Hasan Postacı Yazdı: İlke ve Değer Merkezli Siyasetin İmkânları-8

28.02.2021

Yerellikte Türkiye Örnekliği-Sosyolojik Analiz

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecinin sert bir yukarıdan aşağıya toplumsal değişim dayattığını ve bunun bir toplum mühendisliği uygulamaları olarak sosyolojik yansımalarının hayatın her alanını dizayn ettiğini belirtmiştik.

Sosyokültürel olarak sürecin radikal uygulamalarla toplumda travmatik sonuçlara neden olduğu görülür. Özellikle kadın figürünün araçsallaştırılması önemli bir dinamik olarak kullanılır. Çıplaklık kültürünün toplumda uzun vadede telafi edilemeyecek bir kültürel çıplaklığa neden olmasının sonuçlarının günümüze kadar etkilerini sürdürdüğünü söylemek abartı olmaz. Bu uygulamalar batı modrenitesinin merkezleri tarafından da teşvik edilmiş, desteklenmiştir.

Kadın hakları bağlamında sürece bir göz atılırsa, ilk güzellik yarışması 1929 yılında yapıldı. Üçüncü kez 1931 yılında düzenlenen güzellik yarışması birincisi Keriman Halis sonradan aldığı soyadı ile Ece, o yıl dünya güzeli seçilerek yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne bir ilk yaşattı. Oysa Kadınların belediye seçimlerinde seçme ve aday olma hakkı 3 Nisan 1930’da, Milletvekili seçme ve seçilme hakkı 5 Aralık 1934’te tanındı.

Keriman Halis Ece’nin dünya güzeli seçilmesi olayı hem dünya hem de ülke gündeminde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşmesinin sembolü olması üzerinden uzun süre yer aldı. Yarışmanın Türkiye seçimlerinde Abdülhak Hamid, Cenap Şahabettin, Vasfi Rıza, Yunus Nadi ile beraber jüri üyesi olan Peyami Safa,  Keriman Halis Ece’nin dünya güzeli seçilmesini kaleme aldığı bir yazısında şöyle anlatıyordu: “Keriman Halis’in tüm dünyaya ispat ettiği şey, yalnız ferdi bir güzellikten ibaret değildir. O, düne kadar kafes arkasında yalnız ‘insan yumurtlamaya’ yarar, acayip bir kümes hayvanı zannedilen Türk kadını ile bugünün beynelmilel hareketlerine karışan, zeki ve cevval bakışlı Türk kızının farkını meydana çıkardı. Bu olay Türkiye’nin geçirdiği inkilap hakkında yazılmış ve yazılacak kitaplardan ziyade fikir vermek kudretine haizdir. “

Yarışmayı yerinde izleyen Halid Turhan Bey’in iddiasına göre International Pageant of Pulchritude (Dünya Güzlellik ve Zarafet Yarışması) Jüri başkanı kürsüye geçerek şunları söyledi: “Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın, Hristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 600 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren Osmanlı artık bitmiştir. Onu Avrupa Hristiyanları bitirmiştir. Elbette ABD’nin ve Rusya’nın hakkını inkâr edemeyiz. Neticede bu Hristiyanlığın zaferidir. Müslüman kadınların temsilcisi, Türk güzeli Keriman, mayoyla aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış, yokmuş bu önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene Hristiyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdahale eden Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyenle önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de, bize uyan bu kızı beğendik, Müslümanların geleceğinin böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”

Kurucu ideolojinin kadının araçsallaştırılması üzerinden uygulanan modernleşme dayatması toplumla statüko arasında tam bir kültürel kırılma ve kopmayı beraberinde getirdi. Tevhidi tedrisatla birlikte zorunlu eğitim uygulamalarına rağmen toplumun kızları okutmamasının ardında bu kültürel çatışma/kopma vardır. Karma eğitime alternatif olarak kız meslek ve kız imam hatip okullarının açılması bu süreci kısmen rehabilite etmesine karşın etkileri günümüze kadar devam eden kadının değerler merkezli özgürleşmesinin önünü tıkayan bir kültürel blokajın gölgesi hala hissedilmektedir.

Köyden kente nüfusun 60’lı yıllardan 2000’li yıllara hızlı mobilasyonu ile gelen kentleşmenin kriz üreten düğüm noktalarından birini de hep sosyo-kültürel boyutta kadın sorunsalı oluşturmuştur. Hala yasal düzenlemelerle özgürlüğü anayasal güvence altına alınmamış başörtüsü problemi Ak Parti iktidarının siyasi mobingi sayesinde sitemin dondurarak rafa kaldırdığı bir problem olarak potansiyel varlığını korumaktadır. 1980 sonrası 28 Şubat darbe dönemi ile beraber başörtüsü üzerinden yaşanan öğrenim hakkı engeli, meslekten ihraç vb. başlıklar altında toplanan vaka sayısının kendisi de bir başörtüsü mağduru olan Av. Fatma Benli’nin raporlamaları (1964-2011 Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Yasağı Kronolojisi-MAZLUMDER-2011) üzerinden 500 bini aştığı görülmektedir. AHİM ve benzeri batı merkezli evrensel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik çalışan kurumların bu konulardaki ikircikli tavırlarını da ayrıca bir kenara not etmekte yarar vardır.

Başörtüsü mücadele süreci ve Ak Parti iktidarı ile oluşan yeni iklim beraberinde ifrat ve tefrit noktasında yeni savrulmaları getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kültürel İktidar” oluşturulamadığı tespitinin kadının değerler merkezli özgürleşmesi boyutundaki yansımalarını derinlikli analiz etmek gerekir. Başörtüsü mağduriyeti üzerinden özelde Müslüman kadın kimliğine genelde kadına yönelik pozitif ayrımcılık tepkiselliği ile şekillenen uygulamaların nirengi noktası olan “İstanbul Sözleşmesi” ve medeni yasada ömür boyu nafaka, evlilik kurumunu çözen evlilik dışı ilişkilerin (zinanın) yasal meşruiyeti, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının beyanının esas alınması vb. yönelik düzenlemelerin ürettiği ve henüz toplumsal yıkıcı etkilerinin sarsıcı olarak hissedilmediği yeni uygulamalar bu bağlamda tepkisellikle gelen yeni savrulmalara zemin üretme potansiyeline dikkat edilmesi gerekir.

Kadın-erkek cinsel farklılığının fıtri kodlarını korumak ve sosyal yaşamı bu kodlar düzleminde inşa etmek gerekir. Endokrinal olarak erkek cinselliğinin görme, işitme ve koku duyuları üzerinden dominantlığı, kadın cinselliğinin koku ve dokunma duyuları üzerinden dominantlığı fizyolojik ve psikolojik olarak ilişkiyi şekillendirdiği bilinir. Kadın ve erkeğin cinsel bir obje olarak araçsallaştırılmasının malzemesine dönüştürülmesinde çağdaş cahiliyenin kullanmasının önüne geçilmesine karşı bilimsel, düşünsel güçlü bir entelektüel derinlik üretilmesine bu yönüyle ihtiyaç vardır. Medeni ilişkilerden, ekonomik düzenlemelere, eğitimden medya ve tüm kitle iletişim araçlarına, sosyal yaşamı yönlendiren ve yöneten tüm kurumsal yapılara bu yönüyle yeni bir anlayış ve yaklaşımlar geliştirilmelidir.

Kitab-ı Kerim’in kadın ve erkek ilişkileri ile ilgili getirdiği değerler, emir ve tavsiyelerin tarihsellik bağlamında dikkate alınmaması evrensel İslami değer ve ilkelerin yerellik bağlamında sağlıklı karşılıklarının üretilememesi anlamına gelir. Bu alandaki değerlerin illetleri fıtratın temel kodlarını tanımlar. Çağdaş psikiyatri ve nörolojinin kadın ve erkek merkezli toplumsal rollerinin yaratılışla mı geldiği yoksa sonradan sosyalleşmeler üzerinden öğrenildiği konusunda hala uzlaşamadığı konulardan biridir. Bu bağlamda kadın ve erkek rollerinin farklılığının üzerinden düzenlemeler getiren vahiy öğretisinin terbiye ediciliğini çağın yaşam biçimine taşıma çabalarını ortaya konulmasına ihtiyaç vardır.

Türkiye İslami mücadele sürecinde kadın konusunu değerlendirmeye devam etme umuduyla.  

      

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir