Hasan Postacı Yazdı: İlke ve Değer Merkezli Siyasetin İmkânları-14

11.05.2021

Yerellikte Türkiye Örnekliği-Sosyolojik Analiz

Din Devlet Toplum

Modernizimin İslam coğrafyalarına felsefi yansımalarının vahiy ikliminden beslenmiş, derinleşmiş birçok kadim kavramın anlam dünyasını darmadağın ettiği görülür. Cemil Meriç’in meşhur aforizmasıyla; Bir toplum için kamus namustur. Bu tespitin,  modernizmin kültürel çözücülüğünün dil üzerindeki etkisine karşı gösterilmesi gereken duyarlılığa dikkat çekmek için altı çizilmelidir.

Osmanlı sonrası yeni Türkiye modernizminin serüveninde batılı eğitim görmüş aydınların kurtuluş reçetesi olarak gördükleri muasır medeniyet seviyesine ulaşmak çabası karşısında daha korumacı / temkinli ve dolayısıyla muhalif olan Mehmet Akif, Saidi Nursi gibi İslamcılık düşüncesindeki aydınların formülü ise batının teknolojisini almak ancak kültür, ahlak ve değerlerini almamak şeklindeki anlayış gibi iki ana yaklaşımdan söz edilebilir. Sonuçta birinci anlayışın temsilcisi batıda eğitim görmüş ve batı hayranlığının şokundan kurtulamamış askeri bürokrat ve aydınlar yeni Türkiye’nin kuruluş ideolojisinin de mimarları oldular.

A. J. Toynbee enfes tanımlamasıyla batı modernizmi askeri olarak işgal edip kısa süreli sömürgeleştirme yerine daha karlı ve az maliyetli olan ve uzun süreli sömürgeleştirme stratejisi ile küresel yayılmacılığını sürdürmeye devam etmiştir. İsmet Özel’in yeni Türkiye devrimini batı modernizmi ile anlaşmalı bir süreç olarak tanımlamasının bu anlamda altını çizmek gerekir.

İslami mücadele sürecinin hala batı modernizmi karşısında bilgi ve teknolojisini alalım, ahlak, kültür ve değerlerini almayalım yaklaşımının imkânsızlığı yaşanan gerçeklikle netleşmiştir. Düşmanın silahı ile silahlanmak gibi yaklaşımlarında bu bağlamda yeniden sorgulanması kaçınılmazdır.

Batı modernizmin mutlak galibiyet ve egemenliğinin kaçınılmazlığı üzerinden hayranlığın ürettiği bir kompleksle Batılılaşmak bakışı ile sadece bilgi ve teknolojisini almak yaklaşımlarının aynı sömürgeleştirici sonuçları ürettiğinin altını çizerek belirtmek gerekir.

Bu ulaşılan deneyim ve müktesebat, düşünsel üretkenliğimizi sıfırlayan batı modernizmin taklitçiliği veya ona karşı kör muhalefetin tıkanıklığının dışında üçüncü bir yaklaşım ve anlayışın, yeni bir metodoloji üzerinden yeni paradigmanın inşa edilmesinin şartlarının zorlanmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu yeni metodolojinin ve paradigmanın kodları evrensel değerlerin kaynağı olduğuna inandığımız vahiy kaynaklı Kitab-ı Kerim ve İslam’ın aziz ve kadim değerlerinde mevcuttur.

Böyle bir sürecin temelini dil ve kavramlar üzerine kurulması, buradan başlanılması gerektiği söylenebilir. Genelde tüm İslam coğrafyası özelde Türkiye yerelliği baz alınarak temel kavramlar ve bunlar arasındaki korelasyonları mümkün olduğunca her alanda gürleştirmek yeni bir paradigmal inşanın ilk kıvılcımlarını oluşturacaktır.

Batı modernizmi hakikata dair gerçekliği ustaca örülmüş büyük söylemlerle örten bir yanılsamalar medeniyetidir. Söylenenle uygulamanın, teori ile gerçekliğin coğrafyadan coğrafyaya, ırktan ırka, sınıftan sınıfa değiştiği merhametsizce çeliştiği, daha da vahim olanı bunun tüm yeryüzü için olağan bir şeymiş gibi içselleştirilmeye çalışıldığı ikiyüzlülüğün değil çok yüzlülüğün arsızlığı ile yoğrulmuş bir paradigmayı insanlığa dayatmıştır.

Bu bağlamda insan, toplum, devlet, özgürlük, adalet, hak, erdem, hukuk, eşitlik, din, tanrı/ilah, laiklik, demokrasi, sanat, müzik, kültür, değer, emek, tüketim, ekonomi, liberalizm, dijitalleşme, gelişmişlik, kalkınmışlık, medenilik, kentleşme, siyaset, mimari, yönetim, iktidar, pedagoji, bilgi, bilim, ahlak vb. tüm kavramların bu yanılsamalar medeniyetinin efsunundan kurtarılarak yeniden vahiy ikliminde anlam ve derinlik kazanması gereklidir.

Çağa yeni bir pardigma sunma potansiyelinin en güçlü adresi olan İslam, din kavramı üzerinden deforme edilerek küresel kuşatıcılığı marjinalize edilmeye çalışılması Batı modernizmin kendine en büyük tehdit olarak İslam’ı görmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Pozitivizmin önemli isimlerinden biri olan Aguste Comte deneysel bilgiyi dinin karşısına koyarak dinin insanlığın gelişim seyrinde geri bir form olduğunu ve bilinmezliklerin ürettiği dogmatizmin dinleri ürettiği iddiası üzerinden dinin yerini bilimin aldığını ifade eder. Bilim-din karşıtlığı batı paradigmasının temel anlayışlardan biridir. Bu anlayış batıya benzemek isteyen diğer coğrafyalarda ve Türkiye gibi ülkelerde de kurucu ideolojilerin temel motivasyonu olmuştur.

Oxford Languages sözlüğünde din kavramı, insanların doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları türlü varlıklara, tanrılara ya da Tanrı’ya inanma, tapınma biçiminde katıldıkları gizemsel olgu olarak tanımlanmaktadır. Türk dil kurumu sözlüğünde ise din, Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum olarak tanımlanmakta. Tanımlardaki ortak iklim batılı paradigmanın çözücü gücünü göstermektedir.

Oysa İslam düşüncesinde din kavramı bu anlam dünyasından çok farklı boyutlara sahiptir. Kuran-ı Kerim’de doksan iki yerde geçen din kavramı vahiyle birlikte arap cahiliyesinin dönüşümünde de önemli anlam derinliğe sahiptir. Mekki surelerden başlayarak medeni surelerin nüzuluna kadar din kavramı da önemli anlam derinliklerine kavuşmuştur. Kuran’da, yönetme, yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, İslâm, şeriat, hudud, âdet, ceza, hesap, millet gibi anlamlarda geçen din kavramı Maide-5 ve Rum-30 ayetlerinde de insanlığı yaşamını şekillendiren yol, yaşam kemale erdirilmiş yaşam biçimi olarak kavramsal derinliğini tamamlar.

Bu anlam boyutlarından yola çıkarak toplumların yaşamına yön veren değerler bütünü o toplumun dini olarak tanımlanabilir. Toplumların dini olduğu gibi kişilerin de benimsediği değerler bütünü o kişinin dinini belirler. Bunun adının konulması şart değildir. Sonuçta her birey ve toplum mutlaka bir din üzeridir veya bir dini vardır. Bu bağlamda temelde hak ve batıl olmak üzere iki dinden bahsedilebilir. Hak dinin zaman ve coğrafya üstü tek adresi tevhid merkezli İslam dinidir. Bunun dışında kalanlar batıl dinlerdir. Yani kişiler veya toplumlar ya hak din olan tevhid ve İslam dini üzeredirler veya küfür ve şirk olan batıl dinler üzeredirler. Bu bağlamda batı modernizmin geçirdiği evrilmelerle beraber tüm versiyonları her biri bir dini tanımlar. Adı konulsun veya konulmasın bir dine karşılık gelir. Batı modernizmin genetiği pragmatizme dayanır.

 Dolayısıyla var olmak için her türlü sentezle açılım sağlayabilir. Batı modernizmin yaşanan tüm formlarının eklektik karekteri ona zarar vermez tam tersine onu güçlendirir. Bu yönüyle her türlü uzlaşmaya açıktır. Bu temelde tüm şirk ve küfür dinlerinin temel karakteristiğidir.

Türkiye gibi İslam coğrafyalarında da din kavramı bu yönüyle batı modernizmin çözücü etkisi altındadır. Bu kavram yeniden vahiy merkezli anlam arınmışlığına kavuşturulmasına ihtiyaç vardır.

Devam etmek umuduyla…               

 

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir