12.11.2021
Türkiye’de İslamcılık serüveni uzun yıllar tevhidi kimliğin yeniden inşasına dönük mücadelesinde önemli bir birikime sahiptir. İki ana eksende düşünsel ve aksiyoner boyutta bu çabaların odaklandığı görülür. İlki seküler ulus kimliği üzerine inşa edilen statükonun ideolojik paradigmasına karşı etkili, zorlu düşünsel eleştiri üzerinden kendini vahiy merkezli duruş ve söylemini netleştirmeye çalışmış. İkincisi ise tarihten gelen saltanat İslam’ının kaderci bir mistisizmle apolitik bir genetiğe mahkûm ettiği geleneksel din anlayışına karşı tevhid merkezli yeni bir kimlik inşasına yönelik düşünsel hesaplaşması olmuştur.
Önemli bedeller ödenerek şekillen bu süreç 90 yılların ortalarına kadar hep illegal örgütlenmelerle çalışmalarını yürüttü. Özellikle MSP/Refah Partisinin yerel yönetimlere yönelik başarısı ile iktidara yönelik kazanımların belirginleşmesi ile beraber legal siyasi mücadele araçlarının kullanılmasına yönelik tabiri caiz ise bir içtihat değişim sürecine girildi. 28 Şubat postmodern darbesi sitemin acımasız tahammülsüzlüğü ile paralel arkasında PKK-Hizbullah çatışması, İslami Harekete yönelik askeri operasyonlar ve daha da önemlisi bu yapılara yönelik şaibeli derin devlet ilişkileri üzerinden araçsallaştırılması kaygı ve bulguları ile değişen sosyopolitik koşullar bu süreci birçok tevhidi mücadele çizgisinde olan irili ufaklı yapı, çevre ve oluşumları önce sivil toplum örgütlülüğü üzerinden dernek ve vakıflarla legal mücadele alanına evirirken ardından Ak parti ile beraber siyasi parti mücadelesi zemininde de mücadele etmeye doğru bir değişim yaşanmasını beraberinde getirdi.
Ak partinin toplumcu siyaseti statükonun direncine karşı hak ve özgürlükler temelli, insan merkezli değişimin cesaretli adımları atıldı. Kürt sorunu başta olmak üzere sitemin jakoben ideolojik aygıtlarına karşı, vesayet merkezlerine, askeri oligarşiye, yargı bürokrasisine yönelik önemli değişim adımları atılmaya çalışıldı.
Ancak 2011 sonrası başlayan, Suriye iç savaşı katalizörlüğü ile derinleşen ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan süreç, statükonun kendini Ak parti üzerinden re organize etmesinin önünü açtı. Bunu ivmelendiren ise FETÖ sonrası yalnızlaşma kaygı ve korkusu taşıyan Ak partinin MHP ile deklare ettiği cumhur ittifakı oldu. Ayrıca İP gibi ulusalcı çevrelerin zımni desteği ile iktidarda kalma hesaplarının dışında hiçbir ilke değer ve hesabı olmayan bir Ak parti sürecine tanıklık edilmeye başlandı. Statükonun yeni kimliği Ak partinin devletleştirilmesi üzerinden yeniden inşa ediliyordu.
Güç ve iktidarın sağladığı refah ve vazgeçilmez rant ilişkileri derinleşen siyasi yozlaşmayı, yeni başkanlık sistemin getirdiği esneklik ayrıca hızlandırıyordu. İktidar kendi sermaye elitini üretiyor, kendi medyası üzerinden sosyopolitik polarizasyonu derinleştirerek ya bendensin ya da vatana, millete, bayrağa, ülkeye ihanet eden terör yanlısı, destekçisi bir hainsin dışında hiçbir seçenek bırakmıyordu.
İktidar olmanın tatlı zehirli suları değer, ilke ve sınır tanımıyordu. Tüm kutsallar araçsallaştırılıyor. Statükonun amentüsü olan değerleler ile yeni uzlaşma zemini, barış köprüleri kuruluyordu. Artık Rabia selamının vaz geçilmez dört ilkesi “Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak” a dönüşüyordu. Sitemin kutsal ritüelleri bir bir meşrulaştırılıyordu. Anıtkabir defterine “Aziz…” diye başlanan sunuşlar yazılıyorken, yandaş kalemşorlar çıtayı bir biraz daha yükseltmenin zamanı gelmedi mi diye yazıyordu. Anıtkabirde Kuran okunmalıydı artık. Ne yani solcular Atatürkçülüğü kullanınca bir şey olmuyor, milliyetçiler kullanınca bir şey olmuyor. Muhafazakârlar neden kullanmasın.
Mustafa Kemal Atatürk, yeni Türkiye’nin kurucu ideolojisinin lider isimlerinden biridir. Tarihe övgü-sövgü kıskacının dışında ibret ve ders almak boyutunda bakılmalıdır. Atatürk’ün insan olarak özeli ile alkol kullanması, namaz kılması, oruç tutması vs ile uğraşmanın bir anlamı yok. Ancak savunduğu düşünceler ve ortaya koyduğu ilkeler ve sonrasında bu ilkelerin araçsallaştırılması bağlamında eleştirel bir analizine ihtiyaç yok mu? Statükonun kutsal ve dokunulmaz kıldığı bu değerlerin ürettiği politik ötekileştirmeler, getirdiği yapısal değişimlerin değişen zaman ve koşullar açısından yeniden ele alınmasına, değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmuyor mu? Ak Partiyi iktidara taşıyan hangi değer ve ilkelerdi? Bunların herhangi bir anlamı kalmadı mı?
Tevhidi kimliğin taşıyıcısı iddiasında bulunan tüm çevrelerin yukarıdaki sorulara yanıt vermeyi ertelemeye devam etmesinin toplumsal açıdan yol açacağı derin yaraların, yırtılmaların farkında olmaları gerekir. Statükonun saltanat İslam’ı üzerinden ve Ak partiyi araçsallaştırarak kendini yeniden inşaa ederken tevhidi kimliğin kalelerini biri bir yıktığının ne zaman farkına varılacak?
İyi de Ak Parti’nin hiç bir zaman tevhidi kimliği inşa edeceğiz diye bir iddiası olmadı ki. Hatta kendilerinin “islamcı” olarak adlandırılmalarına bile karşı çıktılar. İnanan kesimlere tek vaadi 28 Şubat’ın inanan kesimin üstündeki zulmünü kaldırmaktı ve onu da yaptı. Beklentilerinizin biraz fazla olduğunu düşünmüyor musunuz?