02.11.2024
28 Şubat 2015’te 10 maddelik Dolmabahçe deklarasyonuyla Kürt meselesinde yasal düzenlemelerin müzakere edileceği hukuki geçerliliği ve güvencesi olan niteliksel olarak farklı ve önemli bir aşamaya gelmiş sürecin sabote edilerek başarısızlığa uğraması Türkiye’nin sosyopolitik değişimi bağlamında heba edilmiş bir deneyim olarak tarihteki yerini almıştı.
Sürecin akamete uğramasında taraflar karşılıklı olarak birbirlerini suçladılar. Bir yanda tüm aktör ve unsurları ile PKK, hükümeti gerekli adımları atmamakla ve aksine güvenlikçi politikaları tahkim etmeye yönelik zaman kazanmak için süreci kullandığını iddia ederek sorumlu tuttu. Diğer taraftan Ak parti iktidarı PKK’nin silahı bırakmadığını, silahlı unsurlarının varlığını sürdürerek sürece dair güven vermediğini ifade ederek sürecin olumsuz sonuçlanmasının sorumlusunun PKK olduğunu ifade ederek, silahlar betona gömülene kadar tüm terör unsurları ile mücadele edileceği vurgusuyla güvenlikçi politikalara hızlıca dönüş yapıldı.
Sürecin 2005 Diyarbakır konuşması ile başlayan on yıla yayılan deneyimlerini geleceğe yönelik olarak derinlikli analiz edilmesi gerekir. Hakan Fidan ve MİT bürokratlarının Oslo’da PKK temsilcileri ile yaptığı gizli görüşmelerin PKK’ya yakın Dicle Haber Ajansı tarafından sızdırılması, Paris cinayetleri, Suruç ve Ankara Patlamaları, Hendek süreçleri, Kobani çatışmaları vb. kırılmaların gösterdiği en önemli husus Türkiye sosyopolitik değişiminin sağlıklı gelişimine yönelik sürekli çeşitli aktörlerin çıkar çatışmalarının arenası olarak sürecin sabote edildiği gerçekliğini gösteren önemli kırılma noktaları olarak görülebilir.
Benzer bir durum ortaya çıkan yeni çözüm süreci çabalarında da kendini gösterecektir. Nitekim MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamaları sonrası gerçekleşen TUSAŞ saldırısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürecin planlı olduğuna dair açıklamaları ve 29 Ekim konuşması ve öncesinde Suruç’ta seçim sürecinde HADEP/DEM partili Şenyaşar ile Ak partili Yıldız ailelerinin arasındaki Kan davasının Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Bekir Bozdağ ve üst düzey siyasetçi ve yöneticilerin katılımı ile gerçekleştirilmesi ile ilk küçük dokunuşların görünmeye başlaması sonrası Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Ahmet Özer’in PKK üyeliği gerekçesi ile görevinden alınarak tutuklanması ve bundan sonra yaşanacak benzeri olaylar yeni sürecin benzer şekilde sancılı geçeceğini tipik göstergeleri olarak okunabilir.
Esenyurt Belediye Başkanı’nın görevden alınması kayyum uygulamalarının ilk kez bölge dışında bir belediyede olmasına ayrıca dikkat çekmek gerekir. İktidarın bir süredir hazırlığını yaptığı ve planlı olarak uygulamaya geçtiği anlaşılan yeni süreçte, Esenyurt Belediyesine yönelik operasyon, öyle anlaşılıyor ki süreci sabote etmeye yönelik bir karşı adım. Derin devlet aklı denilebilecek kamuda güç sahibi olan çeşitli lobi ve kesimlerin Kürt meselesinin çözümüne yönelik çabalardan açıkça rahatsız olduğunun bir göstergesi olan bu kayyum operasyonunun benzer adımları ve başka daha sarsıcı hamlelerin atılacağını geçmişte yaşanan deneyimlerden yola çıkılarak hesaba katılmalıdır.
Sürecin sağlıklı işleyişine karşı olası durumların etkisiz kılınması ancak Kürt meselesinin çözümüne yönelik irade ortaya koyan aktörlerin ilkeli ve ısrarcı duruşları sağlayacaktır. Sürecin tüm toplumsal kesimler tarafından sahiplenilmesini sağlayacak güçlü dokunuşların Kürt meselesinin çözümüne yönelik çabaları etkili ve sürekli kılmanın ilk ve en önemli şartıdır.
Abdullah Öcalan, sürece yönelik olumlu mesajları kuşkusuz diğer önemli bir dinamiktir. Şanlıurfa milletvekili ve Abdullah Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan’ın 23 Ekim’de Abdullah Öcalan ile imralı’da yaptığı görüşme sonrası Kandil, PYD, DEM parti ve Avrupa PKK oluşumlarına yönelik mesajlarını iletilmesi sürecin ilk adımlarından birini oluşturdu. Ömer Öcalan özetle Abdullah Öcalan’ın sürece dair sorumluluk üstleneceğini ve elinin mesaj gönderdiği diğer PKK oluşumları tarafından güçlendirilmesi gerektiğini belirtmesi, iktidarın resmi muhatabının Abdullah Öcalan olduğu sonucunu beraberinde getirir. Abdullah Öcalan ilk mesajlarında serbest kalma, ev hapsi gibi taleplerden önce anayasal düzenlemeler ve dış garantör ülkeleri sürece katma talebi sürecin şekillenmesine yönelik güçlü çıkışlardır. Ancak her iki başlığın tüm yönleri ile analiz edilmesi gerekir. Anayasal güvence siyasal değişim ve kazanımların heba olmaması ve yasal güvence altına alınması bakımından ulaşılması gereken bir hedeftir.
Dış garantör ülkeler talebi çok daha hassas bir konu olarak görülmelidir. Sürecin kendi iç sosyopolitik dinamikleri üzerinden çözülebilmesi ve bu zemminde yol alınabilmesi daha tercih edilir bir durumdur. Dış ülke garantörlüğü ABD, Avrupa ülkeleri vb. batı merkezli devletler üzerinden yaşanan deneyimler değişen siyasi koşullar karşısında Kürt meselesinin araçsallaştırmasını elverişli kılındığını ve sürecin sağlıklı sonuçlar alınmadan daha müzmin bir kırılmaya everilebildiğini göstermiştir.
TUSAŞ saldırısının Duran Kalkan tarafından üstlenilmesi ve eylemcilerin tebrik edilmesi olayı Kandil’in Abdullah Öcalan karşı duruşu olması ve yeni süreci sabote etmesi eleştirileri üzerinden Kandil geri adım atarak eylemin Devlet Bahçeli’nin açıklamalarından önce planlandığı açıklamasını yapmak zorunda bıraktı. DEM tarafında ise kafa karışıklıklarının olduğunu gösteren mesajlar ilk etapta geldi. Genel olarak sürece yönelik açıklamaların desteklendiği ifadelerinin dışında somut bir duruş, talep, beklenti ve yol haritasına yönelik bir analiz yapılmadı.
CHP cephesinde atılan adımlar ve geliştirilen söylemler genel olarak süreci destekleme ve katkı sunma bağlamında olumlu olarak değerlendirilebilir. Daha önce yaşanan deneyimlerde MHP ve CHP’nin sürece radikal düzeyde karşı çıkması sürecin en zayıf taraflarından bir olduğu görülmüştü. Bu durum MHP merkezli ilk çıkış ve sonrasında CHP’nin daha üst düzeyde sahiplenici söylemi bu zayıf tarafın oluşmayacağını gösterir. CHP genel başkanı Özgür Özel’in HADEP/DEM eski genel başkanı Selahattin Demirtaş ve DEM partili Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanı Selçuk Mızraklı’yı ziyaret ederek süreci görüşmeleri, Esenyurt kayyum Operasyonuna karşı itirazları ve seçim talebi bu yeni dönem açısından süreci olumlu etkileyecek, besleyecek bir durum olarak değerlendirilebilir.
Geçmiş deneyimlerden çıkarılacak önemli hususlardan biri de sürecin PKK ve hükümet arasında sıkışmışlığının ürettiği olumsuzluklardır. Bu durum iktidarın sadece silahlı süreci bitirmeye yönelik tek yönlü beklentisini, PKK’nın ise örgütsel kazanım ve çıkarlarını merkeze alan pazarlıklarına mahkûm kalmasını beraberinde getirdi.
Yeni süreç yol haritasında bu yaşanmışlıklardan yola çıkarak sürece katkı sağlayacak tüm sivil aktör ve oluşumları, Kürt meselesinden etkilenen veya bir biçimi ile ona dokunan her bir kesimin sürece dahil edilmesini sağlamak gerekir. Ülke içinde sivil toplum kuruluşları yanında kanaat önderleri, aşiret temsilcileri, tarikat ve cemaat temsilcileri, aydın, alim ve iş adamları, Barolar, sendika ve odalar gibi çeşitli kesimleri temsil eden kuruluşları sürece dahil edilmesi sosyopolitik çözümün güçlü dokunuşları olarak çözümü kalıcı ve güçlü kılacak katkılar sağlayacaktır.
Kürdistan coğrafyası ağırlıklı olarak dört ülkeye bölünmüş ve her ülkede çeşitli düzeylerde yapı ve oluşumların olduğu durumunu ayrıca yeni süreç açısından göz önünde bulundurmak gerekir. Suriye iç savaşı ve sonrasında PYD oluşumu dikkate alınması gereken bir aktördür. Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde birçok faklı oluşumun yer aldığı önemli bir aktördür. Barzani yönetimin yanı sıra Talabani liderliğindeki KYB ve PKK’nın Kandil merkezli yapısı içindeki faklı güç ve etkiye sahip Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan gibi etkin kişilikler, Avrupa ve diğer dış dünyadaki PKK yapılanmaları sürece etki edebilecek en önemli unsurlar olarak değerlendirilmelidir.
Ayrıca PAJAK üzerinden İran İslam Cumhuriyeti’nin, Irak ve Suriye yönetiminin sürecin şekillenmesinde etkileri analiz edilmelidir. İran İslam Cumhuriyeti PAJAK üzerinden Türkiye ile olan tarihi rekabeti kendi lehinde tutmanın güçlü bir siyasi kartı olarak görmektedir. Dolayısıyla PKK sorununu her yönüyle çözmüş bir Türkiye, İran İslam Cumhuriyetinin siyasi gücünü zayıflatacağının üzerinden sürece olumsuz etkileri olma olasılığını stratejik olarak yönetmek gerekir.
Irak açısından Bölgesel Kürt Yönetiminin bağımsız bir Kürt devleti olma ihtimali bağlamında bir sorun olarak görülür. Böyle bir durum Kürdistan petrollerini Irak’ın kaybetmesi anlamına gelmesi üzerinden politik bir direnç üretir. Suriye Esad rejimi PYD silahlı güçlerinin muhalefeti ve ülkenin Rojova bölgesindeki özerkliği üzerinden sorun oluşturur. Irak ve Suriye Kürtlerin bağımsız bir devleti kendi toprakları üzerinde kurulması tehdidine karşı Türkiye ile ortak bir yerde durması sorunun mevcut şartlarda müzminleştirdiğini Türkiye’nin görmesi gerekir.
Mevcut koşullar ABD merkezli küresel sömürgeci güçlerin Kürtlerin devletleşme taleplerini destekleyen bir stratejik yaklaşımla Kürtleri kendi yanlarında bu ülkelere karşı tutmaktadır. Bu çatışma dinamiği ABD merkezli sömürge stratejisini güçlendirdiğini ve süreci şekillendirmede inisiyatif sahibi kıldığını görmek gerekir.
PKK güncel koşulları itibarı ile İran İslam Cumhuriyet, Irak ve Suriye içinde oluşumları olan, politik ve silahlı unsurları bulunan, bu ülkelerdeki siyasal süreçlerde çeşitli düzeylerde etkisi olan, ABD merkezli batı desteğini ve yardımını alan bir örgütlenmedir. Bu gerçeklik üzerinden yeni sürecin stratejisi belirlenmelidir.
Tarihsel arka plan 1. Dünya paylaşım savaşı ile emperyalistler tarafından çizilen ve kendi içlerinde siyasal bir mühendislik çalışmasıyla çatışmalı dinamiklerin stratejik olarak canlı tutulduğu ulus devletlerin hiçbir meşru ve erdemli tarafımım olmadığı gerçekliği üzerinden ele alınmalıdır. Dolayısıyla Kürdistan coğrafyası başta Türkiye olmak üzere egemen diğer devletlerin, evrensel erdem, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde yeniden ortak barış ikliminde çözüm odaklı yeni bir stratejik anlayışla yaklaşıma odaklanılmalıdır.
Kürdistan bölgesel yönetimi bağımsız bir devlet olma koşullarını Irak’ın yaşadığı siyasal sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Benzer durum Suriye için federatif bir düzenlemeyi gerçekçi kıldığı öngörülebilir. Türkiye’de yaşanan sosyal, kültürel ve siyasal değişim temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması süreci ile demokratik, sosyal üniter bir devlet anlayışı üzerinden çözümü daha gerçekçi kıldığının görülmesi gerekir.
Türkiye sürecin inisiyatif üreten belirleyici devleti olması koşulları her zamankinden daha güçlü konjonktürel koşulları taşımaktadır. Bu durum içte demokratik hak ve özgürlükleri merkeze alan anayasal bir sürecinin motivasyonunda sosyal, kültürel ve siyasal her alanda düzenlemeler üzerinden şekillendirilmelidir.
Çözümün ana başlıkları Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanımlanması ve tanınması, Kürt dilinin önündeki engellerin kaldırılarak tedricen anadilde eğitim ve Kürtçenin ikinci resmi bölgesel dil olmasına yönelik yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapılması, inkar ve asimilasyon belirtilerinin hızla giderilmesine yönelik değiştirilen yer isimlerinin iadesi, Şeyh Sait başta olmak, Muğlalı olayından Roboski’ye kadar yaşanan mağduriyetlere yönelik yasal bir yüzleşme süreci ve rehabilite edici düzenlemeler, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, sivil siyasal örgütlenmenin güvence altına alınması, tüm kamu hizmet ve uygulamalarında ayrımcılıkların giderilmesi ve eşitlikçi uygulamaların hassasiyetle yaşama geçirilmesi, bölge iklimine nüfuz eden güvenlikçi uygulamaların sona erdirilmesi geniş bir çerçevede hızla değişim ve düzenlemelere odaklanılması ve bu düzenlemelerin herhangi bir şart ve gerekçeye bağlı kalmaksızın bir kamu yönetim anlayışının değişim ikliminde bir iradenin görünür ve etkin kılınması çözümün gerçekçi ve kalıcı olmasını sağlayacak güçlü dokunuşlar olacaktır.
Özetle Yeni küresel stratejinin Ortadoğu üzerinden en önemli etkiler Kürdistan coğrafyası üzerinden şekillenmesinin kirli parçalayıcı, düşmanlaştırıcı etkilerini önlemeye odaklanılmalıdır. Türkiye açısından İç ve dış dinamikleri dikkate alınarak Kürt meselesinin bu yeni küresel stratejinin kullandığı bir fobi olmaktan çıkarılıp, reel politiğin akılcı düzenlemelerine odaklanılan yeni bir bakış açısı gereklidir. Türkiye özelinde temel hak özgürlükler düzeyinde anayasal düzenlemelerden başlayarak kamusal alanlara yönelik açılımlar üzerinden sorunun çözümü geliştirilmelidir.
One thought on “Hasan Postacı Yazdı: Kürt Meselesinde Yeni Süreç ve Beklentiler”