Hasan Postacı Yazdı: Sosyopolitik Bir Travma Olarak 12 Eylül Darbesi

13.09.2024

Soğuk savaş olarak tanımlanan 2. Dünya savaşı sonrası dönemin tüm yerkürede her bir ülke ve topluma yaşattığı farklı trajik hikâyeler vardır. ABD ve SSCB liderliğindeki iki kutuplu dünyanın küresel sembol kuruluşları ABD liderliğindeki kapitalist dünya için NATO ittifakı, SSCB liderliğindeki sosyalist dünya için Varşova paktı olarak sembol kuruluşlar olarak hafızalarımızda yer aldı.

Sembolik olarak Batı Almanya ve Doğu Almanya’yı ayıran Berlin duvarının yıkılması ile soğuk savaş dünyasının sona erdiğini ve yerine tek kutuplu neoliberalizimin geçerli olduğu ve artık yerkürenin tek yenilmez patronu olarak ABD’nin kabul edildiği yeni dünya düzenine geçildi. Tüm yerküre neoliberalizmin küresel sermaye baronlarına peşkeş çekildiği daha acımasız, ilke, değer ve erdem tanımayan küresel sömürü düzenine hızla dönüşmeye başladı.

Türkiye gibi NATO merkezli blokun ileri kol jandarmalığını yapan ülkelerde ise bu tek kutuplu yeni dünya prodüksiyonuna çok daha önce hazırlanmıştı. 12 Eylül askeri darbesi 24 Ocak ekonomik yapısal değişim programı ile beraber bir anlamda tek kutuplu yeni dünya düzenine radikal geçişin Türkiye ölçeğinde uygulandığı bir strateji olarak tanımlanabilir.

24 Ocak 1980’de, Turgut Özal tarafından istikrar ve liberalleşme programı açıklanmış ve uygulanmaya başlanmıştır. Sözüm ona bu programın temel amacı ülkede ödemeler dengesini iyileştirmek ve enflasyonu düşürmektir. Uzun dönemde ise dışa açık ve ihracata yönelmiş bir ekonomi inşa etmektir. Kararların paradigmal amacının, ekonomiye devlet müdahalesini en aza indirmek ve piyasa ekonomisini oluşturmak odluğunu ve bunun üzerinden küresel ekonomik sömürü siteminin bir parçası haline gelmek olduğunu bugün daha açık bir gerçeklik olarak görmekteyiz.

Askeri yönetimin ABD patentli en önemli teknokratı ise yine Turgut Özal’dan başkası değildi. Sonraları Anavatan Partisi (ANAP) lideri olarak Türkiye’nin küresel kapitalizme entegresini başarılı(!) bir şekilde gerçekleştiren Özal ve prensleri, bu acımasız sömürünün sınır tanımaz vahşi iştahını fark ettiği 90’lı yılların başlarında iş işten çoktan geçmişti. Özellikle 1992 ve 1993 faili meçhullerle dolu karanlık yılları Turgut Özal’ın vefatına veya öldürülmesi ile tamamlandı.

12 Eylül Türkiye toplumsal yapısını jakobenist bir terbiyeden geçirirken 24 Ocak kararları ülke sisteminin yeni yapılanmasını batılı sermaye baronlarının çıkarlarına ve taleplerine uygun yeni bir kamu yapılanmasını beraberinde getirdi. Birinin diğerinden bağımsız olmadığının altını çizerek vurgulamak, görmek gerekir.

İnsan hakları çalışmaları yapan kuruluşların raporlamalarına kaynaklık eden araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi’nin toplumsal ve siyasal alanda oluşturduğu mağduriyetlerden öne çıkan sayısal veriler şunlardır: 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 650 bin kişi gözaltına alındı. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi idam istemiyle yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi. 259 kişinin idam dosyası Yargıtay’ca onandı. 49 kişi idam edildi. 71 bin kişi 141, 142 ve 163’den yargılandı. 98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi’ olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi.14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü. 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı. 14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları ‘açlık grevi’ sonucu yaşamını yitirdi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi. 1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü. 47 yargıç görevden atıldı. 7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü. 937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu. İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 31 gazeteci cezaevine konuldu. Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci öldürüldü. 49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.

12 Eylül yargılamaları çok sonraları “Geç gelen adalet, adalet değildir.” havasında formaliteden öte bir anlam taşımamıştır. Bu anlamda yaşanan mağduriyetler, hak kayıpları bağlamında bir düzenleme olmadığı gibi toplumsal vicdanın onayladığı bir yüzleşme süreci de yaşanmamıştır. Darbeyi gerçekleştiren paşaların yargılanması düzeyinde ki o dönem bazıları vefat etmiş, kalanlar ise 90’lı yaşlarında olan kişiler düzeyinde kalmıştır.

12 Eylül’ün kanayan hafızası Diyarbakır cezaevi, Ankara Ulucanlar cezaevi gibi yerlerde, gencecik beyinlerin idam sehpalarındaki siyah beyaz fotoğraflarında, annelerine ve dostlarına yazdıkları acı dolu mektuplarında, Muhsin Yazıcıoğlu gibi aydın ve siyasetçilerin hatıralarında ve şiirlerinde, 5 nolu koğuşta kendini yakan dörtlerin trajik hikâyelerinde silinmez izler bırakarak günümüze mesajlarını taşımaktadır.

12 Eylül darbesinin NATO merkezli bir GLADYO projesi olduğu gerçekliğini o dönemin üst düzey siyaset ve yöneticilerinin yıllar sonra gelen itiraflarından gözlemlemek mümkün. “Bizim Çocuklar yaptı” klişe cümlesinin 12 Eylül darbesi ile özdeşleştiği itirafları çoğaltarak 12 Eylülün küresel istikbar düzeninin Türkiye ölçeğinde tasarladığı ve uyguladığı jeopolitik bir stratejinin en önemli hamlelerinden biri olduğu gerçekliğini bugün tüm çıplaklığı ile görmekteyiz.

12 Eylül’ün inşa ettiği sömürü prangaları bugün hala Türkiye’nin en önemli jeopolitik tıkanıklığıdır. Hala 12 Eylül ürünü olan anayasanın değiştirilememesi bu durumun en tipik göstergelerindendir. Ekonomide faklı stratejik arayışların paradigmal alt yapısı ve kurumsal yapılanması oluşturulamadan yapılan uygulamaların ülkede çok daha derin yoksulluklar ve gelir adaletsizliğini ajite ettiği 28 Şubat süreci, 15 Temmuz sonrası başkanlık sitemi ile gelen uygulamalar göstermiştir.

Toplumcu siyasetin kendi kadim medeniyet değerlerinden beslendiği evrensel hak ve özgürlüklerin vahiy ikliminde rehabilite edildiği insan merkezli, adalet ve özgürlük değerlerine odaklanmış küresel bir duruş ancak tüm boyutları ile hikmet merkezli düşünsel bir çabanın uzun soluklu sabırlı, direngen inşası ile derinlikli bir soyopolitik değişim, yerelden küresele ilmek ilmek üretilebilir.

 

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir