Hasan Postacı Yazdı: Ontolojik Bir Kimlik Olarak Kadın

08.03.2024

8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak birçok ülkede çeşitli etkinliklere kutlanmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde kadın hakları ile ilgili ihlaller ve yaşanan mağduriyetlerin giderilmesine yönelik duyarlılıklar üzerinden konu genellikle ele alınır. Bu bağlam doğal olarak Türkiye dahil olmak üzere bir çok ülkede kadına yönelik her alanda pozitif ayrımcılığı beraberinde getirir. Bu alandaki uygulamalar aynı zamanda ülkenin gelişmişliğinin, çağdaşlaşma düzeyinin ve uygarlaşmasının bir ölçüsü olarak görülür.   

Konunun kadına yönelik pozitif ayrımcılık üzerine kodlanması sosyopolitik ve sosyokültürel olarak ortaya çıkan kimi kırılmaları görünmez kılan bir etki yapıyor. Bu konunun özgür bir iklimde tartışılmasının önünde önemli bir psikolojik bagaj, etkili bir sivil toplum mobingini kaçınılmaz kılıyor.

Türkiye gibi İslam medeniyet müktesebatının taşıyıcısı ülkelerde kadın mağduriyeti konusu ayrıca geçmişin inanç ve değerler iklimi en güçlü neden olarak gösterilmeye çalışılır ve geçmişin tüm birikimi bu konuda suçlu ilan edilerek bir nefret ve düşmanlaştırma dili geliştirilir. Bu eleştirilerin dozajı ideolojik feminizmin seviyeleri ile doğru orantılı olarak değişir. Seküler feminizmin ideolojik baskıcı söylemi kendi içinde muhafazakâr feminizmin üretilmesini beraberinde getirerek “mahalle içi” bir hesaplaşmanın Truva atına dönüştürülür.

Türkiye gibi ülkelerde özellikle eğitim ve bilinç düzeyinin derin sosyopolitik polarizasyonlar üzerinden birbirine kör ve sağır duygusallıklara dönüştüğü yerlerde kadın konusu kendi toplumsal gerçekliğinde konuşulmasının imkânlarını ortadan kaldırır. Sağlıklı iletişimin, konsensüs ve uzlaşı kültürünün, etkili ve verimli diyalogların bu tür toplumsal duygusallıkların ajite edilerek maksimize edildiği toplumlarda oluşması mümkün olmaz.

Bu durum İstanbul Sözleşmesi gibi küresel metinlerin uygulamada yarattığı sorunlar ve ülke heterojen kültürel genetik gerçekliğinin toplumsal dokusunda ürettiği travmaların karşısında oluşan tepkisellikleri anlaşılmaz kılarak kendi karşı cephesini gericilikle, çağdışılıkla suçlayan ve bunu partiler üzerinden politik bir malzemeye dönüştüren kırılmaları beraberinde getirdiği gözlemlenir.

Kadın konusunun İslami değerler üzerinden mahkum edilmesi ile malzemelerin dönemsel olarak her kuşak ve durum için canlı tutulduğu sloganik duygusallıklarını aşmayan retoriklerin 8 Mart gibi günlerde servis edilmesi ayrı bir sosyopolitik algı mühendisliği olarak görmek mümkün. Kadının şahitliği, miras hakkı, dövülmesi gibi konular üzerinden sığ bir düşünsel iklimde tartışılması sürecin toplumsal bilinç düzeyinde gelişimini de sabote etmektedir.

Genel olarak vahiy öğretisi ontolojik fıtrat temelinde bir özne olarak insana vurgu yapar. Davet ve mesajın muhatabı tek başına kadın veya tek başına erkek değildir. Muhatap bir yaratılış gayesi olan insandır.

Kadın ve erkek bir özne olarak insan kimliğinin iki ayrı biyolojik formudur. Bu yönüyle birinin bir diğerinden ontolojik olarak hiçbir üstünlüğü, ayrıcalığı yoktur. İnsanın yaratılış anlatısı metaforik bir tanımlama üzerinden yapılır. Vahiy öğretisinin yorumları, bilinçli-bilinçsiz tahrifatı üzerinden toplumların kültürlerinin birer parçası haline gelmiş erkek egemen nakil ve aktarımların vahyin ontolojik fıtrat tanımlamaları üzerinden kritize edilmesi gerekir.

Dinin sabiteleri olan kelam ve itikata dair konuların değişmezliği karşısında toplumsal yaşamamın kaçınılmaz değişiminin getirdiği farklılıkların evrensel ilke ve değerleler bağlamında, İslam’ın insana dair vazgeçilmez kıldığı erdemler, adalet ve özgürlükler ikliminde kendi devinimini akıl ve bilimsel gelişmişliğin öğreticiliği üzerinden anlam ve tanımlamalara odaklanılarak değişimin ontolojik fıtrat ikliminde gerçekleşmesi hedeflenmelidir.

Sosyal hayatta, kamusal uygulamalarda, toplumsal rol ve şekillenişlerde kadına yönelik pozitif ayrımcılıklar üzerinden ortaya çıkan toplumsal kırılmaların, kadın iş gücü, kadın ve eğitimde fırsat eşitliği, politik süreçlerde kadın dinamiği, aile ve diğer toplumsal roller bağlamında kadın, nafaka, mülkiyet ortaklığı, evlilik, kadına şiddet ve yasal süreçlerin şekillenişi bağlamında ayrı başlıklar halinde analiz edilmesi gerekir.              

Kadın konusunun ifrat boyutu tarihsel müktesabatın katlılığına terkedilmesi olarak tanımlanabilir. Tefrit noktası ise küresel istikbarın ifsat ettiği çağdaş cahiliye kültürünün insanı nesneleştiren, değersizleştiren, ontolojik gerçekliğinden uzaklaştıran kuşatılmışlığı olarak tanımlanabilir.

Bu ifrat ve tefrit sarkacında sıkışmışlığın ürettiği ajitatij duygusallık kadını gelenek ve geçmişin katı muhafazakârlığının kuşatılmışlığında güçlü bir insan kimliğini oluşumunu engellerken, özellikle kamusal alanda ekonomik güç, sosyal statü gibi güçlü birey kimliği edinen kadında ontolojik fıtrat kayboluşlarının beraberinde getirdiği ideolojik seküler feminizm, toplumsal cinsiyet nesneleşmesi, psikolojik taranspersonel kopuş ve savruluşların oluşmasını beraberinde getirdiği görülür.

 

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir