Hasan Postacı Yazdı: Sanat Üzerine

30.09.2023

Yaşamsal ihtiyaçların canlılığı devam ettirebilme ile sınırlı olmadığını insan için söylemek mümkün. Çeşitli disiplinlerde farklı hiyerarşilerle bu durum ifade edilmeye çalışılmıştır. Bunların en bilineni Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisidir. Bu piramidin ilk basamağını fizyolojik ihtiyaçlar, en üst basamağını ise kendini gerçekleştirme olarak tanımlar Masolow.

Nefes almadan uyku ve beslenmeye kadar canlılığın devamı için gerekli olan ihtiyaçları fizyolojik ihtiyaçlar olarak görülürken, hakikat arayışı, yaratıcılık ve erdemlilik gibi ihtiyaçları ise en tepeye yerleştirir.

Masolow, bu piramidinde en alttaki olmadan bir üstteki gerçekleşmez gibi keskin geçişlerin olması yaşamsal gerçeklikten uzak olduğu söylenebilir. Yaşamsal gerçeklik bu yönüyle daha iç içe geçmiş, kompleks bir şekilde akar. Hakikat arayışı, erdemlik ve yaratıcılığın estetik üretkenliklerle kendini dışa vurduğu sanatın da bu bağlamda yaşamın her alanında bir biçimi ile ortaya çıktığını gözlemleye biliriz.

Bazen bir çobanın çaldığı kavalda, bazen bir sokak şarkıcısının gramofonunda, okunan bir ezanda, çalınan bir ıslıkta, yıkık dökük bir duvara yazılan bir sloganda, beklenmeyen bir ölümün ağıtlarında, köhne bir evin penceresinde özenle süslenmiş saksılara ahenkle dizilmiş sardunyaların düzeninde, bir sosyal deneyin yaşanılan erdemsizlikleri deşifre etmede kullanılan küçük mizansenlerde, bir işçi grevinde hep bir ağızdan söylenen marşlarda,  yılsonlarında yapılan öğretmen taklitlerinde görebiliriz sanata dair kesitleri.

Sanatın en mümbit iklimi özgürlüktür. Özgürlüklerin olmadığı yerde insanda ilk körelen şey sanatsal üretkenliklerdir. Susturulmuş kitleler sanatı yalnız bırakır. Bedel ödemeyi göze alanların dışında alanlarda kimseleri göremezsiniz. Bu yüzden pir sultanlar, Nefiler ipe verir boyunlarını, sürgünleri yaşar Mehmet Akifler, Nazım Hikmetler, zindanlara yurtlanır Sabahattin Aliler, kimi de kendi zindan ve sürgününde yaşar düzene inat Sezai Karakoçlar gibi.

Gençlik yıllarında yasaklı kasetler, kitaplar, filmlerin sayısı az değildi. Şıwan’nın kasetleri gizli gizli dinlenir, elden ele dolaşırdı. Yılmaz Güney’in Yol filmi uzun yıllar yasaklı kaldı. Filimin bir karesinde Fırat’ın doğusuna geçerken ironik olarak Türkçe “Kürdistan” yazılı bir yol tabelası nedeniyle yasaklı olduğunu hatırlarım. Risale-i nur külliyatını okumak, okutmak yasaktı uzun yıllar. Kuran-ı kerimi öğrenmek ve öğretmek bile yasak olduğu yıllar yaşandı bu ülkede.

Sanatın gücünü çok önemsemedi Türkiye Müslümanları. Enstrüman sesleri, kadın sesleri ve nefsanilikler üzerinden arasına hep bir mesafe koydu direnişlerin en muhkem kalelerinden bir olan sanatla arasına. Şiiri boş bir uğraş, romanı kadere isyansı vurgular, tiyatroya kurgusal yalanlar, resme, sinemaya sınırları zorlayan mahremyetlikler üzerinden yargıladı hep.

İlk deneyimler olan “İnsanlar ve Soytarılar” ile sanatın gücünün farkına varıldı biraz. İbrahim Sadri, Ulvi Alacakaptan ve Hasan Basri Canat’ların sayesinde. İlk bant tiyatroları olan “Hicret”, “Mute Destanı” gibi kasetlerde, Barbaros Ceylan’ın bağlama eşliğinde marş ve ezgiler söylemesi İslam fıkhı bakımından uygun bulunmamış ve aynı ezgiler sadece def eşliğinde yeniden söylenerek bant tiyatroları piyasaya sürülmüştü. Ömer Karaoğlu, Eşref Ziya gibi isimlerle bu kırmızıçizgiler ancak aşılabildi yıllar sonra.  

Ancak sanatın çığlıkları hiçbir zaman susturulamadı. Daha güçlü dalgalarla yaşamın ta kalbine tusinamiler üretti sanat üzerinden özgür erdemli yürekler. Kimi zaman Mina’da bir hakikat, evrensel erdemlilik ve özgürlük manifestosuna oldu veda hutbesi ile zaman ve coğrafya üstü sesler üreten, kimi zaman Aydınlanma nedir? Sorusuna aklını kullanma cesareti göster diyerek Fransız devriminin çığlıklarına dönüştü Kant’ın satırlarında.

İslam tarihi özgürlükleri gürleştiği dönemlerde sanatın en ölümsüz eserlerini ürettiği görülür. Yasakların, zorbalıkların olduğu zamanlarda tutsak ve yalnız bırakılır tüm sanatsal çığlıklar. Buna rağmen Kufe’nin cesaretsizliğine, boyun eğişine inat, Kerbela ’da Hz. Hüseyin’in kanlarına yakılan ağıtların Zeynebi çığlıklarını taşır tarihin en onurlu sayfalarına.

Ak Parti 20 yılı aşkın iktidar dönemi sanatın özgürleştirici yanlarını geliştirdiği söylenebilir mi? Başkan Erdoğan, kendi ifadesi ile başarısız oldukları en zayıf halkaların eğitim sistemi ve kültür, sanat alanları olarak ifade ettiğini hatırlıyoruz. Geçen yıllar bu konuda hala aynı zayıflıkların sürdüğünü söylemek gerekir.

Çok büyük maliyetlerle ortaya konula dev prodüksiyonların eleştirisini kendi değerler iklimimizde yapılmasının elzem olduğunu belirtmek gerekir. Kurtlar vadisi üzerinden ortaya konulan sosyopolitik düzenin, devlet, millet, vatan algısının toplumsal karşılığını ve yarattığı travmatik etkilerle yüzleşmenin kaçınılmazlığına dokunmak gerekir. Benzer şekilde diğer devlet destekli tüm yapımların ortaya koyduğu tarihsel persfketiflerin günümüze yansımalarının eleştirilerinin yapılması gerekir. Şanlı tarih hastalığının propagandaları ile uyuşturulan bir toplumsallığın tarih zindanından kurtulması asla mümkün değildir.  

Sanat özgür ruhların estetik arayışıdır varoluşlara dair. Sanat politik arenaların hesaplaşmasına dönüştürülmemelidir. Sanatın hizmet edeceği, odaklanacağı yegane zemin fıtratın evrensel değerleri, erdemler, özgürlükler ve adalet üzerinden hakikat arayışı olmalıdır. Sanat insanın, beşerden insan olma sürecine, devrimci dokunuşların en estetik üretkenliklerini ortaya koyma çabaları olarak görülmelidir.    

  Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.