilik ve emperyalizme karşı da bu gücü verir.”
Kısaca Şeriati de Kuran, toplumda devrimci dönüşümün temel kaynağı olarak görülmüştür. Kuran’ın, geleneksel din anlayışı içinde kaybolan, tüm hayatı kuşatan dinamik işlevini yeniden kazanması için çalışmıştır.
2-KURAN KISSALARI
Ali Şeriati, Kuran içeriğine, kıssalara ve bir takım temel kavramlara ilişkin çok farklı, sarsıcı yorumlar, açılımlar getirmiştir. Yaratılış metaforundaki, Allah, Adem, şeytan, melek ve cennet gibi kavramlar üzerine geleneksel tefsir anlayışının tüm sınırlarını, sarsan, zorlayan derinlikli yorumlar getirerek, “Allah-İnsan- yaratılış” ontolojisine Kuran ikliminde yeniden inşa edilmesine çalışmıştır. O’na göre, Adem’in kovulduğu “cennet” ile vaat edilen “cennet” aynı değildi. Adem’e isimlerin Öğretilmesi ve ruhundan üflenmesidir insanı aziz kılan. Âdem’e verilen “emanet” ise O’na bahşedilen “İrade gücü” dür. Adeta insan kendini tercihleri ile var eder, tercihlerindeki sonuçlardır O’nun “Emanete” karşı durumunu belirleyen. Ali Şeriati, Adem metaforu çerçevesinde anlatılanlardan yeni bir “insan” tanımı çıkarmış, yeni bir “insan felsefesi” inşaetmiştir.
Ali Şeriati, İslam’ın, toplumu dönüştürmedeki misyonunu merkeze alarak bir adım daha ileri gider ve Kuran’da “Allah” geçen yerlere “halk/toplum” kelimesini koyduğunuzda ayetlerin anlam bütünlüğünün bozulmadığına dikkat çeker. Buradan gerçekte, Allah’ın rızasına, toplumsal adalet, hak ve özgürlüklerin sağlanması oranında ulaşılabileceğini vurgular. Bunun tersine oluşacak her urumun ise “yeryüzünü fesada” vermek anlamına geleceğini ve bunun Allah’ın gazabına neden olacağını belirtir.
Yine şirk ve zulüm toplumlarının temel yapısını bu bağlamda yorumlar. Özellikle Hz. Musa(as) kıssasından yola çıkarak firavun toplumu üzerinden, şirkin hakim olduğu tüm toplumların ana karakterini, y,ne Kuran’i sembollerle günümüze taşımaya çalışır.
Bu bağlamda, tüm şirk ve zulüm toplumlarının üç temel sacayağı üzerinde durduğunu belirtir. Bu üç unsuru, “zor-zer-tezvir” ile kavramsal formülasyonunu kurarken, Hz. Musa(as) kıssaında bunlara karşılık gelen sembol kişilikleri analiz eder. Şirk toplumunun iktidarını ayakta tutan bu üçlüden “Zor” otoriteyi, gücü temsil eder ve “Firavun” ile sembolize edilir. “Zer” ekonomik gücü, mal, para ve serveti anlatır ve “Karun” ile karşılığını bulur. “Tezvir” ile bu iki gücü meşrulaştırmak için kullanılan bilgi gücünü işaret eder ve “Belam” kişiliğinde müşahhaslaşır.
Ali Şeriati, “Firavun-Karun-Belam” üçlemesini, modern şirk düzenin yapısını açıklamada kullanır. Günümüz modern dünyasında hüküm süren, emperyalist batı sisteminin tüm karmaşık kurumsal yapısını temelde bu üçlemedeki şirk toplumu karakterine indirgeyerek, yalın ve en sade biçimde tüm çıplaklığı ile anlaşılmasına çalışır.
Temelde varoluş serüvenini Tevhid-Şirk mücadelesi çerçevesinde tanımlar. Tarih felsefesini yine Kuran ikliminde ve Habil-Kabil kıssasından başlatarak günümüze kadar taşır. Tüm savaşımın ve mücadelenin temelinde Habiloğulları ve onların savunduğu inanç ve değerler ile Kabiloğullaının arasında sürüp geldiğini ve bundan sonrada bu minval üzere devam edip gideceğini hatırlatarak, yeni devrimci bir tarih felsefesi üzerinden günümüze taşır.
Hz. İbrahim kıssası üzerinden, içsel inşa sürecini tamamlamış, devrimci ve inatçı bir takva ile donanmış bir portre çizerken, devrimci İslami mücadeleyi ancak iç terbiyesini/devrimini gerçekleştirmiş, adayışın doruklarındaki insanlar tarafından sürdürülebileceğini vurgulayarak, “Kimdir/nedir senin İsmail’in ?” sorusunu sorar. İbrahimi duruşların, ancak ve ancak İsmaillerini kurban edebilme zirvelerine ulaşmış adayışlarla gerçekleşebileceğini hatırlatır.
Yukarıda örneklerini verdiğimiz Kuran kıssalarında Ali Şeriati, her bir olay, her bir kişilik günümüze vahyin devrimci, diriltici mesajlarını taşıyan, adeta yeniden keşfedilmiş metaforlar olarak zihinsel bir dönüşüm ve farkındalığa dönüşür.
3-KURANİ KAVRAMLAR
Klasik tefsir usul ve yaklaşımlarının dışında ama aynı zamanda bu birikimleri de dikkate alan bir yaklaşımla Ali Şeriati Kurani kavramlara, günümüz dünyasını anlamlandırma ve İslami duruşu çağdaş insana tanımlama bağlamında yeniden hayatiyet kazandırmıştır.
O’nun, tevhid, şirk, mustazaf, zulüm, takva, sabır, din, Mele, Mütref, İmamet, Velayet, Adl, Kıst, İnfak, Nifak, Belam, Karun, Salih amel gibi kavramlar hakkındaki geniş ve derin siyasi anlamlar taşıyan terimlere getirdiği tanımlar, kendisinden önce bu kavramaların taşıdığı anlamları da dışlamadan, sadece anlamın günümüze yansımasında, sapma ve bilgi kirliliğinin getirdiği anlam kaosunda, İslami terimleri yerli yerine oturtmak çabasındadır.
“Mustazaf” kavramını analiz ederken, yaşadıkları, sömürü ve köle düzenlerini içselleştirmiş, kanıksamış kitleleri eleştirir. Kuran’ın “yeryüzü mirasçılar” kılmak istediği mustazafların, zulme boyun eğen, pasif, mistik kaderci bir bekleyişte olan ruhsuz kitleler olmadığını, bu tür mustazaflığı Kuran’ın eleştirdiğini, hoş görmediğinin altını çizer. Allah’ın yardımının ancak ve ancak, sömürü ve zulum düzenlerine itirazı olan, başkaldıran mustazafların yanında olabileceğini anlatır.
Yine “Salih amel” ve “ hasene” ayrımı yaparak, Kuran’da çoğu kez iman etmekten hemen sonra gelen “Salih amel” in, İslami toplumsal mücadeleyi besleyen çaba, davranış ve çalışmalar olarak anlaşılmasını ister. Bu bağlamda, eğitim çalışmaları ve insan yetiştirmeyi kitap yazmayı, İslami mücaeleye her alanda destek vermeyi, çeşme, cami, yol yapmaktan daha önemli görür. İslami mücadeleye ve Allah’ın dinin yüceltmeye hizmet etmeyen maddi iyilikleri “Salih amel” olarak görmez, “hasene” olarak tanımlar.
Beled suresinde geçen;
“Fakat o sarp yokuşa göğüs germedi.
Bildin mi, nedir o sarp yokuş?
Bir köleyi azad etmektir.” (90/11-13)
Ayetlerinden ne anlaşılması gerektiğini açıklarken, günümüzde kölelik sistemi artık ortadan kalkmıştır. Azad edilecek köle yoktur. Öyleyse bu ayet bizi ilgilendirmez, bizi bağlamaz, hükmü ortadan kalkmış mıdır diyeceğiz? Diye sorar. Ardından hayır der. Bugün bu ayetten, emperyalizme, her türlü sömürü düzenine karşı durma olarak anlamlandırmalıyız. Bu ayetler bugün bize kapitalist sömürü düzenlerine karşı mücadele etme sorumluluğu yüklediğinin önemle altını çizer.
Ali Şeriati’de “Din” kavramı da farklı boyutlar kazanır. Tarihin hiçbir döneminde “Din” ile “Dinsizliğin” çarpışmadığını belirtir. Vahye dayalı tevhidi dinin insanlar tarafından bozulup tahrif edilmesi ile beraber peygamberler gönderilmiş ve yeniden vahiye dayalı dini insanlara ulaştırılmaya çalışmışlardır der. Dolayısıyla, modernizmin din kavramını içini boşaltarak hayatın dışına ittiği, sadece bireysel ve içsel bir yönelime indirgediği dini, yeniden gerçek anlam boyutlarına kavuşturarak, tüm hayatı kuşatan ve tanımlayan değerler sistemi, dünya görüşü ve hatta ieolojik bir duruşun karşılığı olma boyutunda gündeme getirdi. Bu bağlamda, markisizimden, varoluşçuluğa kadar tüm ideolojik fikir ve duruşları da kendi içinde yaşama dair değer ve inançları olan birer din olarak görülmesi gerektiğini belirtti.
Bezer örneklerini çoğaltacağımız yaklaşımlarıyla Ali Şeriati, Kuranın yeniden anlaşılmasında ve çağımıza yanıtlar üretebilecek potansiyel ve gücünün fark edilmesinde çok önemli katkılar sunmuştur. Bu alandaki açılımları, sadece İran’da değil, tüm İslam coğrafyası ve dünyada önemli etkiler ve izler bırakmıştır.
4-TARİHSEL ÖRNEKLİKLER
Başta Şia ve İran toplumunun temel dinamikleri olan, Hz. Muhammed (sav), Hz. Ali (ra), Hz. Fatma(ra), Ehli Beyt mektebi ve 12 İmam, kerbela vakası ve Hz. Zeyneb (ra) ve Hz. Hür(ra) gibi efsaneleşmiş kişiliklerin yanı sıra Hz. Ebu zer (ra) gibi evrimci ve öncü örneklikleri yeniden gündeme farklı boyutları ile getirmiştir. Adeta, içleri boşaltılmış, tenzih kültürüyle iyice ruhanileştirilerek hayatın dışına itilmiş ve ulaşılmaz hale getirilmiş sembol kişilikleri, duruş, eylem ve sözleri ile yeniden hayatın tam ortasına taşımış ve birer rol model olarak insanların önüne koymuştur.
Kerbelayı bir mücadele metaforu olarak modellemiş ve “Gidenler Hüseyin’in yaptığını yaptılar. Kalanlar zeyneb’in yaptığını yapmazlarsa Yezid olmaktan kurtulamazlar” gibi çıkışlarla, İslami mücadele ruhunu tüm kitlelerde devrimci bir dinamiğe dönüştürmeyi amaçlamıştır.
Hz. Fatma’da İslam’ın kadın modeleini yeniden inşaa etmeye çalışan Şeriati, Şia’nın gelenek içinde gerçek misyonunu kaybettirdiği kadın modelini, Hz. Fatıma ve Hz. Zeyneb üzerinden yeniden gündeme taşımıştır. Hz. Fatıma’nın acılar çeken, çileli bir yaşamın ardından hayata veda eden ve ardından gözyaşı dökülen ve Hz. Peygamberin kızı, Hz. Ali’nin eşi ve ehli beytin kutsiyetinde yer almış ruhani bir figür olamdığını, İslami mücadelenin her alanında patrikleri ve sözleri ile, bir anne ve eş olarak yaptıkları ile, bir peygamber kızı olarak ortaya koyduğu uruşu ile yeniden anlaşılması ve tanınması gereken örnek bir kadın olduğu gerçekliğini, tespit ve yorumları ile gündeme getirmiştir. Ali Şeriati, hz. Fatma(ra) ile ilgili şu çarpıcı değerlendirmeleri yapar:
“Fatıma (Allah ondan razı olsun) tekrar müslüman kadını ortaya koyabilir. O Zeyneb gibi bir kızını, Hasan ve Hüseyin gibi oğullarını, bu aşamada bir anne olarak yetiştiriyor. Yüce, örnek ve eş kadının, başka bir boyutu olarak Ali’nin yalnızlık, sıkıntı, zorluk ve azametleri durumunda da hep Onun yanında olmuştur. Ayrıca sorumlu, sosyal bir kadın olarak doğumundan, babasının defnolunduğu ana kadar, yine bir an bile mücadeleden geri durmadı… Fatıma öyle bir kadındır ki [Allah ondan razı olsun] toplumunda var olan sapma ve zulüm karşısında sorumluluk hissediyor, sosyal mücadele ve kavgaların içerisinde bulunuyor. Ta ölüm anına dek sessiz durmuyor, susmuyor ve sönmüyor.”
Ali Şeriati’nin sembolleştirdiği isimlerden biri de Hz. Ebu Zer el Gaffari (ra) dir. Özellikle mülkiyet ve iktidarın çözücülüğüne karşı,n toplumsal adaletsizliğe, adil olmayan paylaşıma, saltanatlaşan dine karşı Ebu Zer üzerinden sesini yükseltir. Ebu zer, onun en önemli kahramanlarından biridir. İlk gençlik yıllarında Ebu Zer’in hayatını anlatan bir kitabı tercümesiyle başlamıştır ona hayranlığı. Ali Şeriati kişiliğinin şekillenmesinde, ortaya koyduğu duruş ve fikirlerinde Ebu Zer’in önemli bir etkisi vardır. Ebu Zer, onun nezdinde, dünyevileşmeye, hatta İslam’ın son Hz. Osman (ra) önemi ile başlayan yozlaşmaya karşı, fıtratın, adaletin ve vicdanın çığlığı, öfkesi olarak Ebu Zer’i taşır günümüzün konformizmle kuşatılmış geleneksel din algısının karşısına.
Çoğu kimse bu konuda, Ali Şeraiti’nin sınırları zorladığını söyleyerek eleştirir. Hatta O’nu Marksist olmakla itham edenler bile çıkmıştır dinin konformist, mistik ve geleneksel donukluğuna karşı çıkarken söylediklerinden dolayı. Ama onun temel amacı, kavgası fikri bir ekol oluşturmak değildir. Tersine bir uyanış gerçekleştirmektir. Bu nedenle uyuşmuş zihinleri irkiltecek, ezber bozacak, şok edecek sözler söylemekten geri durmaz. Kendi ifadesiyle; “Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim, ben rahatları rahatsız etmek için geldim” der.
Ali Şeraiti sosyolojisinde inşa edilen en önemli dinamiklerden ikisi de Hz. Peygamber(sav) ve Hz. Ali (ra) ile ilgili açılımlardır. Peygamberin tüm hayatını, hicret gibi önemli dönüm noktalarına getirdiği derinlikli yaklaşımlarla siyeri adeta devrimci, mücadeleci bir bakış açısıyla yeniden yorumlamıştır.
Geleneğin belli bir kutsal alana hapsettiği peygamber ve Ali örnekliklerini, yeniden mücadeleci bir ruhla hayatın tam merkezine taşımıştır. Geleneğin tortuları içinde ruhsuzlaşan, hayata müdahale etme ve biçimlendirme misyonlarını kaybeden “Safevi Şiası” nın karşısına, tevidi iklimde beslenen, aşkın, çilenin, sabrın, inatçı bir takvanın, adanmanın ve mücadelenin devrimci dinamiklerini taşıyan “Ali şiası” nı koymuştur.
Hz. Peygamber’in (sav) hayatını yeni bir bakış açısıyla anlatırken, bir yandan peygamberin insani boyutuna okunuşlar yaparak O’nu ulaşılmaz, ruhani olandan yeryüzüne indirerek, “örnek model” olarak, insanların yaşamına taşır. Onun kaleminde, siyeri Nebi, tüm detay ve yaşanmış olayları ile İslami mücadelenin temel ilkelerinin belirlendiği bir “model süreç”e dönüşür. O peygamberin hayatının her detayında, günümüze ışık tutacak izler bulmaya çalışır.
Peygamberin çocukluğundan, gençliğine yetimliğinden, çobanlığına, ticari hayatından evliliğine kadar yaşamının her karesini, bir arkeolog tizliğiyle anlamaya, kavramaya ve tanımlamaya çalışır. Geleneğin klasik olağanüstülüklerle örttüğü, görünmez hale getirdiği bir hayat hikayesinin peşine düşer Ali Şeriati. O’nun nasıl Muhammed-ül Emin olduğunu ve bunun nübüvvet sürecini nasıl etkilediğini analiz eder. Oradan görkemli örneklikler çıkararak günümüze taşır. Adeta “Muhammed” olabilmenin imkanlarını, motivasyonunu ve aşkınlığını yüreklere taşımaya çalışmıştır.
Siyer-i Nebi’deki her bir olay, yaşanmış her bir pratikten ilkesel, sosyopolitik, stratejik yansımalar bulmaya çalışan Dr. Şeriati, peygamberin tüm risalet dönemi mücadelesini, tevhidi İslami mücadelenin temel manifestosu olarak algılanması, görülmesi ve bu bağlamda okunmasını sağlamak ister.
Ali Şeriati’de, “Hicret” tevhidi mücadelenin dönüm noktalarından birine dönüşürken, “ifk olayı”, imtihanın en zor sınavına dönüşür. Bedir’de cesaret ve tevvekülün zirvelerine tırmanırken, Uhud en ağır derse dönüşür. Hendek’te zorluk, umutsuzluğun aşılmaz görünen kayaları, lider ve güçlü peygamberin inanç ve sabır darbeleri parçalanırken, Mekke’ye giriş, hasretle kavrulan yüreklerin vuslatı, izzetli duruşların tüm yaşatılan acılara rağmen merhamet pınarlarının gürül gürül akıtmasına dönüşür Şeriati’nin sözlerinde.
Kısaca o “Muhammed Kimdir?” sorusunun yanıtını ararken, tüm acıları, umutları ile yaşayan bir peygamberi resm eder. Yaşayan peygamberi günümüze “örnek model” olarak taşıma gayretindedir.
SONUÇ
Ali Şeriati, fikirleri, hayatı ve ortaya koyduğu eserlerle sadece İran toplumunu değil, tüm İslam coğrafyasını etkilemiş önemli fikir ve mücadele adamlarından biridir. Şehadetle sonlandırdığı 44 yıllık kısa ömrüne, geleneksel, donuklaşmış İslami anlayışı, getirdiği yeni açılımlarla yeniden inşa etmeye çalışmış ve bunda önemli oranda başarılı olmuştur. Kitleleri yeniden harekete geçiren tevhidi İslami mücadele dinamiklerini, vahiy ikliminde yeniden diriliş ve uyanışın, öze dönüşün öncülüğünü kendi yaşam biçimiyle ortaya koymuştur.
Sınırlı bir makaleye asla sığdıramayacağımız Dr. Ali Şeriati’yi yine kendi sözleri üzerinden anlatarak son sözlerimizi söyleyelim.
Onlar altın topladılar, ben hazine buldum.
Onlar saraylar inşa edip bir kaç koltuk elde ettiler, ben tapınak inşa ettim ve iyilik tanrısının sonsuz iklimlerinde, saltanat tahtına kuruldum.
Onlar bağ bahçe aldılar, ben ise mucizelerin yeşil ülkesine sahibim.
Onlar masa başlarında gururlandılar, ben aşk tapınağının minaresinde, gururumu ayaklar altına aldım.
Onlar Kayser’in köleleri oldular, ben ise “Hekim”in sahabesi oldum.
Onlar yoldan saptılar, el ve avuçlarını doldurdular, ben ise kaldım ve elim avucum boş bir halde, inzivayı tercih ettim.
Onlar adlarını ekmeğe sattılar, ben adımı suya verdim Hızır’dan daha çabuk, İskender’den daha önce hedefe ulaştım.
Onlar lezzet ve zevk aldılar, ben ise gam ve keder.
Onlar altın ve gümüş sergilediler, ben Mevlana gibi, Şems’te açtım ve Şems’te yandım Gönül sofrasını açtım, dert sergisini yaydım Kandan şarap içtim.
Onlar para babası oldular, ben dert babası.
Onlar yaşamaya bağlandılar, ben yaşama.
Onlar bakanlık elde ettiler, ben saltanat.
Onlar özgürlüğe ihanet ettiler, ben özgürlüğe vefalı kaldım.
Onlar elbiselerine sığmayacak kadar şişmanlarken, ben içim içime sığmayacak kadar aşık oldum.
Onlar hasta ve zayıf develerini, zorla, saray kapılarında kurban ederken, ben İsmail’imi, şevkle Ka’be yolunda boğazladım.