05.08.2023
Cuma namazı Kitab-ı Kerimde cuma suresi ile farz kılınmış haftalık cemaat namazıdır. Fıkhi olarak cuma namazının kılınabilmesi için ve nasıl kılınacağına dair oldukça önemli bir müktesebat vardır. Bu yazının konusu cuma namazının mezheplere göre fıkhi detaylarına girmek değildir. Türkiye İslami mücadele serüveninde sosyopolitik bir dinamik olarak cuma namazının etkilerini ve süreç içerisindeki değişimlerini anlamaya çalışmaktır.
Ak parti döneminin getirdiği yeniliklerden biri de cuma hutbelerinin merkezi olarak hazırlanması ve tüm ülke ve diyanete bağlı camilerde bu cuma hutbesinin okunması uygulamasıdır. Bu hafta hutbenin konusu da alışılmışın dışında ve belki de ilk kez cuma namazının önemi üzerine hazırlamamıştı.
Cami imamı konu ile ilgili elindeki/cep telefonundaki metnine bağlı kalarak cuma namazının önemini bir ayet ve bir hadis ışığında anlattı. Cumanın cemaatle ve camilerde kılınması gereken bir namaz olduğunu vurguladı. Üst üste üç kez mazeretsiz cuma kılmayanın kalbinin mühürlendiğini ifade eden meşhur hadise referansla cumanın mazeretsiz terkedilmemesi gerektiğinin altı çizildi.
Gelenek dışı İslami oluşumların örgütlü çalışmaları yerel bazlı ve daha çok 12 Eylül 1980 darbesi sonrasına denk gelir. Gelenek dışı oluşumdan kastedilen, tarikat ve klasik cemaatlerin dışında ve hatta onlara tepki olarak ortaya çıkmış yapılardır. Formal düzlemde diyanet gibi devlet kontrolündeki kuramsal yapılar ve informal düzlemde tüm tarikat ve cemaatlerin her türlü örgütlü yapılarını sistemin bir parçası olarak tanımlayıp dışlayan, tevhidi düşünce merkezinde mahkum eden yapılar, gelenek dışı İslami oluşumlar olarak tanımlanabilir.
Bu oluşumların ana gövdesinin Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının kurduğu Milli Selamet Partisi (MSP) ile legal partili siyaset ve gençlik hareketleri içine alan MTTB, Akıncılar gibi yapılanmaların temelinde, İskender Paşa cemaatinin tabanından geldiği görülür. 1980 Darbesi, sistem içi legal mücadele yöntemlerinin eleştirisi üzerinden özellikle gençlik tabanında kopuşları berberinde getirdi. Kitabevi, çay ocakları ve dergi çevreleri gibi yerlerde illegal ilişkilerin küçük yapılanmalar olarak çoğalması bu kopuşların yeni şekillenişleri olarak karşımıza çıkar.
Nurculuk hareketinin tüm çizgileri, Süleymancı yapılanmalar, Hüseyin Hilmi Işık merkezli Türkiye gazetesi oluşumu, Menzil, İsmail Ağa gibi tarikat çevreleri içinde yer alan gençlik gruplarında 80 darbesi sonrası, gelenek dışı bu yeni İslami oluşumlara katılımların ise daha sınırlı ve düşük düzeylerde kaldığı söylenebilir.
İran İslam Devrimi ve Afganistan Cihadı motivasyonlu bu yeni oluşumları tevhidi İslami düşünce diye tanımlanabilecek ortak bir paydaya sahip olduklarını söylemek mümkün. Bu ortak düşünsel paydayı görünür kılan ortak duruş ve davranışların başında da Cuma namazları ile ilgili duruşları gelir.
Yeni tevhidi kimliğin en güçlü duruşlarından biri bu ülkede cuma namazı kılınması caiz olmadığıydı. Çünkü burası ‘Darül İslam” değildi. Cuma namazı bir devlet namazıydı. Cuma imamı İslam devleti halifesi veya yöneticisi tarafından atanırdı. Cumayı cuma imamı kıldırır. Hutbeyi de o ancak okurdu. Cuma hutbeleri devletin topluma, halka vereceği mesajları, konuları içermeliydi. Çiçekten, böcekten bahsetmemeliydi. Halk kendi sorunlarını haftada bir gelen bu cuma imamı vasıtasıyla devlet yönetimine iletirdi. Dolayısıyla cuma namazı bağımsız İslam devletinde kılınabilecek siyasi bir devlet namazdır. Bu nedenle tek başına, cami dışında kılınmaz, yolcuya, hastaya vb. farz değildi.
Bu tavır öylesine güçlü ve yaygın olarak ortaya çıkıyordu ki alternatif cuma namazı mekanları ve alternatif illegal hutbeler okunuyordu özel seçilmiş mekanlarda. Kuşkusuz bu mekanların en önemlilerinde biri Akabe Kültür vakfındaki Mustafa İslamoğlu hutbeleriydi. Her cuma tıklım tıklım dolardı Topkapı’daki Akabe Kültür vakfı yerleşkesi. Cuma namazı cemaati sokaklara taşardı. Uzak semtlerden insanlar akın akın buraya gelmeye çalışırdı. Benzer bir yer Tahtakale’de İran İslam Cumhuriyetinde eğitim görmüş Hücettül İslam imamın cuma namazları içinde geçerliydi. Yine Diyarbakır’da Yakup Hoca gibi çeşitli yerlerde alternatif cuma namazlarına dönüştü. Kısmen cuma namazı kılınmaz tavrı bu tür alternatif cuma namazları ile tolere ediliyordu.
28 Şubat en çok gelenek dışı İslami yapıları sarstı desek yeridir sanırım. Yaşanan psikososyal travmanın ürettiği sarsıntılar tam bir savrulma, dağınıklık ve karamsarlık iklimi oluşturmuştu. Bu abandone olma durumu kendini cuma namazı kılmaz tavrında da görünür kılmıştı. 28 Şubat darbe yöneticileri cuma namazlarında camilere ajanlarını göndererek, Cumhuriyet balolarına kamu görevlilerini eşli davet ederek irtica suçlaması ile cezalandırma yöntemleri uygulamaya başlayınca cami ve cumayı protesto eden gelenek dışı Müslümanlar adeta sistem yanlısı bir pozisyona mahkum olmakla karşı karşıya kaldılar.
Cuma namazı ile ilgili duruşun yeni bir kırılma noktası bu süreçte yaşandı. Cuma namazı üzerinden yapılan fişlemelere karşı adeta artık yeni gelişen koşullarda cuma kılmamak değil tersine cuma namazı kılarak sistem karşısında bir duruşun sergilenebileceğine dair bir değişim kendini gösterdi. Camiler yine sistemin camileriydi, hutbeler yine içi boşaltılmış, zihinleri uyuşturan hutbelerdi ancak fişleme karşısında sesiz sedasız kalınamazdı.
Ak parti iktidar yılları tüm İslami çevrelerde olduğu gibi gelenek dışı İslami oluşumlarda da yeni heyecan ve yeni umutları canlandırmıştı. Artık Müslümanlar iktidardı, Ak parti lideri milli görüş gömleğini ısrarla çıkardım demesine rağmen. Sistem artık islami yönde yavaş yavaş değişecekti. Yasaklar kalkacak, başörtüsü serbest olacak, Kürd sorunu çözülecek, kapitalist sömürü düzeni son bulacaktı. Tüm İslami çevreler Ak parti etrafında toplandı, destek verdi. Gelenek dışı İslami yapılarda da bu yönde bir yönelim oldu. Bu kesimlerin içinden vekiller, üst düzey bürokratlar, parti içi yöneticiler atandı.
Bu durumun görünür kılan en önemli olaylardan bir Ak parti kapatma davası sürecinde gelenek dışı İslami sivil toplum kuruluşlarının nerdeyse tamamı sayıları 130’u bulan vakıf, dernek vb. Çatısı altında bulunan oluşumun ana merkez medya gazetelerine verdikleri tam sayfa siyasi destek deklarasyonlarıydı. Seçilmiş milli iradeye defalarca vurgu vardı metinde. Yani artık sistem içi mücadele, değişim ve ıslahtan bahsedilmeliydi. Cuma namazı marjinal romantik İslam radikalizminiz nostaljik bir anısına dönüşüyordu hızla.
Statüko Ak parti iktidarı üzerinden resmi dinin gücünün farkına varmıştı. Kitleleri konsülde edebilen en güçlü aygıtların başında geliyordu camiler ve diyanet. Devlet millet bütünleşmesinin bu iklimde taçlandırıldığı en güçlü çıkış Ayasofya’nın ibadete açılması oldu kuşkusuz. Bir taşta kuş sürülerini vurmak gibi bir etki üretti bu statüko için. Cuma namazı tabiki bunu güçlendiren en güçlü ritüel olarak kurgulandı.
Evet camiler bizimdi. Ancak sistemin izin verildiği sınırlar içerisinde ve belirlediği şartlar ve kırmızı çizgiler içinde kalacak kadar bizimdi. Fetih surelerinin askeri operasyonlar öncesi okunması talimatları kadar bizimdi. Kürtçe hutbelerin yasaklandığı kadar bizimdi. Hanifi mezhebi sınırları kadar bizimdi.
Sistem tüm eski kurum kuruluş ve ideolojileri, anayasa ve yasaları ile tüm iç dış prangaları ile dimdik, hiç değişmeden kendini daha güçlü kılacak, koruyacak yeşil bir üniforma ile şimdi daha meşru ve korunaklıydı.
Bir cuma hutbesinde cuma namazının önemi artık sık sık vurgulanmalıydı. Beş vakit namaza gitmekten daha önemliydi cuma namazına gitmek. Beş vakit namazını kılmasada cuma namazına mutlaka gitmeliydi herkes. Üç defa üst üste mazeretsiz cuma namazına gitmez ise kalbi mühürlenir hadisini hatırlatıyordu hutbeyi coşkuyla okuyan imam. Çünkü sistem tüm kitlelere merkezi hazırlanmış cuma hutbeleri üzerinden ulaşabiliyordu artık. Cuma namazına gideni fişlemek ne büyük ahmaklıkmış meğer.
İşte ilkesiz değersiz sürüklenişlerde yeni bir cuma namazı kırılma noktası daha. Sistemin alabildiğine politik kullanışlılığını her geçen gün arttırdığı cuma namazları karşısında nasıl bir duruş üretmeli? Yoksa oyunbozanlık yapmaya ne gerek var mı demeli?