Hasan Postacı Yazdı: Siyasetin Sığ Sularından Özgür Vicdanların Enginliğine

27.05.2023

Siyasetin birçok tanımı yapılabilir. En naif tanımlardan biri de siyaseti yönetme sanatı olarak ifade etmektir. Yani yönetimi insan ruhunun inceliklerinden beslendiği, belirli ilke ve değerleri yüksek bir estetik kaygısı ile yaşamsallaştırma çabası,  siyasetin özlenen ideal çıtası olarak görülebilir. Bu ideal olanı yakalama çabasıdır Aristo’ya en iyi yönetim biçiminin filozof kralların yönetimi olduğunu söyleten. Aristo’nun bu tanımı resullerin kendi toplumsal önderliklerine, rehberliklerine güçlü bir dokunuş yaptığı da söylenebilir.

Günümüz demokrasileri siyaseti yönetme sanatı kaygısına, hedefine ulaşmak gibi bir önceliğinin olmadığı görülür. Adeta hedefe ulaşmak için her şey meşrudur ilkesizliğinde demokrasiler trajik bir tiyatroya dönüşür. Bu trajedinin dozajı sosyopolitik tansiyonun yükseldiği seçim süreçlerinde, daha bir yıkıcı, acımasız ve her türlü yalanın, dezenformasyonun, aldatmanın en sofistike taktiklerle yaşandığı süreçlere dönüşür.

Türkiye gibi kitlesel yoksulluğun ve eğitimsizliğin öğretilmiş, kederleştirilmiş çaresizliğinde ise bu tür süreçleri uygulamak ve etkili sonuçlar almak için çok fazla bir çabaya da gerek kalmaz. Çok ucuz ve basit çıkarlar karşılığında, duygusal tonu iyice köpürtülmüş milli ve manevi veya karşıtlığı ajite eden lasisit, sekülarist retoriklerle seçmenler kolayca partizan holiganlığa konsülde edilebilir.

14 Mayıs seçimleri Türkiye siyaset tarihinde bu bağlamda silinmez izleri ardından bırakacak olayların yaşanmasını beraberinde getirdi. En paradoksal durum, millet ve cumhur ittifakı denilen yapıların mozaiğinde tüm toplumsal kesimlerin ideolojik temsilcilerinin yer alması olduğu söylenebilir. Temelde üç ana akım olarak tasnif edebileceğimiz, milliyetçi, sol ve İslami oluşumların her iki blokta da temsilcilerinin bulunduğu ittifaklara dönüşmesi. Bu durum bile tek başına yaşanan toplumsal akıl tutulmasının bir yansıması olarak görülebilir.  Daha farklı bir kategorilendirme çerçevesinden bakıldığında Kürtlerin, Alevilerin, laiklerin, ulusalcıların, liberallerin, demokratların, İslami çevrelerin her iki ittifakta da dolayalı dolaysız yer aldığı görülür.

Durum böyle olunca ittifakların söylemleri kendi program ve fikirlerinden çok karşı tarafın eleştiri ve suçlamalarına dönüşen bir öfke ve düşmanlaştırma yarışına dönüşüyor. Suçlamaların iknasına dönük her türlü dezenformasyonda bu bağlamda meşrulaştırılır. Böylece her kesimin kemikleşmiş seçmen kitlesinin duygusal bilenmişliği, oluşan bu puslu havada hiçbir şeyi sorgulama ihtiyacı duymayan, sadece kör bir itaatle yetinen ve tatmin olan uyuşturulmuş yığınlara dönüşür.

Tüm seçim süreci boyunca her bir ittifakın kendi yerel yönetimleri başta olmak üzere tüm kamu kaynaklarını seçim çalışmalarında fütursuzca kullanılması kimseleri rahatsız etmiyor. Tersine seçim atmosferinden her bir kesim kendi menfaatleri ölçüsünde ne koparabildiyse onu koparmaya çalışıyor. Kimi bir yardım kartı ile yetinirken, kimi satışını yaptığı her türlü hizmet ve malzemenden elde edeceği karlarla ellerini ovuşturuyor. Yani oluşan seçim piyasası ortamında,  çürümüş toplumsal ilişkiler yumağında statüko herkese kendi gücü oranında tatmin olacağı kemiği önüne atarak kendi yüce varlığını takdis ettiriyor. En küçük bir eleştiri, itiraz Donkişot’luk olarak mahkum ediliyor. Solcusundan laikine, milliyetçisinden İslamcısına herkes durumdan memnun. Al gülüm ver gülüm dünyasında her yer güllük gülistanlık. Beytül mal, emek sömürüsü, demokratik hak hukuk, kamu kaynaklarının korunması vs. gibi konular gündem dışı.      

Örneğin bu bağlamda Muharrem İncenin adaylıktan çekilmesi operasyonu kimseyi rahatsız etmiyor. Sadece her iki taraf için bir malzemeye dönüşüyor. Bir taraf bunu yeni bir kaset operasyonu olarak tanımlayıp, dış güçler, FETÖ ve terör işbirlikçiliğinin bir kanıtına dönüştürürken, diğer taraf Halil İbrahim sofrasında sana da yer var diyerek bir fırsatçılığa kodluyor bu durumu. Kimse farklı bir ses olarak, bir önceki seçimlerde yüzde otuzlar seviyesinde oy almış bir adayın temsil hakkının korunmasından, devamından bahsedemiyor.

14 Mayıs seçimlerinin ikinci tura kalması, Ata ittifakının adayı olan Sinan Oğan grubunda yeni bir bölünmeyi beraberinde getirdi. Stratejik ortak bir karar olduğu değerlendirmesinin de yapıldığını bir tarafa not ederek Sinan Oğan Cumhur ittifakı ile Zafer partisi genel başkanı Ümit Özdağ ise Millet ittifakı ile hareket edeceğini beyan ederek ortak mutabakatlarını açıkladılar. Seküler milliyetçiliğin kırmızı çizgilerini her iki ittifakta kabul ettiğini belirterek yeni bir aklı tutulmasını Türkiye siyaset tarihine not düşülmesini sağladılar.

Gerçekte olan ise Oğan ve Özdağ statükonun müseccem hali olarak yeni bir siyaset mühendisliğine imza atıyor ve sistemin balans ayarlarını yeniden güncelleyen ideolojik misyonerlik misyonunu icra ediyorlardı. Adeta her iki tarafa da haddiniz bilin! Sistemin amentüsünü yeniden ikrar ve tasdik edin diyorlardı.

28 Mayıs sonuçları ne olursa olsun fark etmeyecektir. Seçimin tek kazananı statükonun ideolojik baronları olacaktır. Toplumcu siyasetin özlem, beklenti ve arayışlarının bir başka bahara ertelendiği, adalet, eşitlik, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınma umutlarının tüketildiği, ötekileştirmelerin, partizan holiganlığın, kamu kaynaklarının elitist yağmalamacılığın, nepotizmin, dozajı yüksek milli ve manevi ajitasyonlarla anlaşılmaz, görünmez kılındığı bir demokrasi tiyatrosu daha tarihe not düşülmüş olacak böylece.

Pedagoji, insan akılının öğrenme, bilinç ve terbiye gelişim süreçlerinde deneyimlerin, temel önemli dinamiklerden olduğunu vurgular. Toplumcu siyasetin Türkiye serüveni ağır bedelleri ödediği deneyimlerle gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Bu sürecin daha ağır bedeller ödemeden yaşanması için sorgulayan, varoluş bilinci yüksek, küçük çıkarlar karşısında şahsiyet ve duruşlarını koruyabilen yeni kuşakların güçlü değişim iradelerine ihtiyaç olduğu görülerek bu çerçevede toplumsal mücadele alanlarına yönelinmelidir.  Satın alınmış medyanın, saray fetvalarına hizmet eden alim, aydın, akademisyen ve kanaat önderlerinin karşılık bulamadığı, entegrist İslami oluşum ve cemaat adacıklarının kirli pazarlıklarından, korku ve endişe yüklü bagajlarından kurtulmuş özgür vicdanlara, öteki ile bir arda yaşam hukukunun sımsıkı bilincini kuşanmış,  evrensel ilke ve değerlerin vahiy ikliminde örüldüğü, adalet ve barışın güçlü temsilcilerine alan açacak çalışmalara odaklanılmalıdır. 

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları      

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.