14.06.2024
Deizm, teizm, panteizm ve panenteizmin bir dünya görüşü veya inanç sistemi olarak İslam’ın tevhid inancından farklı olduğu belirtilmişti. İslam itikat ve kelam yaklaşımlarında Matrudilik, Eşarilik, Mutezile ve tasavvuf gibi yorumlarının yer yer deizm ve diğer felsefi yaklaşımlara vahdet-i vücut gibi bazı konular üzerinden yakın yorumlara sahip olması tevhid inancı ile aynı ortak payda da yer alabileceğini göstermez.
Burada temel sorun tanrı anlayışı ile insan arasındaki ilişki biçimidir. İslam tevhid inancı ulûhiyet ve rububiyet üzerinden tanrının insan yaşam biçimini düzenleme yetkisi tanınmasına karşın deizm ve diğer anlayışların bunu temelde ret etmesidir. Yani tevhid akaidi İlah ve Rab olarak yalnız ve eşsiz, bir olan, eşi ve ortağı bulunmayan, zati ve sübuti sıfatlarını sadece kendinde bulunduran, varlığı kendinden olan tanrının ancak ve tek başına Allah olduğunu ve buna iman edilmesi gerektiğini net kesin ve tartışmasız olarak ortaya koyar.
Bu yönüyle tevhidi inanışı sonradan tahrif etmiş Hristiyanlık ve Yahudiliği de Allah’a şirk koşarak tevhid inancını bozmuş olarak niteler. Tanrıya oğul isnat etmek bu şirkin en sert eleştirilen boyutunu oluşturur.
Deizmin ve diğer benzer yorumların İslam inancı ile uzlaşması asla mümkün değildir. Deizm’e yönelişin bu bağlamda İslami ve Kuran’i referansalar olamayacağı gibi temel dinamikleri felsefi derinliklerin, mantıksal akıl yürütmelerin üzerinden şekillenmediği görülür.
Deizme yönelişlerin şekillenişi ile ilgili öncelikle yöntemsel bazı çelişkileri görünür kılmak gerekir. Temel çelişki tüm evreni tasarlama ve yaratma gücüne sahip tanrının kendi köşesine çekilme iddiasıdır. Bu temel anlayışın öncelikle her şeye gücü yeten tanrının zamanla kayıtlı tutulması, zaman tabi olması, zamanın kuşatması altında görülmesidir. “Seyerci tanrı” sorunu varoluşun ebediyet ve ezeliyet sorununu da çözemiyor.
Deizmin sosyal, siyasal ve kültürel olarak din üzerinden yaşama yansıyan tüm kırılma ve olumsuzluklar üzerinden bir meşruiyet zemini bulmaya çalışması tepkisel boyutunun düşünsel boyutu karşısında daha baskın olmasını kaçınılmaz kılıyor.
Tepkisellik üzerinden şekillenişin ayrıca açmazları üzerinde durmak gerekiyor. Bir olguyu genel geçer kabul etmek, tikeli tümele ölçü kılmak gibi mantıksal bir çıkmaz üretir kaçınılmaz olarak. Teori ile pratik arasında, davet edilen hedeflenen, en yüksek ideal olarak ortaya konulan temel ilke ve değerlerin yaşamsal pratikler karşısında kendini belli düzeylerde gerçekleştirmesi insan yaratılış ve doğasının inkâr edilemez bir gerçekliğidir. Kuran’ın vahiy öğretisi ve peygamberlerin yaşamsal örnekliği en üst ideale ulaşma çabasını yaşamın en izzetli sorumluluğu olarak ortaya koyar.
Bu anlamda İslam’ın temel değer ve ilkelerinin en üst idealde, steril (günahsız, hatasız, kusursuz) olarak yaşamsal geçeklikte karşılığını üretmesi imkansız olduğu gibi bunu bir inanç olarak ortaya koymayı da “Şeytan’ın sağdan yaklaşması” olarak görmek gerekir.
Deizme yönelişler sosyal, ekonomik, ahlaki, siyasal ve kültürel olarak din adına yozlaşmaların, çürümenin yaygınlaştığı toplumsal süreçlerde insan fıtratının çaresiz çığlıklarının sığındığı yalancı bir liman olarak görmek abartı olmaz. Türkiye’nin son dönemlerde Müslüman kesimler arasında oluşan ve gün gittikçe derinleşen ekonomik, sosyal, kültürel sınıf farkı, İslam’ın toplumsal adalet ve paylaşımın, inanç kardeşliğinin temel öğretiler olarak içselleştirilmesinin yarattığı hayal kırıklıklarının deizm üzerinden kendi tepkiselliğini ürettiğini söylemek mümkün.
Türkiye siyasal İslami mücadele serüveni Ak parti iktidarına kadar hep toplumsal muhalefetin legal ve illegal zeminlerinde kendini dinamik kıldı. Bu muhalif olma hali ortak bir ruh ve toplumsallık üzerinden İslam kardeşliğini yaşamsal gerçeklikte anlamlı kılıyordu.
Ancak İslami çevrelerin Ak parti ile iktidar ile tanışması, yine meşhur tanımlama ile çıraklık ve kalfalık döneminde büyük bir heyecan ve sahiplenme üretirken ustalık döneminde çözülme ve çok boyutlu toplumsal çürümeyi beraberinde getirmesi Ak partiyi toplumcu siyasetin umudu olmaktan hızla uzaklaştırdı.
Müslümanların iktidarda bulunması üzerinden yaşanan çözülme ve çürümenin laik, seküler, sol, liberal kesimler üzerinde bir travma oluşturmadı. Bu kesimler kendi desteklerini çekerek farklı arayışlar üzerinden kendi arayışlarını sürdürdüler. Ancak kendini Müslüman kimlik ve aidiyetler üzerinden tanımlayan kesimler için iki ana seçenek vardı. Ya iktidarın gölgesinden nemalanarak olup biteni meşrulaştırıcı bir yerde konumlanmak veya daha düşünsel sorgulamalar üzerinden deizm, İslamcılıktan tövbe etme gibi tepkiselliklere yönelmek olacaktı.
Ancak bir üçüncü seçenek üretmek gerektiğinin altını çizmek gerekir. İslami temsiliyetin iktidar dışında da mümkün olabileceğini görmek. Siyasal, sosyal, ahlaki, kültürel her alanda kendi duruş ve söylemini üretmeye odaklanarak bu üçüncü duruş ve anlayış zaman ve coğrafya üstü bir şahitliğe dönüşebilir.
Deizm, teizm, panteizm ve panenteizmin gibi felsefi yönelişlerin temelde Hristiyanlık ve Yahudilik eleştirisi üzerinden batıda geliştiğinin altını çizmek gerekir. Oysa İslam dinin tarihsel, düşünsel, kültürel, sosyal, siyasal mecrası kendine özgüdür. Bir İslam skolatizisizmi batıda yaşandığı şekilde İslam medeniyet havzalarında hiç yaşanmamıştır. Kendine özgü düşünsel, siyasal kırılmalar olmuştur kuşkusuz. Ancak bu süreçlerin kendine özgü dinamikleri vardır batıdan farklı olarak.
Deizm ve diğer benzer yaklaşımlar üzerinden görünür olan durumun temelde Müslüman kesimlerin, genelde İslam dünyasının özelde Türkiye’nin entelektüel ve düşünsel yetersizlikleri üzerinden yaşanan bir kriz olduğu görülmelidir. Bunu aşmanın yolu akılın özgürleşmesi ve değişmeyen ve korunan kitabın derinlikli analizi ve tarihsel tüm deneyim ve müktesebatın çağa yanıtlar üretecek etkinlikte değerlendirmesidir.