Hasan Postacı Yazdı: Sezai Karakoç’un Ardından

21.11.2021

“Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.” Diyerek vehbi olanın kaçınılmazlığı karşısında, özgürlüğün enfüsi ve afaki dinginliğini idrak etmişi bir bilgelikle bir ‘şeb-i aruz’ gibi ölümü karşıladı. Güneşin kuzey yarım küreden uzaklaşmaya devam ettiği, karanlık gecelerin uzadığı, gündüzlerin kısaldığı, doğanın tüm hasadını insanoğluna devrederek yeni bir ölüm sessizliğine çekilmeye başladığı bir sonbahar kasımında, yani sanırım üstadın tam arzuladığı gibi, kendini tüm yaratılmışların doğasının bir parçası olarak, sessizce, gürültü yapmadan ayrıldı aramızdan üstad Sezai Karakoç.

Türkiye İslami mücadele serüveninin köşe taşlarından, ana ‘Sütun’ larındandı Karakoç. O’nu mistik bir protest İslamcı olarak tanımlamak mümkün. Protestosu bıçağın iki keskin yüzü gibiydi. Bir yüzü batı aklının ve ifsadının çağı kuşattığı, tüm yer küreye fısk-ı fücur üreten, acımasız yağma ve talan sömürgeciliğnin dimağını, paradigmasını şekillendiren şirk ve küfür cahiliyesine karşı ilkeli bir protest duruşu temsil ediyordu. Bıçağın ikinci keskin yüzünde ise tüm insanlığa bir örnek özne olmaktan uzaklaşmış geleneksel doğu aklının her tonunu bir biçimde etkilemiş, ancak epistemolojik, estetik, düşünsel üretkenliğini dumura uğratılmış geleneksel İslami anlayışlar vardı.

Sezai Karakoç’un ‘Diriliş’ manifestosu her boyutuyla çağa yönelmiş güçlü bir çığlıktı. Bir yandan şiir ve edebiyatta güçlü, derin, sarsıcı dokunuşlar yaparken, diğer yandan düşünce dünyasında politik, ekonomik, estetik, felsefi açılımlar ile çağın gündemine İslamı yeniden taşımaya çalışıyordu.

“İslam Ekonomik Sikrüktürü” kendi dönemi içerisinde, çağın kapitalizm ve sosyalizm dışında herhangi bir paradigmal anlayışı ihtimalsiz gördüğü bir konjonktürde, İslam’ın belki de en yumuşak karnı denilebilecek bir alanda yazılmış, kendi çağının düşünsel zindanlarını parçalayan bir çıkışa karşılık geldiğini söylemek mümkün.

Sosyopolitik alanda, İslam coğrafyasının, küresel sömürgeci politikalarla yağmalandığı, paramparça edildiği, birbirine düşman kılınması için her türlü fesadın, siyasal mühendisliğin uygulandığı bir açmazda İslam ortak paydasına vurgu yapan, dikkat çeken ve hatta bir adım daha ötesine giderek yol gösteren, birlikteliğin imkânlarını çeşitli formülasyonlarla ortaya koymaya çalışan bilge bir aydın ve entelektüelin çabaları görülür yazılarında.

Belki de Sezai Karakoç’u vazgeçilmez kılan, derin etkilerinin ortaya çıktığı alan ise edebiyat ve özellikle “Karakoç Şiiri” dir. İkinci yeni akımının İslami şiirde ilk başlatıcısı ve öncüsü olan Karakoç, geleneksel aruz ve hece ölçüsüne yaslanan İslami şiirine, soyut ve imgesel anlatım gücünün, güçlü bir ses estetiği ile buluşturan serbest tarzın kapılarını açmıştır. İkinci yeni akımın şairleri arasında İslami şiirin tek ve sarsılmaz kalesi olarak uzun bir dönem öncülüğünü ve hatta kendinden sonra geleceklere öğretmenliğini yapmıştır.

Karakoç şiirinde de bıçağın iki keskin yüzünü görmek mümkündür. Hızır ile kırk saate; “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz.”

Şiirinde olduğu gibi bir yandan gelenekle hesaplaşırken diğer yandan batı aklının ürettiği sosyopolitik, ontolojik çıkmazlara dikkat çeker. 

Şiirlerinde cahiliyenin tüm acımasızı unsurları ile kuşattığı çağa karşı direnmenin mevzilerini de verir Karakoç;

 “Üzüm kurusuyla açılmış oruç

Başına çiğ yağmış namaz

Bu fırtınanın önünde 

Bunlardan başkası duramaz”

Batı aklının ve acımasızlığının karşısında savunmasız kalmış İslam coğrafyalarında ve özelde batı ile belki de en kritik, kırılgan temasın sağlandığı, derin asimilasyon politikalarına, saldırılarına maruz kaldığı imparatorluğun son bakiyesi Anadolu coğrafyasına incelikli gözlemler yaparak, bir yandan burada tortuları kalmış bilgeliklere dikkat çekerken diğer yandan yaşanan bu çaresizliğin ve yenilmişliğin nedenlerine, yoksulluğa, yoksunluklara dokunur. “Ötesini Söylemeyeceğim”  şiirinde aşağıdaki sarsıcı dizelerle bu resmedilir;

“Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor

Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz

Yağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardır

Suyun içinde gürül gürül yanan

Dudağımı büküyorum ve topladığım çalıları

Bekçi Halilin kız kardeşinin oğluna ait

Daha doğrusu halasından kendisine kalacak olan

Arsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorum

Hiç kimsenin bilmesine imkân yok

İmkân ve ihtimal bile yok sizin bilmenize Bay Yabancı

Ve yağmur yağıyor ben bir şeyler olacağını biliyorum

Ellerime bakıyorum ve ellerimin benden bilgili

Bir hayli bilgili olduğunu biliyorum

Bilgili fakat parmaklarım ince ve uzun değil

Sizin bayanınızınki gibi ince ve uzun değil

Annemi babamı karıştırmayın işin içine

İnanmazsınız ama onların şuncacık

Şuncacık evet şuncacık bir alakaları bile yok

Sizin def olup gitmenizi istiyorum işte o kadar

Ali de istiyor ama söylemekten çekiniyor

Halbuki siz insanı öldürmezsiniz değil mi?

Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüz

Tuhaf ve acaip şapkalarınızı da beraber götürünüz emi

Boynunuzdaki o uzun ve süslü şeritleri de

Kirli çamaşırları tahta döşemelerin

Üzerinde bırakmamanızı yalvararak istiyeceğim

Yalvararak istiyeceğim diyorum Medeni Adam

Hem şu bildiğiniz usule de lüzum yok

Tepesi demir askerleriniz babamı alıp götürmeseler

O zaman siz görürsünüz Bay Yabancı

Ağaçların tepesine çıkabileceğimizi

Ben ve kardeşim Alinin anlayabileceğinizi umarım

Siz uyuduktan sonra odanıza girebileceğimizi

-Ben bunu ispat edeceğim-

Hani sizin şu yüzü kurabiye bir bayanınız var ya

Beyaz ve yumuşak

Hani tepesinde ikisi kısa biri uzun üç tüy var

Onu siz başka yerlerden getiriyordunuz

Sayın Bayanınızın gözleri çakmak çakmak yanıyordu

Siz ötekini Bay Yabancı gizli gizli öpüyordunuz

Elinizle onu belinden tutuyordunuz sonra öpüyordunuz

Siz bizi görmüyordunuz

Biz ağacın tepesinden seyrediyorduk

Siz onu çok öpüyordunuz

Ötesini söylemiyeceğim Bay Yabancı

Ben siz belki bilmezsiniz on yaşındayım

Annem böyle konuşmak ayıptır dedi

Annem o kadına şeytan diyor

Bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlar

Siz şeytanı çok seviyorsunuz galiba Bay Yabancı

Siz şeytanı niçin bu kadar çok öpüyorsunuz

Kabul ediyorum sizinki bizimkinden daha güzel

Ama bizimki sizinkinden daha efendi daha utangaç

Onu hiç görmedim o bize hiç gelmiyor

Hele yağmur onu hiç deliğinden çıkarmıyor sanıyorum

Ben yağmuru çok seviyorum Bay Yabancı

Sizin ıslak saçlarınızı hiç sevmiyorum

Tunusluların saçlarına benzemiyor sizin saçlarınız

Bizim saçlarımıza benzemiyor sizin saçlarınız

Ben karayım beni de amcamın oğlu seviyor

Sizin o kadını sevmiyor Süleyman

Süleyman benden başka kimseyi sevmiyor

Ben de onu seviyorum

Onu ve bizim evi seviyorum

Bizim evin her tarafı tahtadandır

Ayrıca matmazelin üzerine

Bir akrep atabileceğimi de düşünün

Tam karnının beyaz yerinden tutarsanız bir şey yapmaz

Ama onu Matmazel bilmez ki o tam kuyruğundan tutar

Sizin Matmazel bir ölse siz onu bir daha göremezsiniz

Halbuki bizim ölülerimizi teyzem görüyor

Onlarla konuşuyor onlara ekmek veriyor

Onlar ekmek yiyor anladın mı Bay Yabancı

Matmazel bir ölse ona kimse ekmek vermez

Onun için gidip şapkalarınızı da beraber götürün

Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar

Her biri bir damla atıyor aşağıya

İşte yağmur bunun için yağıyor

Ben bunun için yağmuru seviyorum

Yağmur bizim için yağıyor…”

Karakoç’un batı merkezli cahiliye kültürünün insana dair temel fıtri değerleri çözücü, kirletici büyüsüne karşı direncin özünde vahiy iklimiyle beslenen değerler olduğunu gösterir. Batı-Doğu karşılaşmasında doğunun değişime dönük mistik direncinin önemine vurgu yapar veya en azından buradan başlanması gerektiğine vurgulu bir şekilde dikkat çeker. “Masal” şiirinde yedinci oğlun nefsi emarenin ajitasyonu üzerinden köleleştirici tüm unsurları ile batı merkezli saldırılarına karşı değişmeme, özünü, fıtratını korumaya dönük mistik direnci üzerinden sembolize edilir.

Gençlik yıllarımda başlar ban ilk dokunuşları, yontuşları. Savruluşların, melankolik yalnızlıkların uçurumlarından alıp dergâhına götüren önemli isimlerin başında gelir Sezai Karakoç. İnanıyorum ki bizim kuşağın en önemli düşünce ve duygu dergâhlarından birinin ev sahibidir bu anlamda. Tüm sürgünlüklerimin eşsiz sancılarını onun şiirleri ile taşıdım hep en kırılgan zamanlarımda hayatıma.

 En son yarı münzevi sayılabilecek döneminde Aksaray’daki diriliş partisinin rutin cumartesi toplantılarında buluşmuştum kendisi ile. Sanki anlamını yitirmişti tüm sözler, konuşmalar. Öylece baktım dakikalarca yorgun gözlerine. Elini öpmek isterdim, helallik istemek ve sımsıkı son bir kez sarılmak. Ama olmadı hep anlamlı bir mesafesi vardı bilgeliğinin getirdiği.

Diyarbakır Maden doğumlu Karakoç Kürdistan/ belki de Zaza bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Dili ve kültürü yok olmak üzere olan bir coğrafyanın bilmem kaç katlı asimilasyon dişlileri arasından geçmiş biri olarak neden bu alanda etkili sözleri olmadığını anlamaya çalıştım. Bu belki de benim açımdan ardından bıraktığı tek burukluktu.

Kendi yaşamında da “yedinci oğul” gibidir Karakoç. Ömrünün sessizliğe gömülen son döneminde adeta çok sevdiği İstanbul’u bile kaybetmişliğinin ızdırabını sessiz çilesini yaşar gibidir. Gösterişten uzak, sade yaşamı ile sanki İstanbul kaybedilmiş bir kent olarak batı ülkesinin en büyük şehrinin en büyük meydanında kendisini ‘değiştiremesinler’ diye dua ettiği ve son 20-25 yılında aldığı ilhamla bulunduğu yeri kazmaya başlamış bir ‘yedinci oğul’ gibidir adeta. ‘Uzatma dünya sürgünümü benim” diyerek seslendiği sevgiliye affedilmiştik duası kabul olunmuş biri olarak,  “affa layık olmasamda”  mütevaziliği ile şeb-i aruzuna yolculadık büyük ustayı, mistik protest bilgemizi.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

One thought on “Hasan Postacı Yazdı: Sezai Karakoç’un Ardından

  1. Sezai Karakoç Diyarbakır Ergani doğumludur
    kendisi Ergani’in türkmenlerindendir(yerli türküdür-ki onlara burada kako derler) zaza değildir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir