Hasan Postacı Yazdı: İnsan Şehir ve Devrim

03.06.2022

İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurum.  Bu kentler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın neredeyse bir klasik haline gelmiş ‘Beş Şehir’ adlı eserinde incelediği iller. Tanpınar’ın yaşamında bu kentlerin ayrı ayrı canlı hatıraları var. Ayrıca hem tarihsel bağlamda hem de kendi yaşam dilimi içerisinde yıllarla ifade edilen belli aralıklarla ziyaretlerinde bu şehirlerin hikâyelerini tarihsel ve güncel değişimlerin harmanlandığı edebi bir estetikle anlatımını yapmış. 

Her insanın yaşamında iz bırakmış şehirler vardır mutlaka. Teknoloji ve küreselleşmenin çok hızlı değişimler ürettiği günümüz dünyasında, her bir insanın yaşamında iz bırakmış şehirlerin sayısı geçmiş zamanlara göre daha fazladır sanırım.

Ayrıca günümüz insanı için mekân üstü izler bırakmış şehirlerden de söz etmek mümkün. Google earth, metaverse, sinema, küresel müzik, spor, festivaller vb. organizasyonlar insan yaşamında hiç ayak bile basmadığı mekânların izler bıraktığı bir gerçeklikle(!) yaşıyoruz. Seyrettiği bir sinema filminde, bir internet etkileşiminde fiziken bulunmadığımız hatta o zaman diliminde bile yaşamadığımız bir kent, ruh ve gönül dünyamızda önemli izler bırakır.

Tanpınar gibi benimde yaşamımda önemli izler bırak şehirler var. Bizzat yaşadığım ve hiç ayak basmadığım şehirler. Benim ayak bastığım, soluduğum, kavgaları ve aşkları yaşadığım ‘Beş Şehir’ im hangileri? Hiç ayak basmadığım ancak yaşamımda önemli izler bırakan şehirlerim de var Tanpınar’dan farklı olarak.

Tanpınar’la tek ortak şehrimiz İstanbul. İlk gençlik yıllarımın ideolojik gelgitlerine, öfke ve umutlarına eşlik eden eşsiz kent. Kalabalıklar içerisinde yalnızlığa, çaresizliğe, yoksulluklara, kentin bulvarlarından kışını bir zemheriye, yazını bir cehenneme dönüştüren acımasızlığı ile buluştum 80’li yıllarda bulunduğum İstanbul’un. Beni tarihin derinliklerinden getirdiği acı, hüzün ve her şeye rağmen umutları ile beni emziren şehirdi İstanbul.

3 yıl sonra ilk hicretimi yaşadım İstanbul ile 2000’li yıllarda depremin yara bere içinde bıraktığı kente yeniden döndüm. Daha şefkatli ve vefalıydı İstanbul. Ardından ikinci hicretim geldi. Yıl 2014. Yedi yıl sonra 2021 yine İstanbul’a dönüş. Yani nostaljik bir şarkının sözleri gibi İstanbul ile hikayemiz. ‘Ne seninle ne sensiz’.

Malatya,  12 Eylül darbe Türkiye’sinde geleceğimi yoğuran ilk şehir olmuştu. 1982’nin bir Eylül ayında annemin 14 yaşlarında kendi deyimi ile ‘Bir parça masumu’  tek başına uzak illere göndermenin verdiği kaygı ve üzüntü ile döktüğü gözyaşlarını ardımda bırakarak ilçe minibüsleri ile Diyarbakır’a geldiğimde Türkiye Mahsuller Ofisi (TMO)’da çalışan dayım beni Diyarbakır’ın meşhur sur içinde bulunan Melik Ahmet semtindeki minibüs garajından aldı ve kurum lojmanlarındaki evine beraberce gittik.

Dayım ve halam (Ağırlıklı olarak Kürdistan sosyolojisinde sıkça görülen Berdel kız ve erkek kardeşlerin karşılıklı olarak birbiri ile evlenmesi olayıdır. Dayım ve halamın evliliği bu bağlamda eş zamanlı gerçekleşmemiş olsa da gecikmeli bir berdel olarak tanımlanabilir) kaldığım bir günlük süre boyunca her fırsatta bana bolca nasihatte bulundular. Dayım öğrencilik yıllarında yaşadığı yatılılık deneyimlerinden, yaşadığı acı tatlı olaylardan, zorluklardan bahsetti. Halam dikkatli olmamı, kendimden büyük yabancılarla arkadaşlık etmememi, temizliğime ve sağlığıma önem vermemi, beslenmemi ihmal etmemi, özellikle sigara içki gibi zararlı alışkanlıklara karşı uyanık olmamı defalarca ifade etti. 

Diyarbakır’ı bilenler için Ofis semti TMO’nun orada bölgeye hitap eden büyük bir yerleşkesinden adını alır. TMO yerleşkesi demir yollarının Diyarbakır tren istasyonunu da içine alacak şekilde çok geniş bir alana yayılmıştır. Son yıllara kadar şehrin modern yaşam ritminin en yüksek düzeyde yaşandığı semtlerinden biri olmuştur Diyarbakır /Ofis.

TMO lojmanlarında Dayımın/Halamın evi teren istasyonuna yaya gidilebilecek bir mesafe kadar yakındı.  Tren biletimi alan dayım ve halam beni yine içinde endişe ve hüzün karışımı bir buruklukla, elimde zar zor taşıdığım eşyalarımın olduğu çantam ile beni meşhur Kurtalan Eksprese teslim etti.   Tren yolculuğunda o günün şartlarında otobüs konforu yoktu. Çok yorucu ve uzun sürüyordu otobüs yolculuğuna göre. Ancak fiyatı çok ucuzdu. Yoksul sınıfların tercih ettiği yolculuklardı tren ulaşımı. Her tren yolculuğu ayrı bir serüvendir birçok kişi için. Kompartımanlarda karşı kaşıya, yüz yüze, göz göze oturmak zorunda kalırsınız hiç tanımadığınız insanlarla. Bazen unutulmaz sıcak dostlukları bir kader gibi inşa eder bu tür uzun tren yolculukları. Yüksek sesle konuşmak zorunda kalırsınız trenin uğultulu ritmik sesini bastırmak için. Kim bilir bu yüksek sesle konuşma alışkanlığı o tren yolculuklarından kalmıştır belki de. Her istasyonda yiyecek, mevsimlik taze meyve ve sebzeler satan çoğu köylü satıcılar birkaç istasyon eşlik eder yolculuğunuza.

Hayatımın ilk tren yolculuğunu yaparak Malatya’ya ulaşıp ayak bastığımda ilk hissettiğim korku ile beslenen gariplik duygusuydu. Malatya tren istasyonu kayıt yaptıracağım yatılı okulun uzağında sayılırdı. Sora sora okula nihayet ulaştım. Okul açılalı birkaç hafta olmuştu. Sınavı kazandığıma dair belge elime çok geç geçmişti. Müdür başyardımcısı benim gibi başak illerden geç gelen öğrencileri topluca okul kaydını yaparak yatılı kalacağımız binaya yerleştirdi. Artvin, Sivas, Gaziantep, Kayseri, Malatya ilçelerinden gelip kaydolan 12 kişilik bir koğuşta ergenliğimin ve gençliğimin en sancılı, gelgitli, yoksul ve garip yıllarını Malatya’nın merhametine, şefkatine terk etmiştim.

Malatya İslami düşüncemin inşa edildiği kent! Beydağı’nın eteklerinde Emeksizden Kernek’e uzanan şehir voltalarında okumalarımızı bir İslami mücadele kardeşliği yoğurduğumuz şehir. Hala devam eden kelepçe gibi dostlukların temelini kitabevlerinde Sahil ve Boğaziçi çayevlerinde yudumlanan demli çaylarla tarihe not düşen şehir oldu Malatya Murat Kapkıner’in bir dost meclisinde söylediği şiir kasetlerini ömrümün hala en sığınılacak limanı haline getiren şehir. Sezai Karakoç, İsmet Özel, M Ragıp Karcı, Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu, Metin Ünal Mengüşoğlu, Erdem Beyazıt gibi kentin hedonisttik ajitasyonlarının kuşatmasında günah kusan bulvarlarına karşı varoluş sancılarımı iyileştiren merhemleri bulduğum ruhumun sığınaklarını inşa ettiğim paradoksların çırpınışlarına sokaklarını dolaştığım kentti Malatya.

İhvanın destanlaşan İslami mücadele mirası, tüm dünyayı altüst eden İran İslam Devrim ve Afgan cihadı ile sığ ve sloganik harmanlanan düşünce dünyamızdan çok duygusal coşkunluğumuz devrimci İslami mücadelenin birbirini besleyen kıvılcımlar gibi tüm Müslüman coğrafyaları ve ardından dünyayı kuşatacağına dair heyecanlarımızı dizginlemenin imkânsızlaştığı günlerin şahidi olmuştu Malatya. Belki de kadim tarihinin demlediği bir bilgelikle sevimli çocukları gibi acıma ile karışık bir tebessümle gülümsüyordu kendi çocuklarına elinden hiçbir şey gelmemenin çaresizliği ile. 

Diyarbakır ve Malatya en önemli iki öğretmenim oldular yaşamımda. Biri daha merhametli ve şefkatli diğeri daha acımasız ve gerçekçi. Biri tüm varoluşa dair umutlarımı nasıl kendi ikliminde gürleştirip büyüttüyse diğer yaşamın katı gerçeklikleri ile yüzleştirdi beni.

80’li yılların sonu 90’lı yılların ortalarına kadar süren bir hikayem var Diyarbakır’ımla. İdeallerimin biri bir kurban ettiğim. Kavgaların, öfkenin birbirine kör ve sağır olmanın en ağır tonlarını yaşadığım şehir oldu Diyarbakır. İçsel köklü sorgulamalarımın gizli tanığı. Dağkapı sur dibine dizilmiş çay bahçeleri içinde mekân tuttuğum yer Küçük Ev olmuştu. Ahşap kulübesi içinde yılların demlediği, eskittiği ahşap sandalyeler, kırmızı yapraklı papatyalar gibi servis edile çay tabakları, yıpranmış ahşap masa üstüne serilmiş bordo örtülerle etrafındaki yeşilliğin kontrast oluşturduğu büyülü bir mekandı Küçük ev çay bahçesi.

İkindi serinliğinde Nebi caminde ağırdan alınarak kılınan namazların unutulmaz tadı hala dün gibi canlı. Şevko’nun kahvesi İslamcıların mekânı ile ünlenmişti. Tarihi Ulucami’nin tam karşısındaki geleneksel çarşının içinde yer alan 10 metrekare civarında küçük ama dünyasında o oranda büyük bir çay ocağıydı burası. Ünlü kitapevlerine de yürüme mesafesindeydi bu mekan.

Diyarbakır sana o yıllarda hiç ‘Amed’ diyemedim. Özürlerimi bugünden kabul edebilirimsin bilmem. Politik bir duruştu bu söylemden imtina etmem. Romantik devrimciliğimin acemiliğine ver. Her ne kadar bana yaşattığın her bir olay İslam devrimine olan umut kalelerimi biri bir yıksa da.

33 yıl önce gözyaşlarımı tutamadığım 3 Haziran 1989 gününü daha dün gibi hatırlıyorum. Şeyh Sait’in idam edildiği Dağkapı meydanından Urfa Kapıya doğru bir öğlen sonrası yürüyorken İran İslam Devrimi lideri İmam Humeyni’nin vefat ettiğinin acı haberini aldım.

İslam devrimin koca çınarı ahirete intikal etmişti. İdeolojik felsefi teamülleri alt üst eden bir İslam devrimi 20. Yüzyıla damgasını vurmuştu. Sosyalizmin liderlerine davet mektubu göndererek dünyada zulmün kaynağı olarak Siyonizm ve kapitalizmi işaret etmişti dünyayı afallatan imam. Büyük şeytan ABD, küçük şeytan İsrail demişti. Devrimin slogan ‘Ne Doğu, Ne Batı tek adres İslam’

İmamın İslam devrimi adın Şii dünyada gerçekleştirdiği düşünsel devrim ‘velayet-i Fakih’ anlayışı idi. Sünni dünyada mehdilik, Şii dünyada kayıp imamın İslam dünyasını içine düşürdüğü kaderci, mistik tembelliği parçalayan düşünsel kırılma değişimin devrimci dinamiklerinin başında gelir. Ayrıca ‘Dar-ü takrip’ açılımı Sünni ve Şii dünyanın tarihin derinliklerinden gelen anlaşmazlıklalar aşmayı hedefleyen bir çaba olarak hafızalara kazındı.

Mekânsız şehirlerimden bir olan Tahran ruh dünyama İslam devriminin başkenti olarak en mutena yerini almıştır. Diyarbakır ve Tahranı 33. Ölüm yıl dönümü vesilesi ile yeniden andığımız İmam Humeyni’nin vefatı ile yaşamıma dokunarak silinmez izler bıraktılar.

Umudun, aşkın, mücadelenin şehirleri olarak birbirleri ile buluşmuş Amed/Diyarbakır ve Tahran estetik harmoni kendi ritmini her vesile ile sürdürmeye devam etmektedir, kendi emzirdiği çocuklarının tüm kirliliğine, ihanet ve umursamazlığına aldırmadan mesajlarını işitebilecek, görebilecek devrimci ruhlara emaneti teslim ederek büyük vuslata hazırlık yaparcasına.     

Bugün Diyarbakır’a Amed demeyi adını aryan coğrafyalara başkentlik yapması adına korunması gerek bir duruş olarak altını çiziyorum. Büyük evrensel insanlık devrimin ütopya olmaktan çıkaracak olan mekânla mekânsız şehirlerimizle gönül dünyalarımızın inanç koordinatlarını buluşturmaktan geçer.  

Mekânlı mekânsız şehirlerimin dokunuşlarına devam etmek duası ile vesselam…   

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.