Hasan Postacı Yazdı: Evrensel İnsan Hakları Karşısında İsrail Jenosidi

23.08.2024

İstisnasız her gün insanların katledildiği Siyonist İsrail’in saldırıları, her gün bir yenisi eklenerek yaklaşık 11 ayını geride bıraktı. Yani yaklaşık bir yıldır her gün tüm dünyanın gözü önünde sivil masum insanlar acımasızca katlediliyor. Katliam Lübnan’a da sıçradı. Filistin tasmaları ABD merkezli batı sözüm ona uygar dünyasının elinde olan vahşi bir canavar gibi çocuk, yaşlı, kadın demeden önüne geleni katlediyor. Öylesine gözü dönmüş bir cinnet hali ki bu artık kendi vatandaşları olan rehineler ve askerleri bile öldürmekten geri durmuyor.

İsrail’in tüm dünya ile dalga geçer gibi şuraya buraya saldırı düzenleyeceğiz, buraları boşaltın gibi uyarılarının bir göz boyama olduğu kitlesel halde bir avuç Gazze coğrafyasında oradan oraya gitmeye zorlanarak yollara düşen sivil gruplar bile hedef gözetilmeden katlediliyor. İnsansız hava araçları düşük iritfalarda hareket eden her canlıya füzelerini deli dumrul göndermekten en küçük bir çekince bile duymuyor. Hastaneler, okullar, ibadethaneler, çadırlar, sokalar yollar artık Gazze’de hiçbir yer güvenli değil.

Ölüm yağıyor her taraftan ve tüm dünya seyrediyor. Kimileri zafer sarhoşluğu ile kimileri çaresizlikle, çoğunluk ise zihinsel ve ruhsal bağışıklığın ürettiği duyarsızlık ve umursamazlıkla ekranlardan, sosyal medya paylaşımların saliseler içinde geçen haber ve görüntüler olarak.

Uluslararası savaş hukukunun öngördüğü hiçbir kural ve insani durum dikkate alınmıyor. İnsanlar temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için açlıkla ölümlerin artmaya başladığı görüntüler tüm dünyanın vicdanına çarpıyor.

Dünya Sağlık Örgütünden sonra BM de Gazze’yi “Ölüm Bölgesi” ilan etti. Hukukun, temek hak ve özgürlük söylemlerinin anlamını yitirdiği bir itiraf gibi tarihin karanlık yüzüne not düşüldü “Ölüm Bölgesi” ilanı. Küresel acizliğin, küresel İstikbar ve sömürü çarkı karşısındaki çaresizliğinin bir tescilinin ateşten bir damlası gibi düştü evrensel insan hakları beyannamesi ve tüm uluslararası hak ve özgürlük tanımı yapılan sözleşmelerin üzerine.

10 Aralık 1948 tarihinde imzalanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hukuk metinleri hiyerarşisinde devletlerin anayasalarının üstünde bir bağlayıcılığa sahip olduğunun belirtmek gerekir. Bu sözleşmenin bazı maddeleri aşağıdaki gibidir:

Madde 1

Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Madde 2

1. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütünhakveözgürlükleresahiptir.
2. Ayrıca, bağımsız, vesayet altında ya da kendi kendini yönetemeyen ya da egemenliği başka yollardan sınırlanmış bir ülke olsun ya da olmasın, bir kişinin uyruğu olduğu ülke ya da memleketin siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım yapılamaz.

Madde 3

Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.

Madde 5

Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.

Madde 9

Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.

Madde 25

1. Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar.

İnsan Hakları Evrensel sözleşmesine bugün İsrail’in yaptığı soykırıma açıktan destek veren ABD ve Batılı ülkelerin tamamı imza atmış ve taraf olduğu görülür. Ancak buna rağmen bu ülkelerin silah desteği başta olmak üzere İsrail’e her türlü yardımı yaparak bu katılama ortak oldukları ve insan hakları suçu işlediklerini belirtmek gerekiyor.

Kuruluş felsefesinde temel dinamiklerden biri olan ve 25 Eylül 1969 tarihinde kurulan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) veya diğer adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) da yaşanan İsrail soykırımı karşısında etkili olmadığı gerçekliğini ayrı bir trajedi olarak vurgulamak gerekiyor. Amacı İslam Dünyasının hak ve çıkarlarını korumak, Üye Devletler arasında iş birliği ve dayanışmayı güçlendirmek olarak belirlen kuruluşun yaşananlar karşısında Filistin’e İsrail’in uyguladığı katliamları gündeme alan bir toplantı bile gerçekleştiremediğini kanayan bir İslam coğrafyası gerçekliği olarak görmek gerekiyor.

Küresel İstikbar, sömürü ve zulüm düzeninin işleyiş çarkını bozabilecek tek umut veren dinamik sivil halkların ortak direniş ve itirazlarıdır. Ulus devletlerin meflûç kıldığı sivil kitlesel iradenin her alanda güçlü örgütlü itiraz ve direnişlerini sebatla sürdürmeleri yaşanan çaresizlik koşullarını değiştirebilme potansiyeline sahip olduğu görülüyor.

İsrail soykırımı ile yaşanan süreç sosyopolitik polarizasyonun artık küresel bazda şekillenmesini de kaçınılmaz kılmaktadır. Bu polarizasyonun bir ucu küresel sömürü ve İstikbar azınlık güç elitleri ve savaş baronları iken diğer ucu tüm yerkürenin mazlum coğrafyaları, temel hak ve özgürlükleri gasp edilmiş yoksullaştırılmış mustazaf kitlelerdir.

Küresel polarizasyon mücadele ve direnişinde küresel ölçeklerde ve küresel stratejilerle yürütülmesini beraberinde kaçınılmaz kılar. Bu direnişin yaşamın her alanında karşılık üretmesine odaklanılmalıdır. En önemlisi yaşanan küresel zulüm, hak ihlalleri ve İsrail soykırımında olduğu gibi katliamlara karşı bağışıklık oluşma tehlikesine karşı inatçı bir bilinç halini kuşanmak ve bu bilinç halini sürekli kılabilecek mekanizmaları diri tutmaktır.

Bu bilinç hali ne yediğimizden, ne içtiğimize, nerede ne sebeple bulunduğumuzdan, her bir dakikayı ve kuruşu nerde ne için tükettiğimize kadar yaşamın her detayını kuşatmalıdır. Müslüman halkların, vahyin zaman ve coğrafya üstü evrensel adalet ve hak ve özgürlük kodalarını yaşamsal gerçekliğin itirazları üzerinden şekillendireceği açılımlara odaklanılmalıdır. İran’dan Türkiye’ye, Mısır’dan Suudi Arbistan’a ve diğer halkı Müslüman ülke iktidarlarının küresel İstikbar ve zulüm sistemi ile kuşatıldığının ve kendi halklarını kontrol altında tutma odaklı söylemlerde öte etkin bir yaptırım güçlerinin kalmadığı ile tüm Müslüman halkların yüzleşmesi kaçınılmazdır. Siyasal sorumlulukların devlet ve iktidarlar üzerinden ifa edilebilecek güçlü bir siyasi ve ahlaki strateji üretemediğinin acı gerçekliği İsrail soykırımı ile çok daha çıplak ve görünür hale gelmiştir. Artık başka sosyopolitik stratejik, anlayış ve duruşların imkânlarına yakın, orta ve uzak vadede odaklanılmalıdır.

Küresel esaret ve zulmün karşısında evrensel adalet, hak ve özgürlüğün vahiy ikliminde karşı duruş ve itirazları gelecek dünyasının umudu olarak görülmelidir.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir