21.10.2023
İsrail’in tüm dünyanın gözleri önünde Müslüman Filistin halkına yaşattığı jenoside varan vahşet bir kez daha küresel istikbarın zulüm üzerine kurulu düzenini deşifre ettiği görülüyor. Bu küresel düzenin lideri olduğunu son halka sesleniş konuşmasında bir kez daha altını çizen ABD başkanı Biden, kendi coğrafyalarına çok uzak olsa da Hamas ve Putin’i kendi güvenlikleri açısından tehdit gördüğünün altını çizdi.
Birçok İslam ülkesinde ve dünyada Filistin vahşetini protesto eden gösteriler yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Ancak İsrail ve ABD’nin açık ittifakında en küçük bir değişme gözlemlenmediği gibi algı yönetimi üzerinden yaşanan gerçeklik açıkça ters yüz ediliyor. ABD başkanı Biden, binden fazla sivil insanın hayatını kaybettiği hastane saldırısını tüm dünyanın gözünün içine baka baka yalan söylemekten hiç çekinmeyerek İsrail yapmadı diyebiliyor.
İsrail ve ABD’nin küresel pervasızlığı BM Güvenlik Konseyinde Brezilya’nın sunduğu ateşkes çağrısı ve insani yardımın Gazze’ye ulaştırılması önergesine adeta vahşet ve ölümler devam etsin dercesin yalnızca, tek başına ABD temsilcisi tarafından veto hakkını(!) kullanarak ret edilebiliyor.
Tüm yeryüzü adeta bir akıl tutulması yaşıyor bu olup bitenler karşısında. Küresel zorbalık kendini tüm beyanatlarında açık bir dille ortaya koyup, İsrail ve ABD’ye saldırmak düşüncesinde olanalar iki kere düşünsün diyerek adeta tüm yeryüzünü tehdit eden bir zorba diktatorya gibi davranmaktan geri durmuyor.
Yaşanan küresel gerçeklikler karşısında bu çaresizliğin nedenleri üzerinde her boyutta düşünmek gerekir. Dünya petrollerinin çok büyük bir bölümü Müslüman coğrafyaların sınırlarında bulunan topraklardan çıkıyor. Sadece bu konuda OPEC vb. kuruluş ve ülkelerin alacağı kararlar bile bu alanda çok önemli bir diplomatik etki yaratabilir.
Küresel neoliberal düzenin genetiği sömürü üzerinden gelen zenginlikler ve çıkarlar üzerine kurulu olduğunun altını çizerek görmek gerekir. Bu yönüyle küresel düzenin en zalim örgütlü gücü ABD dolarının küresel egemenliğidir denilebilir. Bu durum aynı zamanda mücadele edilecek alanı da işaretliyor. Dolayısıyla ekonomik alanda ortaya konulacak anti sömürgeci etkili politikalar, ABD liderliğindeki küresel istikbarı dize getirebilecek en öncelikli strateji olacaktır.
Müslüman ülkeler başta olmak üzere tüm mazlum coğrafyaların politik duruşları ekonomik hesaplar merkezli olmaktan kurtarılmalıdır. Yaşanan küresel gerçeklik göstermiştir ki; yeri geldiği zaman küresel istikbar, tüm ekonomik hesapları, evrensel hak ve özgürlükleri, sözüm ona demokratik değer ve ilkeleri bir tarafa bırakarak tüm güçleri ile ırkçı, sömürgeci Siyonizm’in bekası etrafında kenetlenebiliyorlar.
Müslüman ülke yönetimleri, yapılan protesto gösterilerine kontrollü desteklerini verirken bile yeri geldiğinde güvenlik güçleri ile müdahale etmekten geri durmuyorlar. Üst düzeylerde ABD ve İsrail’in vahşetlerine karşı verilen sert demeçlere rağmen diplomatik, ekonomik veya politik düzeyde tek bir önemli, sarsıcı adım atılmıyor. Merhum Şeyh Ahmet Yasin’in dediği gibi, İslam devletlerinin hali benim felçli vücudum gibi. Sadece dilleri ile bir şeyler söylemenin ötesinde hiçbir şey yapmıyorlar. İslam dünyasının bu meflûç halininin gerçekliği Şey Ahmet Yasin tüm çıplaklığı ile sayıları atmışı bulan Müslüman devletlerin yüzüne bir tokat gibi çarpıyor.
İran İslam Cumhuriyeti, Rusya-Çin bloku prangalarında politik duruşunu şekillendirirken, Türkiye NATO gibi ABD ve batı merkezli paktlar üzerinden politik hesaplarını yapmanın ötesine geçemiyor. Yani küresel patronların ablukası altında tüm Müslüman ülke yönetimleri.
Çok daha vahim olan tüm Müslüman ülkelerin camdan kaleleri olması. Yani bir yandan kitlesel ölümlere yol açan İsrail vahşetine karşı sert söylemler, demeçler vereceksin, diğer taraftan aynı duruşu, örneğin Yemen, Libya, Tunus, Mısır, Irak ve Suriye gibi iç coğrafyaların Kırım ve Çeçenistan gibi Doğu Türkistan, Afrika Ülkeleri gibi dış coğrafyalar için aynı ilkeli politik duruşu esneteceksin, görmezden geleceksin veya yer yer meşru göreceksin! Bu paradoksal tutum derin bir ahlaki yırtılmaya neden olur. Yani kendin cam kalelerinin var olma gerçekliliği üzerinden dışarıdaki cam kalelere taş at-a-mamak ilke ve değer merkezli siyasetin, özelde İslami siyaset anlayışının ahlakiliğini sorgulanmasını kaçınılmaz kılar.
Sadece Kürd meselesi üzerinden yaşananları Ortadoğu’daki Müslüman devletlerin içinde bulunduğu açmazların, küresel düzenin bir parçası olmaktan kurtulamamanın tipik bir göstergesi olarak görülebilir.
Tek başına Kürd meselesi bile İslam ülkelerinin içinde bulunduğu mezhep, etnisite temelli seküler ulusçuluk ve vahiy ikliminden uzak milliyetçiliklerin ürettiği düşük yoğunluklu savaşları, güvenlik merkezli militarist politikaları, temel hak ve özgürlükler alanında yaşadıkları savrulmaları, adalet, eşitlik ve özgürlüklerden uzak totaliter, entegrist çıkmazları görünür kılmaya yeter artar bile.
İlkesiz siyasal duruşların denge politikaları üzerinden sürdürmek, yaşanan küresel gerçekliklerle yüzleşme cesareti göstermemeyi maskelemekten öte bir anlam taşımaz. Bu aklı, merhameti, barış adalet ve özgürlükleri dışlayan anlayışların İslam coğrafyalarında özlenen vahdet ve birlikteliği getirmesinin önündeki en büyük engel olduğunun altı çizilmelidir.
İsrail mezalimi küresel istikbarın kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Bunun karşısında durabilecek tek paradigmal güç ise bizzat İslam’ın kendisidir. Filistin ve Kudüs’ün özgürleşmesi tüm mustazaaf coğrafyaların özgürleşmesinin sembolü olarak görülmelidir. Arz-ı Mevut yeryüzünün mirasçısı kılınmak istenen (28/5) tüm mustazafların yurdudur. Tıpkı Mekke ve Medine gibi.
Bu paradigmal derinlik ve yeterlilik, korunmuş Kitap olan Kuran-ı Kerim ve peygamberin sahih, örnek uygulamalarının kaynaklığı zemininde yeniden üretilmesine odaklanılmalıdır. Bunun öncelikli şartı Küresel istikbar gerçekliği ile her alanda yüzleşmekten geçer.