Hasan Postacı Yazdı: Dünden Bugüne Bizim Mahallede Marksizm ve Diğer Ötekiler

17.02.2022

İnandığın değerlerin sahibi olma iddiası ile ortaya çıkan uygulamaların yaşamı inşa etmede handikaplarını hissetmenin derinliği arttıkça yeni sorgulamaların sularında insanın kendisini bulması kaçınılmaz hale geliyor. Yaklaşık yarım asırlık ömrümde bu hali birkaç kez yaşadım. Gençlik yıllarında daha yüzeysel, duygu boyutu ön planda olan küçük kıvılcımlar buna sebep olurken,  ömrün olgunlaşma ile yol aldığı dönemlerde daha sarsıcı, derin fay hatlarına dönüşüyor sorgulamalar.

Genel olarak yaşamsal stratejimin merkezinde ideal değerlerle pratik arasında her zaman bir mesafenin olmasının kaçınılmazlığı üzerinden sorgulamaları, yargılamaları ilke değer ve stratejilere değil de pratiği ortaya koyan birey ve yapıların hali pür melaline, düşünsel yetersizliğine, beceriksizliğine, erdemsizliğine, basit ve ucuz hesaplarla ayartılması üzerinden gelen çözülmelere genellikle yöneltirdim.

Okul yıllarımda mahalle camisi müezzininin, İslam’a dair geleneği sorgulayan, tevhidi iklimde taze zihinlerin kavrayış ve bilinçlerinin ürettiği duygu yoğunluğu oldukça yüksek, heyecanlarımızı caminin tuvalet dahil tüm temizlik işlerini yaptırmak için, sinsice ‘tevhid aşkına’ diyerek tılsımı yüksek kavramlar üzerinden İslam’ı araçsallaştırması ilk sorgulamamın tiksinti, nefret ve öfke tonları yüksek bir iklimde ortaya çıkışını ve ardından yaşça büyüğümüz olan müezzine bu köylü kurnazlığının yanlışlığını haykırdığımı hatırlıyorum. Sonrasında neden böyle oluyor sorularıyla deli dolu kahroluşlarımdı ardımda bıraktığım.

Feodalizm ve şeyhlik düzeni bu coğrafyanın sömürgeleştirilmesini kader haline getirmiştir diyen solun örgütlü silahlı çıkışını yöntem olarak benimsemiş PKK/ namı diğer Apocular ile devlet destekli feodal aşiretlerin ilk silahlı çatışmaların yaşandığı ilçemizde ilk kez ‘Din halkların afyonudur’ sözünü PKK sempatizanı sınıf arkadaşımdan duyduğumda sarsılmıştım. Sonra öğretilen retorikler üzerinden Marks’ın din dediği, skolastik dönem Hristiyanlığıdır. ‘İslam böyle bir din değildir.’ mealindeki Argümanlar ile dilimiz döndüğünce savunular ortaya koymaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Ama içimi kemiren kurdu susturamıyordum, durduramıyordum. Marksizm öğretisi ile ilk sorgulamam bu sığ sularda gerçekleşti. Çünkü bize akıl hocalığı yapan sözde abiler bu bağlamda bir okumaları yoktu. Bunlar Allah’ı, Kitab’ı, dini inkâr ediyorlar. ‘Bunlar Allahsız kitapsız komünistlerdir.’ denilerek düşmanlaştırılma ritüelleri üzerinden nefret dilini aşmayan retoriklerle karşı çıkılıyordu sol fraksiyonlara. Hiç birini diğerinden ayırt etmeden. Bu söylem ve tarz benim gibileri asla ikna etmiyordu.          

 Leo Huberman’ın Marksizm üzerine yazdığı kitabı ile bu dünya görüşünün temel ilkelerini anlamaya çalıştığımı, ilk Marksizm okumalarımı buradan yaptığını anımsıyorum. Sosyolojik analizlerinden çok etkilenmiştim. Üretim araçları, artı değer, alt yapı-üst yapı korelasyonu ve tarihsel diyalektiğin sınıf temelli sınıflandırılması ve bunun analitik temelleri oldukça ikna ediciydi. İki temel problem vardı benim için. Diyalektik materyalizm üzerinden gelişen katı maddecilik anlayışı ile insanlığın geleceğinin kaderi olarak görülen evrensel komün toplumu idealinin adeta yeryüzü cenneti olarak sunulmasıydı. Bu kuramların felsefi eleştirisini yapamasam da oluşturduğu içsel tatminsizliği iliklerime kadar hissediyordum. Allah’ın ulûhiyet ve rububiyet üzerinden insana dair ontolojik önermesi, mutlak adalet duygusunun mead anlayışı/inanışı üzerinden tatmin ediciliği kendi içsel varoluşumun kaçınılmaz koordinatlarıydı.

Daha sonraları, Muhammed Bakır Es-Sadr’ın ‘İslam ve Filozofi’, ‘İslam Ekonomi Doktrini’ ile tanışmam, özellikle Ali Şeraiti sosyolojisi ve batı ideolojileri ile hesaplaşması, Aliya İzeet Begoviç analizleri, R. Garuday derinlikli yaklaşımları gibi okumalar teorik anlayışın temel derinliğini inşa eden buluşmalar oldu.

Tabi Louis Althusser, Antonio Gramsci gibi felsefi eleştirileri yapanların yanı sıra pratiğin getirdiği yıkıcı sonuçlar, Marksist teorinin katı determinizminin hayatın gerçekliği karşısında tutunamadığını göstermesini ile beraber proletarya diktatörlüğü ile işçi sınıfının egemenliğin geçiş formu olarak sosyalizm, V.İ Lenin ulusların kendi kaderini belirlemesi açılımı ile nasyonal sosyalizme aralanan kapıların Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkelerde çıkan faşist diktatörlükleri, Stalin’in devrim adına acımasız etnik ve dini jenoside varan uygulamaları gibi savrulmaları da bu bağlamda not etmek gerekir.

Bugün Marksizm’in özellikle mülkiyet ilişkileri, artı değer/emek ve sömürü dinamiklerinin irdelenmesi bağlamında öğretici, ufuk açıcı yanlarının önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.

1950’lere kadar olanı değil de olması gerekeni dayatan bir doktrin olarak bilimsel dünyada dikkate alınmayan Marksizm, günümüz akademik dünyasında özellikle toplum merkezli kuramların analitik yaklaşımlarında temel referans zeminlerinden biri olarak görülür. Biraz daha ileri analizlerde, Marksist teoriyi bilimsel bir yöntem ve paradigmal yaklaşım olarak bilimsel anlamda geliştirilmesi gereken bir sosyopolitik ve ekopolitik bir disiplin olarak tanımlayan yeni yaklaşımları da not etmek gerekir.

İslami anlayışın tüm insanlık açısından kuşatıcı bir dünya görüşü ve ontolojik kuram olarak batı modrenitesinin alternatifi olarak görülmesi ve savunulmasının beraberinde getirdiği deneyimler tıpkı Marksist kuram üzerine yürütülen toplumsal mücadeleler ve devrimler gibi yaşadığı çözülme ve savrulmalar ortak bir kader gibi yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.      

İslam coğrafyalarında benzer bir yüzleşmenin yaşandığı Marksizm ile İslam arasındaki felsefi karşılaşmalar her iki taraf içinde geliştirici olmuştur. İran İslam devrimi, Türkiye İslami hareket serüveni, Mısır deneyimi, Afganistan ve Suriye işgal ve iç savaşlarının ürettiği İŞİD gibi radikal selefi anlayışlar, Arap baharının Libya, Tunus ve Cezayir dalgalanmaları, Bahreyn ve Yemen’de yaşanan mezhebi polarizasyonun ürettiği çatışmalar bu gün için İslamcılığı evrensel bir kurtuluş paradigması olmasını, tıpkı Sovyetler Birliğinin dağılması süreci ve sonrasında sembolik olarak Berlin duvarının yıkılması ile tamamlanan dağılmanın/yenilginin veya başarısızlık iklimine benzer bir süreci resmediyor İslami paradigmanın çağdaş algıların günümüz dünyasında.

İslamcılık ve Marksizm uzun bir dönem çatışan paradigmalar olarak yaşadıkları bu ortak kader, gelecekte asimetrik bir ittifakın ortak cephede buluşmayı beraberinde getirilebilecek mi? Bu soruya verilecek yanıt sadece İslam ve Marksizmle sınırlı tutmak yeterli olmayacaktır. Küreselleşmeninim yerküreyi ifsada odaklanmış acımasız örgütlü gücene karşı mikro düzeyde tüm mazlumiyet ve maduniyetler üzerinden ötekileştirilmiş, yoksun ve yoksullaştırılmış tüm kesimlerin çığlıklarını tıpkı Medine sözleşmesindeki çoğulculuğa benzer bir ortak cephede buluşmayı kaçınılmaz kılabilecek bir geleceğe yürüdüğümüz söylenebilir.

Tüm farklılıklarımızın neoliberal küreselleşme iradesinin çözücü, kutuplaştırıcı, çatıştırıcı zihinsel kodlarına karşı oluşturulabilecek dirençli bir ortak çoğulcu paydayla mümkün kılınabilir. İki önemli direnç noktasının teorik ve pratik boyutlarda yapılandırılması gerekir. Birincisi farklılıklarımızın fıtri, evrensel, insani ortak paydalarda çatışmacı, polarize edici örgütlü küresel istikbar gücüne karşı ortak sorunlar cephesinde etkisiz kılmak. İkincisi yüksek bir erdemlilikle, hedonistik, parasal, ergsel ayartmalara karşı dirençli kişilik ve organizasyonlar geliştirmek. Böyle bir evrensel duyarlılık siyaset üstü sosyal, kültürel, ekolojik üst düzlem duyarlılıklar, algı ve farkındalıklar gerektirir. Özelde bu ikinci hususun kendi mahallelerimizin farklı çizgi ve duruşları için içsel bir problematik olduğunu ayrıca vurgulamak gerekir.

 Bu bağlamda daha özgür ve yaşanabilir bir dünya ancak çoğulcu anlayış ve yaklaşımların kuramsal derinliği, pratiğe dönük siyasi/sivil, sosyal ve kültürel organizasyon bu esenlik temelli heterojenliğin içselleştirmesi oranında mümkün kılınabileceğinin altını çizmek gerekir.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.