15.08.2021
Yerellikte Türkiye Örnekliği-Sosyolojik Analiz
Din Devlet Toplum
Birey merkezli devlet anlayışlarının geçerli ve egemen olduğu ve siyaset felsefesi bağlamında neoliberal küresel ilke ve değerlerin yüceltildiği bir süreçten geçiyoruz. J.J Rousseau’nun 1750’lerde insanı bağlı olduğu zincirlerden kurtarmak olarak tanımladığı birey merkezli anlayışın günümüze kadar birçok evirilme geçirdiğini söylemek mümkün. İnsanın özgürlük ve adalet arayışını temel alan birey temelli yaklaşımın mevcut durumunun şekillenişinde rol oynayan birçok isim var kuşkusuz.
Skolastik dönemin yıkılması ile başlatılan batı Aydınlanma sürecinin son üç yüzyıllık döneminde liberalizmin birey/yurttaş merkezli özgürlük anlayışı ve onun üzerine de şekillenen devlet/sosyal düzene ilişkin paradigmanın şekillenişine bir çok önemli düşünür tarafından son derece etkili yaklaşım ve kuramlarla katkı sağlanmıştır. Bu bağlamda, özgürlük tarihindeki abidevi eserlerden özellikle söz etmek uygun olacaktır. İlk akla gelen klasikleri arasında John Locke’un 1689’da yazdığı Hükümet Üzerine, Charles Montesquieu’nun 1748’de kaleme aldığı Kanunların Ruhu, Jean Jacques Rousseau’nun 1754 tarihli İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri ve yine aynı düşünürün meşhur 1762 tarihli Toplum Sözleşmesi ve günümüz neo liberalizmin oluşumunun mimarlarından kabul edilen John Stuart Mill’in Özgürlük Üstüne adlı manifesto niteliğindeki eserleri sayılabilir.
Günümüz birey merkezli devlet/statüko sistemlerinin şekillenişinde etkili önemli kuramcılarından olan Mill, bireyin özgürlüklerini merkeze alarak devletin/egemenliğin/statükonun bireylerin temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda devletin yönetim anlayışında, mutluluğun sağlanmasına yardımcı olan yönetim iyidir, mutluluğun gerçekleşmesini engelleyen ise kötüdür. Kolektif mutluluk da, kişilerin mutluluğunun toplamından başka bir şey değildir şeklinde yaklaşımla bireyin iyilik ve mutluluğuna odaklanan bir yönetim ve devlet anlayışının gerekliliğini savunmuştur.
S. Mill, hem devlet/statükonun hem de toplumsal boyutta çoğunluğa karşı bireyin savunulmasından yanadır. Mill, çoğunluğun azınlığı ezmesine karşı yaklaşımların sınırlarını zorlamış ve yer yer çelişkli duruma düşme pahasına bu arayışlarında ısrarcı davranmıştır. Anlayışını bu bağlamda idealize ederek bütün insanlığın bile bir aykırı düşünceyi susturmaya hakkı olmadığını ileri sürmüştür. Liberalizm, sadece yürürlükteki düzene seyirci kalmak değildir. Bireyin özgürlük koşullarını da yaratmak zorunludur. Bunun için liberal yönetimin arkasında liberal bir toplumun bulunması şarttır diyerek liberal değerler bağlamında homojenize bir devlet-toplum ilişkisi olan bir sistem tasavvurunu savunmuştur.
Neoliberal siyasal anlayış tüm üretilen politikaların haklılığı, geçerliliği ve ahlakiliğinin merkezine bireysel özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi ve yaşamsallaştırılmasını koyar. Bu bağlamda siyasal kurumlar ve bunların bireylere/yurttaşlara getirdiği yükümlülükler, bireylerin/yurttaşların özgürlüklerini sağlamayı amaçladıkları ölçüde meşrudurlar.
Mill’in liberalizm anlayışında, bireyin/yurttaşın kendi seçimlerini yapmasını ve kararlarını almasını, kendi isteklerini, inançlarını, fikirlerini ve değerlerini belirleyerek bunların gerektiği gibi “kendisine ait olduğundan” emin olmasını, atalarından kalan inançların gerekçelerini eleştirel biçimde incelemesini, gerektiğinde bunları yenilemesine vurgu yapar. Bu bağlamda liberal anlayışın ancak liberal bilinçle kuşanmış bir birey veya kişide anlamlı olabileceğine dair ‘İstekleri ve dürtüleri kendisine ait olmayan kişinin karakteri de ancak bir buharlı lokomotifinki kadardır.’ İfadeleri ile tanımlar.
Mill, öncelikle bireyin toplum/devlet karşısındaki görevlerine değil, haklarını önceler. Devlet veya kamu otoritesinin kişi özgürlüğünü ancak başkalarına zarar vermemesi için kısıtlayabileceğini belirtir. Aksine kısıtlamanın devlet-toplum/statüko lehine, çıkarına veya iyliğine dayalı olarak gerçekleşemeyeceğini savunur. Bu bağlamda her bir birey/yurttaş kendisi için neyin iyi ve doğru olduğuna karar verme hakkına sahip olduğuna vurgu yapar. Birey kendi kafası ve bedeninin tek hâkimidir. Bu çerçevede Mill, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğünü tutkuyla, coşkuyla savunur. İnsanların diledikleri gibi konuşup yazabilmesi, düşünsel ve toplumsal gelişmenin zorunlu şartları olarak görür.
Mill, her türlü yanılmazlık iddiasına şüpheyle bakar. Kimse kendi mutlak doğrularını başkasına dayatmayacağına vurgu yaparak faklı/karşıt görüşlerin savunulmasının herhangi bir biçimde engellenmesini, bunu yapan öznenin kendini yanılmaz kabul ettiği anlamına geleceğini belirtir. Özellikle bunun dinsizlik veya ahlâksızlıkla suçlayarak yapılmasını özgürlük için daha ölümcül bir durum olarak tanımlar. Bu bağlamda Mill liberalizminin laik ve seküler bir karekter taşıdığı söylenebilir.
Mill’in günümüz neoliberalizm dünyasında ortaya çıkan demokratik idealler merkezli sistemlerin bireyin özgürlük değerlerini ne ölçüde koruduğu ile ilgili önemli kırılmaların yaşandığı görülür. Bu bağlamda Avrupa ve kıta Amerika’sı neoliberal değerlerin en gelişmiş ülkeleri olarak iç ve dış sosyopolitik anlayış ve yaklaşımlarında hem iç kamuoylarına yönelik hem de dış politik davranışlarına yönelik önemli kırılma sapmaların olduğunu hak ve özgürlükler alanında, sosyoekonomik konularda, sistemin demokratik değerler merkezli işleyiş ve pratikleri bağlamında, silah teknolojileri, üretim ve tüketim politikaları, ekolojik duyarlılıklar vb. bir çok alanda yayımlanmış istatistiksel raporların sunduğu veriler ortaya koymaktadır. Yeryüzündeki yoksullaşmanın, küresel iklim değişikliklerinin baş müsebbibi bu ülkelerin politik tutum ve davranışlarıdır. Sömürü coğrafyalarında etki alanlarında tuttukları ülkelere yönelik politik duruş ve pratiklerindeki anti demokratik savruluşlar, küresel ekonomik örgütlük üzerinden üretilen manipülasyonların merkezi neoliberalizmin değerleri üzerine kurulan ve sistemleri bu temele dayanan Avrupa ve Kuzey kıta Amerika’sı ülkeleridir.
Kendi iç kamuoyuna dönük olarak da benzer şekilde temel insan hak ve özgürlüklerine yönelik, islamofobya , yabancı düşmanlığı vb. derin kırılmaların yanında özellikle son yaşanan kovit-19 salgının oluşturduğu küresel sarsıntının bu yüzleşilen değerlerin paradigmal eleştirilerini hak ve özgürlükler bağlamında ve yerkürede insanın serüveni bağlamında derin gündemlere yol açtı.
Geleceğin dünyasına dönük neoliberalizmin neden olduğu bu çürüme ve yok oluşun karşısında durabilecek yeni bir paradigmanın arayışlarını tetikleyecektir. İslami değerlerin ortaya koyduğu evrensel fıtratın kodları bu bağlamda yeni paradigma arayışının en güçlü rezervleri olarak önümüzde durmaktadır.
Türkiye üzerinde devlet ve toplum ilişkilerine yönelik analizleri birey ve toplum merkezli yakalşımların yanı sıra vahyin değerler ikliminde analizlerle devam etmeye çalışacağız.
Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları