Hasan Postacı Yazdı: Cumhuriyet Paradoksları

28.10.2023

29 Ekim 2023 cumhuriyetin 100. Yılı kapsamında her kesimden farklı değerlendirmeler, söylem ve anlayışlar gündeme gelmeye devam ediyor. Geçmişe oranla niceliksel bazı farklılıklara rağmen cumhuriyetin gittikçe daha faza ortak bir paydaya dönüştüğünü söylemek mümkün. Bu durum sosyokültürel değişim üzerinden tanımlamaktan öte otoriterlik göstergesi olarak tanımlanması daha yerinde olacaktır.

Bir asırlık bir süreç yaşanmasına rağmen hala yakın tarih ve modern ulus devletin kuruluş süreci ve dinamikleri ile ilgili radikal, duygu tonu yüksek polarizasyonlar üzerinden seyrettiğini gözlemlemek mümkün. Geçmişin bir dönemini takdis edercesine sahiplenmek veya tüm sorunların kaynağı olarak lanetlemek, yaşamın her alanda kaçınılmaz kıldığı değişimi ıskalayıp anakronik bir saplantıya mahkûm olmayı kaçınılmaz kılar. Bu yönüyle tarihsel deneyimler gelecek açısından rehberlik etmekten öte içinden çıkamadığın bir zindana dönüşür.

Bu durumu yaratan ve ajite eden temel neden, resmi ideolojilerin tarihi kurgulamasıdır. Yaşanan gerçekliği tarihin bilimsel disiplin ve metodolojisi üzerinden tüm gerçekliği ile anlaşılmasını engelleyen ideolojik bir algı mühendisliği üzerinden sanal bir geçmiş üretilir.

Tarihsel olayların yaşandığı kesitlerde sürecin içinde olan kesimlerin değerlendirmelerinde niceliksel farklılıklar olabilir. Bu farklılıklar belgeler, tanıklıklar üzerinden karşılaştırılmalı olarak, belgelerin önem dereceleri, tanıklıkların yoğunlukları gibi çeşitli metodolojik analizler yapılarak tarihsel gerçekliğin ana panoramik vurgusuna maksimum düzeyde ulaşılabilir. Nitekim resmi ideolojik tarih kurgularının bu bağlamda tutunamadığı er geç inandırıcılıklarını yitirdiği görülür.         

Bilim tarihi kendi içinde yaşadığı değişim sürekli yeni doğrulara ulaşarak hatalı hipotez ve kuramları ekarte ederek ilerlemesi gibi sosyal düzenler ve sistemler içinde benzer değişim ve dönüşümlerin kaçınılmaz olduğunu ilksel olarak görmek gerekir.

Sosyolojik değişimin kaçınılmazlığı üzerinden geçmişin muhasebesinin yapılabilmesinin her durum ve koşulda meşru, önemli ve teşvik edilmesi gerekliliğine odaklanılacak bir toplumsal duruşa, sahiplenişe ihtiyaç olduğunun altı çizilmelidir.

Cumhuriyetin yüzyıllık muhasebesinde eleştirel bir yaklaşımla yaşanan paradokslarla yüzleşmek geleceği doğru inşa edilmesine katkı sağlayacaktır. Öncelikle resmi ideolojinin şanlı tarih kıskacından kurtulmaya odaklanılacak bir yüzleşmenin gerekliliğine vurgu yapılmalıdır.

Duygusal boyutları ajite edilmiş retorik söylemlerin kendi içinde barındırdığı paradoksları tespit etmek güçleşir. Bunu tespit edilmesi cesaretinde bulunanlara ağır bedeller ödetilir. Bu yüzleşme çabasına yönelik resmi ideolojik iklim üzerinden gösterilen otoriter tepkisellikler yaşanan durumun en derin temel paradoksu olarak karşımıza çıkar.

Resmi ideolojik söylemin savunusu yapanların kahir ekseriyeti Türkiye modernleşmesinin Osmanlının son dönemi ile üçüncü Selim, ikinci Mahmut ile başladığını, tazminat ve meşrutiyet ile devam ettiğini gündeme getirerek cumhuriyet Türkiye’sini oluşum sürecindeki radikalizmi yumuşatma çabasına girer. Aynı duruş ve söylem paradoksal olarak yeni ulus devletleşme sürecinde Osmanlı adına ne varsa yok etmeye çalışır. Üstelik bunu alabildiğine acursuzlaştırarak yapmayı bir marifet gibi sunar. Son Osmanlı hanedanının ülke dışına sürülmesi bu yönüyle oldukça dramatiktir.

Bir yanda modernleşmede örnek aldığın Avrupa uyarlığı, kendi krallıklarını, dini otorite olan papalık ve kurumlarını alabildiğine onura ederek yaşatırken bu modernleşmeyi kendine örnek alan yeni ulus devlet daha cumhuriyet kurulmadan 1922 yılında saltanatı kaldırır. Ardından Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden üç beş ay geçmeden 3 Mart 1924’te İslam coğrafyalarının dini otoritesi olan halifeliği tasfiye eder. Yani her yönüyle bir medeniyetin tarihsel tüm ana kökleri, damarları kesilerek bir ret-i miras hesaplaşmasına girilir.

Sonrasında yaşanan devrimlerle ilgili süreçlerin temel hak ve özgürlükler, hukuk ve demokratik haklar bağlamında savunulması imkânsız olduğundan aynı paradoksal zihin uygulamaları modern devletin inşası ve bekası bağlamında meşrulaştırmaya çalışılır. Özellikle günümüze kadar yansımaları devam eden etnisite ve laiklik uygulamaları üzerinden ortaya çıkan fay hatları hala sosyopolitik, kültürel boyutlarda varlığını sürdürmektedir. Bir türlü çözülmeyen Kürd meselesi ve Aleviler ile ilgili sorunlar bu fay hatlarının kaçınılmaz sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Lozan bir zafer mi hezimet mi tartışmalarının günümüze kadar devam etmesi, yeni Türkiye Cumhuriyet’inin bir siyasal mühendislik ürünü olma durumu üzerinden gerekçelendirilmektedir. İngiliz-Fransız sömürgeciliğinin İslam coğrafyalarındaki çözülmelerin sömürgeleştirilmesinin stratejik bir parçası olarak yeni modern ulus Türkiye’sinin her adımının, inkılap ve uygulamalarının dizayn edildiği tarihsel tezini besleyen önemli pazarlıkların olduğu her geçen gün daha belirginleşmektedir.

Yeni ulus devletin tüm medeniyet mirasını hedef alarak silindir gibi ezip geçen yasal düzenlemeler, ihdas edilen kurum ve kuruluşların esin kaynağı yine batı modernitesi ürünü olduğu görülür. Medeni hukuktan ceza yasasına kadar her biri bir ülkeden neredeyse bire bir tercüme ile ithal edilen yasaların sosyokültürel kodları faklı olan Osmanlı bakiyesi topraklarda önemli kırılmaları kaçınılmaz kıldığı görülür.

Örneğin sadece şapka kanunun uygulanmasında karşılaşılan toplumsal tepkilerden dolayı onlarca kişi idam edildi. Resmi kayıtlarda 1924-1938 yıları arasında 20 farklı başkaldırı olarak değerlendirilen kitlesel olay kayıtlara geçilmesi ulus devletin kuruluş sürecinde yaşanan toplumsal itirazların boyutunu gösterir.

Uluslaşma sürecinde inşa edilen yeni Türkiye Cumhuriyeti razı edilen Osmanlı bakiyesi misak-ı milli topraklarında toplumla devlet arasında gelişen jakoben ilişki kendi modern Türkiye toplumunu üretmeye çalışmasına rağmen günümüze kadar uzanan topluma rağmen devlet geleneğinin neden olduğu sorunları aşamamıştır. Bu gün hala devlet adına iktidarı elinde tutan anlayışlar evrensel değerler, hak ve özgürlükler temelinde paradigmal bir değişimin önün açmak yerine resmi ideoloji tarafından kendi ilke ve değerleri meflûç hale getirilerek devletleştirilmekten kendilerini kurtaramamaktadırlar. Bu durum sol, sağ, milliyetçi, muhafazakar ve İslami her türlü oluşum için geçerlidir.

Değişimin kaçınılmazlığı modernleşmek olarak tanımlanırsa bunun batı merkezli değer ve ilkeler ürettiği sosyopolitik, sosyokültürel kodlar üzerinden aynısıyla tanımlanması sığ ve kaba bir taklitçiliği beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Kendi heterojenlerimizin ürettiği zenginliklerle barışık, ilhamını bunlardan alan bir paradigmal değişim ile kendi modernleşmemizi üretmeye odaklanılması, Cumhuriyetin yeni yüzyıllarını daha fıtri, evrensel hak ve özgürlükler merkezli, toplumcu siyaset geleneğini merkeze alan, devleti bir hizmet organizasyonu olarak gören bir perspektifle anlamlı kılınabilir.     

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.