Hasan Postacı Yazdı: Ölmek Öldürmek Öldürülmek

13.08.2023

Yaşamın en anlamlı boyutlarından biri de ölümdür. İnsan için ölüm, kendisiyle yüzleşmesi, hesaplaşması gereken en muammalı olguların başında gelir. Ölümü kendisi için tanımlamayan insan için yaşamı anlamlandırmak neredeyse imkânsızıdır.

 Çok yakınımızda birinin vefatı ile ancak ölümü iliklerimize kadar hissederiz. Yaşamımızda yokluğu büyük bir boşluk oluşturan birinin ölümü bizi güçlü bir şekilde sarsar. Böyle bir ölümü kabullenemeyiz. Gözyaşlarımızı tutamaz, içimizdeki feryadı dindiremeyiz. Ömer’in Kim o öldü derse kılıcımla kellesini vururum demesinde kendini gösterir kabullenememe, dindirilemez figan. Annemizin, babamızın, evladımızın, kardeşimizin, çok yakın dostlarımızın vefatı hep böyle önüne geçemediğimiz, kaçınılmaz bir gerçeklik olan ölüm karşısındaki çaresizliğimle yüzleştiğimiz zamanların etkisinden uzun süre kurtulamayız.

Ancak iş başkasının ölümüne gelince bu etki inanılmaz bir düzeyde erir, kaybolur. Başkasının ölümü çoğu kez bir istatistik, gazetelerde üçüncü sayfa olayı, sosyal medyada bir mesajlık olay mesabesinde gelir geçer hayatımızdan.

İnsanın dışındaki canlılar için ise ölümü daha hoyrat karşılarız çoğu kez. Arabanın ezip geçtiği bir kedi, köpek sadece direksiyonu kırarak yanından ustaca geçip gidebileceğimiz bir dikkate evrilir ölüm. Yanan ormanlara çoğu kez keyfimizi kaçıran bir televizyon haberi düzeyinde ilgi duyarız.

Medya teknolojilerinin geliştiği oranda her yerde, her an çoğalan ölümler sıradanlaşır. Bağışıklık kazanır insan ölüme sanki. İlk göreve başlayan hemşire bir kızımızdan dinlemiştim. İki yaşında bir çocuğu kurtarmadıklarını, yapılan müdahaleler sonrasında öldüğünü görünce hüngür hüngür ağladığını söylemişti. Bu durumu gören doktorun kendisini azarladığını, böyle yapmasının bir hemşireye uygun olmadığını öfkelenerek ifade ederek bizler her gün onlarca böyle durumlarla karşılaşabileceğimizi, bunların bizler açısından birer ‘Eks’ (Exitus/ölüm) olarak istatistiksel birer veriden ibarettir demesini paylaşmıştı. Ölümün soğuk yüzüne alışmalıydı hemşirelik yapacaksa eğer.

Başkasının ölümü kendi yaşamımıza dokunmuşluğu oranında etkiler bizi. Ancak bu etki ne kadar güçlü olursa olsun bir buz kalıbı gibi zaman karşısında tutunamaz, erir,  çözülür gider. Artık yıl dönümlerinde, bayramlarda bir buket çiçekle mezarlarını ziyaret ettiğimiz bir rutine döner en sarsıcı ölümler bile. 

Ölümün en trajik olanı başkası tarafından öldürülmektir. İnsanoğlunun varoluş serüveninin en sarsıcı, yaralayıcı hikâyeleri öldürülme olayları ile tarihe not düşer. Düşünce ve dilin en çetrefilli analizleri öldürülme eylemlerinin derinleştirilmesinde ortaya çıkar. İlk katil kimdir? Neden katil olmuştur? Bir insan bir başka insanı neden öldürür? Öldürmeler hangi koşullarda meşru olur? Kahramanlıklar ve canilikleri atasındaki sınırlar nasıl belirlenebilir? Bu sınırları flulaştıran veya tanımlayan şey yine öldürme eylemleridir paradoksal olarak. Tüm dinlerin konusudur öldürülmek, öldürmek.

Semavi dinlerde ve İslam’da kısmen farklı anlatılarda olsa bilinen ilk öldürme fiili Hz. Adem (as)’ın çocukları Habil ile Kabil arasında yaşandığı aktarılır. Yani ilk katil bir kardeş katilidir. Kabil’i kardeşi Habil’i öldürmeye iten ise kıskançlık, nefsi tutku ve arzularının sürüklediği anlık öfkedir. Sonrasında derin bir pişmanlık duyar Kabil. Kardeşinin cesedini toprağa gömeceğini bir kargadan öğrenmenin zavallılığı ile kendini kınar. Ama eli kanlı bir katil olarak tüm katillerin atası olacak bir eylemin ilk faili olarak telin edilir. Yani masum bir insanı çıkar ve tutkuları için öldürmenin asla kabul edilemeyeceğinin varoluşsal dokunuşunu anlatır bize Habil ile Kabil arasındaki öldürmekle biten bu ilk cinayet.

Hukuk tarihinde öldürmek kuşkusuz en büyük suçlardan biridir. Bu büyük suçun cezası da tarihsel sürecin büyük bir bölümünde yine misli ile cezalandırılmak olmuştur. Kitab-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır. (2/178)” ifadesi ile bu cezanın uygulanması karşılık bulur.

Ayetin hükmü açıktır. Masum bir cana kıyan kişiye kısas uygulanır. Yani ölüm cezası ile cezalandırılır. Ayetin tefsiri ve ortaya çıkacak olası durumların fıkhı ile ilgili detaylar için geniş bir külliyat vardır. Bu cezanın günümüz hukuk sistemleri bakımından karşılığı ile ilgili yeni analizlere ihtiyaç olduğunu belirtmek gerekir.

Türkiye hukuk siteminde idam cezası 2004 yılı itibari ile kaldırıldı. Son idam cezası ise 1984 yılında uygulandı. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde getirilen bu düzenlemenin konjonktürel olarak Abdullah Öcalan’ın idam edilmeme şartı ile teslim edilmesinin de önemli bir etkisi olduğunu ayrıca belirtmek gerekir.

Dünyada idam cezası uygulayan ülkeler var. Avrupa coğrafyası içinde Belarus ve Rusya’da idam cezası uygulanıyor. Bunun dışında ABD, Çin, Japonya ve Hindistan gibi ülkelerin yansıra birçok İslam Ülkesinde de idam cezası uygulanıyor.

Başta AB olmak üzere idam cezasını hukuk siteminden çıkaran ülkelerin temel gerekçelerinin arasında; bu cezanın cinayet suçlarında yeterince caydırıcı olmadığı, cezanın intikam anlayışı ile verilmeyeceği, insan hayatının devletin mülkü olmadığı, ölüm, yok etme ve korku adaletine son verme gibi gerekçelerle hukukun çağdaş gelişmişliğinin bir evresi olarak göze göz, dişe diş merkezli adalet anlayışının aşılması olarak tanımlanıyor.

İdam cezasının en önemli sorunlarından biri de cezanın geri döndürülemez olmasıdır. Yani bu cezanın uygulanmasından sonra idam edilen kişinin masum olduğu ortaya çıkarsa artık telafisi mümkün olmayan bir durumla karşılaşmış oluruz. Bu durum cezanın verilmesi ile ilgili yargı süreçlerinin üst düzey bir hassasiyetle sürdürülmesini gerektirir. Yargı sürecinde jüri sistemi, adli tıp, psikoloji vb. uzmanlıklardan yararlanılması gerekir.

İdam cezası ile ilgili bir diğer önemli husus ise devlete karşı işlenmiş suçlardan arındırılması konusudur. Cezanın siyasi alanlarda ve devlete karşı işlenmiş suçlar kategorisine girmesi ideolojik yandaşlığın keyfiliğine kapı aralanması anlamına gelir ki Türkiye’de siyasi idamlarda bu durumun ürettiği olumsuzlukları görmek mümkün.

Temelde devlet bir hizmet organizasyonudur. İnsan yaşamı devletin tasarruf edeceği bir mülk değildir. Bu bağlamda devlet her türlü eleştiriye açık olmalıdır, takdis edilmemelidir. Buradaki tek ölçü bu tür kamu sistemi ile ilgili öldürmelerde ölen kişinin ölümü ile ilgili durumların yargılanması olmalıdır. Bir kamu görevlisi bir insanı öldürmesi ile ilgili durum da bu bağlamda incelenmelidir. Kamu görevlisinin öldürme yetkisi, nefsi müdafaa ile sınırlandırılmalıdır.

Türkiye gibi duygusal boyutu toplumsal genetiğinde belirleyici olan, eğitim düzeyi düşük, büyük aile ve feodal ilişki düzenine bağlı, bireysel silahlanma kültürü gelişkin, kadın erkek ilişki kültürü ataerkil karakter ağırlıklı olan toplumlarda idam cezasının kaldırılması beklenilenin aksine keyfi cinayetleri ivmeli bir şekilde arttırmaktadır. Basit bir trafik tartışması bile cinayetle sonuçlanabilmektedir. Kadın erkek ilişkilerindeki kadın cinayetleri yine aynı keyfiliklere, hatta yer yer namusu temizleme klişeleri ile sosyokültürel meşrulaştırma ve ajitasyonlara elverişli kılınmaktadır.

Türkiye’nin sosyokültürel iklimi, toplumsal ilişkilerde cinayetleri sıradanlaştırmakta ve çoğaltmakta olduğu istatistik veriler göstermektedir. 2019 yılında konu ile ilgili hazırlanan raporda 2009 ile 2019 arasında cinayet suçlarının yüzde 532 oranında arttığını göstermiştir. Bu suçların ateşli silahlarla işlenen olaylarda ise yüzde 262 oranında artığı belirtiliyor. Aynı rapor cinayetlerin yüzde 99.3 nün erkekler tarafından işlendiğini gösteriyor.

Kitab-ı Kerim Kısasta sizin için hayat vardır diyor. Bu üzerinde hikmetle düşünülmesi gereken, birçok boyutuyla analiz edilmesi gereken bir vurgudur. Birini öldürmeyi planlayan, teşebbüs eden kişinin kendisinin de ceza olarak öldürüleceğini bilmesi bu suçu işlemede çok güçlü bir caydırıcılık oluşturur. Tersine cinayete teşebbüs eden, işleyenler cezalarını iyi hal ile yalancı şahitliklerle hafifletebileceklerini, yolunu bularlarsa rüşvetle dosyalarını istedikleri gibi düzenletebileceklerine inanırlarsa kolayca cinayet işleyebilir, işletebilirler. Üç beş kuruşla kolayca kiralık katiller bulabilirler.

İdam cezası sadece masum insanları öldürenler için yeniden gündeme getirilmelidir. Devlete karşı suçlar, siyasi suçlar ancak masum insanlar öldürülmesi sınırlarında dava konusu olmalıdır. İdam cezası verilen kişilerin, maktulün yakınları tarafından affedilmesi, belli bir bedelle idam cezasından hapis cezasına dönüştürülmesi mekanizması getirilmelidir. Bu cezanın karara bağlanacağı yargı süreçleri artı bazı uzmanlıklarla güçlendirilmeli ve kesin cinayet suçu kanıtlanmasını sağlayacak üst düzey bir mahkeme süreci yapılandırılmalıdır. İnfaz sürecinin de zaman planlaması, maktul yakınlarının aklııselim karar alabileceği süreçlerin rehabilitasyonu gibi idamı zorlaştıracak süreçler ile muhkemleştirilmelidir.

Ölüm insan yaşamı için en güçlü terbiye edici dinamiklerden biridir. Ölümden sonra diriliş ve hesap günü inancı yaşamı anlamlı kılar. Dünya yaşamının bir imtihan olduğunu bize ölüm hep hatırlatır. Ölümü hayatın dışına itmek yaşamı tatminsiz, kontrolsüz kılar. Her nefsin ölümü tadacağını gerçekliği asla ortadan kaldırılmayacağı ve hesap gününün kaçınılmazlığı ölümü bir şeb-i aruz bilinci ile kuşanmamızı sağlar. Bu bilinç masum bir cana kıymayı, cinayet işlemeyi de gerçekte kendi yaşamını yok etmek anlamına geldiğini kavrar. 

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları    

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir