20.07.2024
Başkanlık sistemi Türkiye’sinin gittikçe siyasal bir tıkanıklığı derinleştirdiği birçok konuyla ilgili gözlem yapan çevrelerin ortak görüşü olarak karşımıza çıkıyor. Siyasi tıkanıklığı birçok boyutta gözlemlemek mümkün. Ancak krizin üst ana başlığını “Parti Devleti” olma üzerinden bir tanımlama yapılabilir.
Partili devletin kaçınılmaz kıldığı kamu bürokrasindeki partizanlık başta adalet, sağlık, ekonomi ve eğitim gibi alanlarda ortaya çıkıyor. Yukarıdan aşağıya kamu bürokrasisinde partizanlık kültürü hızla derinlik kazanarak nüfuz ediyor toplumsal yaşamın her alanına. En basit temel hak olan hizmetleri almak için bile parti referanslı kartvizitlere, aracı ve ricacılar ihtiyaç duyulan bir devlet-toplum ilişkisi normalleştiriliyor. Bu patolojik durumun toplumsal yaşamın temel hak ve özgürlük alanlarını her geçen gün tehdit ettiğini görmek gerekiyor.
Bu durum yüzlerce farklı olay üzerinden örneklendirilebilir. İnsan yaşamını değersizleştiren, insanı merkeze alan devlet algısından hızla uzaklaşılan yaşamsal gerçeklikler kaçınılmaz olarak devlet-toplum ilişkisini zehirliyor. Güven, sadakat ve merhametin toplumsal ilişki genetiğinde mutasyona uğrayarak ahlaki, vicdani iklimin yaşamı şekillendirme katsayısı her geçen gün zayıflıyor, değersizleşiyor ve anlamsızlaşıyor.
Siyaset felsefesi ve kamu kültürü açısından parti devleti ile ilgili tarihsel deneyimler kaçınılmaz olarak gittikçe sertleşen bir otoriterizm, jakoben bir sistematik ürettiği görülmüştür. İdeolojik boyutta ise toplumsal alt kimliklerin ötekileştirilmesi, ayrımcılık ve toplumsal dışlanmışlıklar üzerinden kendini sofistike boyutta bir takım değerlerle kamufle eden bir tür kadife faşizmin uygulamaları olarak karşımıza çıkar. Bunun en tipik göstergesi ise kurum ve kuralların, yasa ve hukukun araçsallaştırılarak, değersiz, likit, istenilen şekle ve yoruma everilebilen, ideolojik iktidar gücüne yakınlık oranında pervasızlık katsayısı artan, denetim ve hesap vermekten uzak bir kamusal işleyiş alanının yaygınlaşmasının kaçınılmazlığıdır.
İktidar güçleri karşısında siyaset üretme becerisi nerdeyse mefluç hale gelmiş muhalefet aktörlerinin, son birkaç yıldır yapılan seçimlerde kaybetmesine rağmen güçlendiğini gözlemlemek mümkün. Özellikle altılı masa ittifakının genel seçimleri kaybetmesine rağmen yerel yönetim seçimlerinde artan bir başarı göstermesi gittikçe siyasal yeteneği ve üretkenliği gelişen bir muhalefete işaret ediyor. Muhalefetin başarısızlıklarının partilerde yaşattığı değişim de bu anlamda özellikle CHP için etki gücünü besleyen, arttıran bir etki yaptığını söylemek mümkün.
Özgür Özel genel başkanlığındaki CHP hızla Ekrem İmamoğlu vesayeti eleştirisinden duruş ve söylemleri ile kendini kurtarıyor. Bu durum muhalefetin güçlenerek alternatif olma yönünde ilerlemesinin bir göstergesi olarak okunabilir. Yani parti içi kurumsal yapının güçlü olması ve vesayet eleştirileri üzerinden bir iç çatışmanın yaşanmasına müsaade edilmemesi CHP’yi iktidar karşısında daha güçlü bir alternatif kılıyor.
Yeni CHP’nin iktidarla diyalog çağrıları ve çabaları toplumsal polarizasyonlar üzerinden uzun bir süredir siyaset iklimini ipotek altına alan tarzın olumlu yönde bir değişim çabası olarak görmek mümkün.
Özellikle kitlesel yoksullaşmanın altında ezilen dezavantajlı kesimlerle ve onların sorunları üzerinden CHP yeni dönem siyasal söylem ve eylemleri gelecek açısından ayrıca toplumcu siyasetin gelişimine yönelik bir açılım sağlayacağını belirtmek gerekir.
Kamunun mağduriyet alanlarda, yargı, ekonomi, tarım vb. alanlarda sorunun bizzat sahada şahıs ve gruplara dokunması ayrıca yeni bir sinerji olarak görmek mümkün. Emeklilere yönelik eylemler, asgari ücret sorunu, atanamayan öğretmenler, aratan pahalılıklara ve yüksek enflasyona rağmen tarım ve hayvancılıkta yaşanan maliyet artışlarının üreticiyi sürüklediği darboğazların görünür kılması üzerinden çalışılarak yapılan açıklama ve söylemler CHP üzerinden yaşanan yeni dönem açılımları ve değişimi gösteriyor.
CHP geçmişinden devraldığı statükonun ideolojik devlet partisi olma bagajı topluma güven verme noktasında hala önemli bir mesafeyi kat etmesi gerekiyor. Seküler, bizantist laiklik üzerinden toplumu dizayn etme ve toplumsal kimliklerle etnisite ve din üzerinden geçmişte ürettiği derin travmayı rehabilite edecek güçlü dokunuşlara ihtiyaç var. Bu durum CHP içindeki lobilerin de temel çatışma alanına karşılık geldiğini söylemek mümkün.
CHP açısından diğer önemli bir engel dış politika ile ilgili zayıf ve belirsiz söylem. Özellikle son dönem Filistin’de Gazze’ye yönelik siyonist İsrail’in başlattığı ve hala tüm pervasızlığı ile devam eden işgal ve katliamlar karşısında toplumun vicdanının sesi olmaktan çok uzakta görünüyor. Özellikle iktidar blokunun toplumsal eylemlerle deşifre edilen çelişkili durumu hala pratikte net bir politik stratejiye dönüşmüş değil. Başta petrol ve enerji olmak üzere soykırımcı siyonist İsrail’in katliamlarına can suyu olan ticari ilişkinin çeşitli şekillerde Türkiye’nin katkıları ile devam ettiği biliniyor. Ancak topluma karşı politik söylemde İsrail”e karşı en sert eleştiriler yapılarak toplumsal vicdanı rahatlatmayı da hala başarıyor. Bu durum toplum kahır ekseriyeti nezdinde iktidar siyonist İsrail zulümlerine karşı devlet gerekeni yapıyor rahatlığını tatmin etmeyi başarıyor.
Siyonist İsrail ile bu çarpık ilişkilere yönelik itiraz ve eylemler bu nedenle toplumsal bir sahiplenme üretemiyor. Marjinal kaldığı için kolayca terörize edilebiliyor. Bu bağlamda CHP başta olmak üzere muhalefet blokunun diğer siyasi partiler toplumsal vicdanın ve iradenin sesi olacak bir dokunuşlara odaklanmaktadır. Dış politika Türkiye siyaset geleneğinde toplumcu siyaset ile statüko merkezli jakoben devletçi siyasetin en önemli ayrıt edici çizgilerinden birini oluşturmaktadır.
Ancak başta HDP/DEM olmak üzere İyi Parti, Saadet, Gelecek ve DEVA partileri için aynı siyasi disiplin ve açılım çabalarını gözlemlemek pek mümkün değil. Özellikle Kürt halkının siyasi temsilcisi gibi bir misyona sahip olan iddiasındaki DEM’in özellikle ve öncelikle Kürt meselesini her boyutta derinlikli çalışmalar üzerinden siyasi söyleme dönüştürmesi ve bu bağlamda toplumsal dokunuş ve açılımlar sağlamasına ihtiyaç olduğunun altını çizmek gerekir. Bu konuda en önemli sorunun ise silahlı gücün vesayetinde kalmaktan kendini kurtarmak istememesi veya bunu gerçekleştirecek iradeyi ortaya koyamaması olduğunun altını çizmek gerekir.
Türkiye siyasetinde gittikçe artan tıkanıklık kaçınılmaz olarak bir siyasi boşluk üretecektir. Tüm siyasi aktörlerin toplumcu siyaseti yeniden her boyutta güçlendirecek, temel hak ve özgürlükleri temel alan, hukukun üstünlüğü, kurumsal yapıların güçlendirilmesi, eşit paylaşım ve sosyoekonomik refahı tüm toplumsal kesimlere yaymaya odaklı bir ekopolitikliğin temel stratejiler olarak benimsendiği ve öncelendiği yeni bir siyasal söylem, anlayış ve programlara odaklanılmalıdır.