26.04.2024
31 Mart yerel seçimler sonrası suların durulmaya başlaması ile beraber oluşan sonuçların iç ve dış politikada bir takım dengelerin değişim sinyalleri oluşmaya başladığı görülüyor. Başkan Erdoğan’ın 2028’e kadar artık seçim yok demesi içte bir seçim muhasebesi yapılması ve dışta gelişen yeni süreçlere odaklanmasını işaretliyor. Ana muhalefet bloğunun amiral gemisi CHP açısından ise temel odaklanma yerel seçimlerde elde edilen kazanımların katlanarak bir sonraki genel seçimlere bu zaferi taşımak ve iktidar partisi haline gelmek.
Yerel yönetimler üzerinden bakıldığında CHP ülke nüfusunun %80’ninden fazla bir kesimin yerelde yönetimini üstlenmiş durumda. Diğer taraftan ülke ekonomik hacminin %65’inde tasarruf hakkını elde ettiğinin altını çizmek gerekiyor. Başkan Erdoğan bu durumun resmettiği algıdan ortaya çıkan polemikleri net biçimde eleştirdi. Ülkede bir tek iktidar var oda Ak Parti iktidarıdır vurgusu yaptı. Çoğu konunun uzmanı analistler CHP’nin emanet oylar üzerinden Ak Parti tepkiselliğinin getirdiği bir seçim sonucu okuması yapıyor olmasının haklılık payının olduğunu belirtmek gerekir. CHP yerel yönetimler üzerinden vereceği sınav bu oyların kalıcı olup olmadığını gösterecek.
İç politikada artık Ak Partinin sarsılmaz görünen iktidarı temelde kitlesel yoksulluk, totaliterleşme, kamusal uygulamalarda kaybolan temel ilke ve esasların yol açtığı çürüme ve dış politik dünyadaki yeni gelişmelerin yol açtığı sarsıcı gelişmelere etkili yanıt verilememesi gibi kategorize edilebilecek temel durumlar üzerinden tehlike çanlarının çalmasını beraberinde getirdiği yorum ve analizleri her geçen gün artarak devam ediyor. Bu eleştirel yaklaşımların Hüseyin Çelik gibi kurucu kurmaylardan gelmesinin ayrıca altını çizmek gerekir.
İsrail devlet terörünün hız kesmeden devam ettiği süreçte hala etkili yaptırımların devreye girmediği, aksine sürecin artan kitlesel tepkilere rağmen göstermelik düzeylerde kısıtlamalarla yetinilmesi Türkiye’nin NATO üzerinden ABD merkezli batı blokuna üst düzeyde kopmaz bir entegrasyona sahip olduğunu gösteriyor.
Gazze direnişinin yarattığı sonuçlar her geçen gün daha fazla küreselleşiyor. ABD üniversitelerinde başlayan öğrenci protestoları Türkiye başta olmak üzere tüm vicdanlı halk kitlelerine dalga dalga yayılması kuşkusuz ülkelerin dış politik stratejilerini sarsacak ve oluşan kirli hesapları, ikiyüzlü söylemleri deşifre edecektir.
İsrail pervasızlığı Suriye’de İran büyükelçiliğine düzenlediği ve üst düzey generallerin ve elçilik görevlilerinin ölmesi ile sonuçlanan saldırlar uluslararası hukukun bir kez daha yaptırım gücünden yoksun olduğunu gösterdi. Bu saldırının batılı herhangi bir ülkenin elçiliğine yapılması karşısında yer yerinden oynardı. Ancak söz konusu İran olunca sözüm ona Müslüman ülkelerinden bile etkili bir tepki gelmedi.
İran’ın İsrail askeri merkezlerine düzenlediği füze saldırılarının algı mühendislikleri üzerinden sistematik olarak önemsizleştirilmek istenmesi üzerine kurulu psikolojik savaş stratejisine Türkiye merkez medyası da katıldı. Oysa bağımsız bazı kaynaklarda bu saldırıların İsrail’in demir kubbe savunma siteminin kâğıttan kaplan olduğu üzerine yorumlar öne çıktı. Ayrıca Ürdün gibi bazı Müslüman ülkelerin bu saldırılarda İsrail’e açıktan askeri destek vermesi tarihe kara bir leke olarak geçeceğini belirtmek gerekir.
Türkiye, İsrail devlet terörüne karşı yemen üzerinden ortaya konulan Kızıldeniz ticaret yoluna yönelik saldırıları bir fırsata çevirmek için Irak üzerinden yeni bir dış politik açılım süreci başlattı. Başkan Erdoğan ve ekibinin Irak merkezi devlet ve Kürdistan Bölgesel yönetimi üzerinden gerçekleşen ziyaretin iki önemli gündemi vardı. Birincisi PKK ile ilgili mücadelede gerekli politik desteği ve işbirliğini sağlamak. İkincisi ise Basra körfezi üzerinden Kızıldeniz’e alternatif bir ticaret yolunu Basra körfezi üzerinden Türkiye’ye ve oradan Avrupa’ya uzanan yeni bir küresel ticaret yolu oluşturmak.
PKK ile mücadelede istenilen hedefe kısmen ulaşıldığını söylemek mümkün. Irak merkezi hükmeti PKK’yı yasaklı örgütler grubuna alacağını belirtti. Pratikte bunun ne tür sonucalar beraberinde getireceğini zaman gösterecek. Bu arada eş zamanlı olarak PKK bölgelerine sınır dışı operasyonları tekrar başlatıldı. PKK ile mücadelenin güvenlikçi politikalar üzerinden yürütülmesinin iç politikada Kürd meselesi ile ilgili konularda sağlıklı, kalıcı çözümlerin üretilmesini engellediğini, tersine süreci daha bir müzminleştirdiğini belirtmek gerekir.
Kalkınma yolu olarak tanımlanan Basra körfezi üzerinden tasarlanan yeni küresel ticaret yolunun özellikle İran’ın sürece tepkilerinin önemli olacağın vurgulamak gerekir. İran’ın içinde yer aldığı Rusya-Çin liderliğindeki bloğun Küresel ticareti etkileyecek kalkınma yolu projesinde süreci etkileyebilecek en güçlü aktörler olduğunu görmek gerekir.
Türkiye’nin dış politik geleceğinde stratejik açıdan bağımsız kalmasının gittikçe zorlaştığı bir döneme girildiği görülüyor. Üst düzey ABD dış politika bürokratlarının sıklıkla ziyaretleri, son olarak Almaya Cumhurbaşkanı’nın kapsamlı ve uzun programlı ziyaretleri Türkiye açısından yeniden Batı blokuna eklemlenmenin göstergeleri olarak okunabilir. Özellikle ekonomik sorunların neden olabileceği politik çözülmeyi yeniden batı merkezli neoliberal küresel sömürü politikalarının insafına terkedilmesinin bir bedeli olarak yeni dönem konumunun yine batının ileri uç jandarmalığına evirilmesi Ak parti toplumcu siyasetinin paradigmal değişim hedeflerinden tamamen vazgeçerek eski Türkiye’nin ideolojik statükosuna teslim olduğunu gösteriyor. Ak Parti misyonun iktidar merkezli kaygılarının yol açtığı bu çözülme sistemin makyajlı yüzünü dindarlık ve milliyetçilik üzerinden temsil etmeye evirildiğini, iç ve dış politik değişen dengelere karşı ürettiği yanıtlar, söylem ve duruşlar üzerinden okumak mümkün.
Yaşanan bu çözülmenin toplumcu siyaset mücadele serüveninde yeni bir miladın aynı zamanda habercisi olduğunu da vurgulamak gerekir. Bunun ilk işaretleri özellikle aynı mücadele ikliminden gelen Müslüman çevrelerin, Ak Partinin kuruluş sürecinden toplumcu siyasetinin vadettiği adalet, özgürlük ve temel haklar odaklı açılımlarına destek aldığı diğer tüm kesimlerin tekrardan muhalif duruş, söylem ve eylemlere dönmesi üzerinden görülebilir.
Toplumsal vicdanın buluşturduğu sivil kitlesel direnişlerin her türlü siyasi hesap ve stratejilerin üzerinde tüm sosyopolitik akışları değiştirebilecek en güçlü dinamik olduğunu vurgulamak gerekir.