07.01.2022
Sosyopolitik değişimin ivmelendiği süreçlerde değişimin kaygı verici refleksleri kişi ve örgütlü sosyal gruplarda faklı tepkilere yol açar. Genel olarak değişimin dirençle karşılaştığı söylenebilir. Özellikle bilgi ve bilinç düzeyi zayıf duygusal ilişki kültürü yüksek toplumlarda sosyal grupların içe kapanık, tutucu refleksleri öne çıkar. Kendi değerler ve inançlar dünyasında davranış haline getirdiği yaşam kültürü tek hakikatmiş gibi merkeze alınır ve dış dünya ve kendi dışındaki her türlü yaklaşım, bakış açısı ve anlayış yanlış, kötü, hakikat dışı bir sapma olarak mahkûm edilir.
Sosyal örgütlü ve organik ilişki taşıyan grupların kendi dışındaki her türlü ötekini kendi inanç ve anlayış merkezinden tanımlayan ve dışlayan totaliter yapıların niteliğini Roger Garaudy ‘Entegrizim’ kavramsallaştırması üzerinden tanımlar. Garaudy, entegrizmin temel niteliklerini uyumlu olmayı ret eden, değişime kapalı bir hareketsizlik, donukluk ve kemikleşme hali, kendi doğrularını ve inanç biçimlerini merkeze alan bir dogmatizm, uzlaşmaya kapalı, sert ve kavgacı olarak tanımlar.
Entegrizmin yaşamın her alanına yansıması farklı seviye ve düzeylerde de olsa etkilediği görülür. Siyaset, ekonomi, din, eğitim, hukuk vb. her alanda kendi iç örgütlenme yapısına bağlı olarak farklı düzeylerde ortaya çıkar. Bir siyasi parti içinde güçlenmesi siyaset ve devlet ilişkilerinin şekillenmede daha üst düzey etki yapar. Bir dini cemaat veya yapıda ise ekonomi, eğitim vb. alanlarda etki katsayısını arttırır.
Entegrizmin bir tehlike olarak gören Garaudy, beşeri toplulukların entegrist yapılarını belirgin kılması ötekine yaşama hakkı tanımayan çatışmaya hazır fanatik grupların ve polarize olmuş sosyal adacıklara dönüşmesini kaçınılmaz kılar.
Düşünsel boyutta entegrizim, hakikat olanı kendi doğruları kabul ederek diğer anlayış ve fikirleri bir sapma olarak kabul eder ve değersizleştirir. Bu durum sadece kendi hakikat olarak tanımladığı doğruları dikte etmeyi kaçınılmaz kılan bir totaliterliği beraberinde getirir.
Yaşadığımız ülke ve dünyaya bu çerçeveden baktığımızda her geçen gün sosyal, siyasal ve kültürel boyutlarda entegrizim gölgesinin kalınlaştığı olay ve olgularla karşılaştığımız görülür. Her yaşanan olumlu ve olumsuz olayın tüm siyasi parti ve cemaatler, yapı ve STK’lar tarafından kendi organik örgütlü ilişki ikliminde, kendi çıkar ve doğruları ölçeğinde değerlendirildiği, buna göre söylem ve duruşların şekillendiği görülür. Her bir anlayış kendi dışındakine karşı alabildiğine kör, sağır ve acımasız bir yaklaşım içine girdiği bir fanatizm anaforunda dışlayıcı, suçlayıcı, mahkûm edici, sert ve çatışmacı söylem ve duruş sergiler.
Entegrizmin gölgesinin kalınlaştığı toplumlarda değerler rölatif hale gelir ve kaçınılmaz olarak araçsallaştırılır. Adalet, temel hak ve özgürlükler, hukuksal ve siyasal mücadele ilke ve değerleri kendi merkezinde tanımlanan hakikatin doğruları çerçevesinde ve kendi sosyal grubunu ve mahallesinin çıkarları doğrultusunda anlam bulur ve tanımlanır. Bu bağlamda kendi çıkarları için yaptığı her türlü usulsüzlük, yolsuzluk, adaletsizlik meşru ve olağan hale gelir.
Atasoy Müftüoğlu’na özel bir sohbet ortamında bu konu ile ilgili değerlendirmesi sorulduğunda, partili bir böceğin, bir profesörden, bilim insanından, alim ve aydından daha değerli görüldüğü bir akıl ve vicdan tutulması olarak tanımlaması entegrizmin olgusal boyutta meydana getirdiği çürümüşlüğü anlatmaya yeter.
Siyaset ve devletin iktidar gücünü elinde tutmanın Kitab-ı Kerim’in vahiy değerleri ve peygamberin uygulamaları ikliminde örneklik üretmesi gereken bir sosyolojinin, parti, cemaat, sendika ve her türlü STK lobilerinin çıkar ve rant ilişkileri merkezli şekillendiği anlayış ve yaklaşımların ürettiği derin polarizasyon ve çürümüşlük, sadece iktidarda kalma pragmatizmi üzerinden meşrulaştırılamaz. Adaletin değerli ve en güçlü görünür kılınacağı alan ötekinin hak ve özgürlüklerinin korunma hassasiyetinin maksimize olduğu olay ve durumlardır. Yakınlarımızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutan şahitler olma misyonunun yaşamda karşılığı bu duruş ve hassasiyetle ancak ve ancak üretilebilir. Ömer’in adaleti kendini bu boyutta gösterdiği için destanlaşmıştır.
Hakikatin insan aklı üzerinden davranışsallaşmasına yönelik vahyin rahmet iklimi çok daha üst toleranslar taşır. Bu bağlamda (2/62), (5/69) ayetleri zaman ve mekan üstü entegrizmin dogmatik, ötekine yaşam hakkı tanımayan fıtrat dışı kalıplarını paramparça ederek yol gösterir. Kadir-i Mutlak olan alemlerin Rabbi hakikatin, zaman ve mekan üstü belirleyen tek otoritedir.
Din ve ideolojik yapılanmalar başta olmak üzere diğer tüm organik örgütlülüklerde iki türlü entegrizim blokajından, tıkanıklığından bahsedilebilir. İlki aynı din ve ideolojik mücadele iddiasındaki çevrelerin kendisi ile aynı değerler ikliminde bulunan diğer çizgi ve kliklere yönelik geliştirilen entegrizim. İkincisi ise kendi dışında inanç ve ideolojiler mensup dış-öteki grup ve çevrelere karşı geliştirilen entegrizim.
Türkiye özelinde İslami mücadele sürecine bakıldığında ikinci tür entegrizmin, yani farklı inanç ve ideolojilere karşı gelişen veya bir siyasi mühendislik olarak yönlendirilen entegrizim yıllarca sağ-sol, milliyetçi/ülkücü İslamcı vb. çatışmaları mayaladı. Kendi dışına yaşama hakkı tanımayan çatışmacı sert polarizasyonlar fanatik bir entegrizme dönüşmesini kolaylaştıran temel dinamik bilgi ve bilinç düzeyindeki zayıflık ve kadüklük olduğunun altını çizmek gerekir. Yıllarca Kitabı Kerim’de yer alan savaş ortamı tanımlamaların, temelde sulh içinde yaşamak merkezli İslam’ın genel, tüm insanlık için öngördüğü evrensel barış adalet ve özgürlük ilke ve değerlerini görünmez kılmasının bir sonucu bu dış entegrizmi doğurdu.
Dışa, ötekine yönelik entegrizmin süreç içerisinde iç entegrizme neden olması sosyolojik, siyasi ve kültürel anlamda kaçınılmaz olduğunu görülür. Nitekim günümüze kadar hala devam eden bu iç entegrizmin İslami çevreler açısından patolojik bir durum olduğunun altını çizmek gerekir.
Suriye meselesinde bu durumu gözlemledik. Bunun sonucu oluşan derin polarizasyonun yaraları uzun yıllar etkisini sürdürecektir. Kürt meselesi ve 90 yıllarda İslami gruplar arasında ortaya çıkan silahlı çatışmalar kötü birer deneyim olarak hafızalarda. Bugün üç beş kişilik İslami çevreler bile yaşanan bunca deneyime rağmen hala kendini İslami mücadele anlayışının tek doğru adresi kabul edip çevresini tanımlamaya çalışmakta. En küçük bir iş birliği ve ortak çalışmanın imkansızlığını gürleştirecek basit siyasi sosyal, insani ilişki detaylarının neden olduğu sorunlara endeksleyen acımasız, katı bir entegrizme kurban edilmekte olduğu görülür.
Herhangi bir cemaatin, mezhebin, herhangi bir şeyh, alim veya parti liderinin, aydın ve entelektüelin düşünce ve anlayışları, din ve inanç üzerinde tanımladığı görüşleri mutlak hakikatin tek, tartışılmaz ölçüsü alınamaz. Geçmişte olduğu gibi şimdi ve sonrasında da yaşamsal koşullar, yaşanan değişim ve dönüşümler aynı dine mensup insan toplulukları arasında bile farklı anlayış ve görüşleri var kılacaktır. Bu herhangi bir görüş ve çizginin, cemaat ve partinin kendini hakikatin tek ölçüsü olmasını meşru kılmaz. Bu durum vahiy değerler iklimi ile de bağdaşmaz.
İç ve dış entegrizmin paramparça ettiği güvensizliğin derinleştiği izzetsizliğinden evrensel vicdanı kullanma cesaretine ve şahitliğine yönelişlerin tün insanlık adına ancak hakikat ve iyiliği, salih olanı gürleştireceğinin belirtmek gerekir.