Hasan Postacı Yazdı: Toplumsal Ahlak ve Siyasal Etik Anaforunda Yeniden Kürt Meselesini Konuşmak

25.10.2024

Ulus devletler, batı merkezli paradigmal bir açılım olarak yeni dünya düzeninin son üç asrında karşımıza çıkar. Fransız ihtilali tetikleyişi en güçlü dinamik olarak görülür. Karşılığında çözdüğü toplumsal kurumlar feodalite, Krallıklar ve Hristiyanlık üzerinden kendini yapılandıran kurumsal dindir. Fransız ihtilali öncesinde ve sonrasında her kesimden çok ağır bedeller ödenerek bugünlere gelinmiştir.

Batı merkezli paradigmal değişimin toplumsal iç dinamiklerin çatışmaları ve hesaplaşmalar ile şekillendiği görülür. Alt yapısında çok önemli entelektüel üretkenlikler vardır. Felsefe, bilim ve sanatsal alanlarda etkin radikal hesaplaşmaların arenası gibidir batı merkezli moderinizmin oluşum ve gelişim süreci.

Bu süreç Ortodoks Rus çarlığına 1917 Ekim devrimi ile benzer toplumsal iç dinamiklerle yansımıştır. Yani toplumsal ve siyasal yapı Fransız Avrupası ile benzerdir. İmparatorluk ve Ortodoks Hristiyanlık karşıtlığı üzerinden Bolşevik (Sosyalist / Komünist) devrim kendi itirazları üzerinden sosyopolitik değişim taleplerini kitleselleştirmiştir.

Batı merkezli moderinizmin oluşum süreci aşağıdan yukarıya doğrudur. Yani toplumsal tabandan beslenmiş ve gerçekleşmiştir. Değişimin devrim düzeyinde radikal bir sosyolojik patlama ile ortaya çıkmasının arka planında asırlarca süren ve ilmek ilmek şekillenen felsefi, düşünsel ve sanatsal dokunuşlar olduğu görülür.

Benzer bir hesaplaşma İslam coğrafyalarındaki ulus devlet şekillenişlerinde ortaya çıkmamıştır. Büyük oranda Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi olan İslam coğrafyalarında ulus devlet oluşumu batı merkezli siyasal mühendisliklerin ürünüdür. Bu değişim sürecinin kuşkusuz en trajik ve travmatik örnekliği Türkiye Cumhuriyetinin oluşum projesidir. Batıdaki değişimin aksine İslam coğrafyalarındaki devletlerin oluşumu yukarıdan aşağıyadır. Yani topluma rağmen değişim jakoben ve genellikle militarist yöntem ve uygulamalarla oluş-turul-muştur. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan halkı Müslüman ülkelerde toplum ile devlet çatışan unsurlar olarak ortaya çıkmış ve birçok ülkede bu sancılı durum hala devam etmektedir.

Düşünsel ve stratejik üretkenliği gelişkin ve belirleyici olan küresel neoliberal sistemin tüm yer küreyi bir sömürge coğrafyası olarak görmesinin yansımaları olarak Müslüman ülkelerde yönetim ve devlet mekanizması bu küresel stratejinin bir parçası olarak çalışır. Buna yönelik farkındalık ve itirazlar sitemin gücü tarafından terbiye veya tasfiye edilmeye çalışılır.

Türkiye özelinde cumhuriyetin yeni yüzyılı toplumsal ve siyasal genetiği bağlamında bu temel küresel istikbar stratejisinin ablukası, kontrol ve denetimi altında travmatik jakobenliği üzerinden varlığını devam ettiğini söylemek abartı olmaz.

Bu genel kuramsal çerçeveden bakıldığında Kürt meselesi Türkiye cumhuriyetinin kuruluş sistematiğinin bir parçası olarak siyasal bir stratejinin olarak korunmuş ve sosyopolitik olarak çok kullanışlı bir karta dönüştürülmüştür. Meselenin tarihsel arka planında bu sürecin iniş-çıkışları analiz edildiğinde toplamda küresel sistemin parçası ve sömürülen bir coğrafya olarak dönemsel kontrol ve reorganizasyon süreçlerinin en güçlü konu başlığı olarak servis edilmiştir.

Yaşamın kaçınılmaz değişim dinamiği, toplumla devlet organizasyonları arasındaki gerilimin taşınmazlığının getirdiği kırılmaları kaçınılmaz kılar. Bu bağlamda Kürt meselesinin ülke ve bölge bazlı çözüm perspektifinin ekstremum noktaları bellidir. Bir ucunda kontrol edilebilir ve sürdürülebilir bir sosyopolitik sorun olarak küresel sömürü sisteminin bir parçası olmaya boyun eğmiş egemen devlet iktidarlarının inkar ve asimilasyon politikaları üzerinden seyreltilmiş düzenlemeler yapmak. Diğer ucunda ise evrensel, fıtri ilke ve değerler çerçevesinde adalet ve özgürlük merkezli yeni toplumcu stratejileri yaşama geçirmek.

İlk stratejik yaklaşım yüzyılı aşkın bir süredir zulüm, kan ve gözyaşından öte bir sonuç üretmediğini görmek gerekir. Müslüman Kürt halkının yurtlandığı Kürdistan coğrafyası bu bağlamda çeşitli düzeylerde inkar ve asimilasyon politikalarının yağmaladığı bir coğrafya olmuş ve olamaya devam etmektedir. Diğer bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da yaşanan sürecin temelinde siyasi etik ve değerlerin yoksunluğu vardır. Düşünsel üretkenliği kadük kalmış toplumsallıklar egemenlerin ideolojik jakobenliğinin bir sonucu olarak sağlıklı bir anlayış, itiraz ve talep üretme noktasında güçlü bir ahlaki özne olamadılar.

Yeni küresel stratejinin düzenlemeleri karşısında Türkiye, son günlerde artık iyice kanıksanan yeni radikal bir retorik üzerinden yapılan siyasi çıkışların salvolarına tanıklık etmektedir. Bu anlamda temel hedef diğer yaşanmış deneyimlerden yola çıkarak statükonun yeniden kendini güçlü kılacak bir stratejik çıkış arayışları olduğu söylenebilir.

Retoriğin aceleci ve ezber bozan çıkışları temelde Kürt meselesinde kalıcı, adalet ve özgürlük merkezli bir çözüm üretmekten olmadığını gösteriyor. Abdullah Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun demek tamamen duygu ve ajitasyon düzeyi yüksek, çözüme dair bir alt yapı, yol haritası ve düzenleme barındırmayan bir çıkış olduğunu söylemek mümkün. Kaldı ki Kürt meselesinin kalıcı ve güven verici çözümüne dair oldukça açık toplumsal uzlaşıya sahip geniş bir müktesebat raflarda duruyor.

Kürt meselesi yoktur, terör sorunu vardır. HADEP/DEM teröre destek veren parti olarak kapatılmalıdır. Abdullah Öcalan asılmalıdır. Keskin net ayrımcı ve ajitatif milliyetçi gibi söylemler ne oldu da daha frekansları yerküreyi terk etmeden radikal bir düzeyde değişti. Statükonun tüm ideolojik kırmız çizgilerini takdis etmiş muhalefet ve özelde CHP rol kapmak istercesine daha üst söylemler üzerinden sürece canla başla katılmak istiyor.

Kürt meselesi ile ilgili çıkışların siyasi ve toplumsal ahlaktan uzak kılan önemli konulardan biri de Kürt meselesini siyasetinin merkezine alan HADEP/DEM partisi ile ilgili yapılanlar. Yönetim kademesini büyük bölümü tutuklu ve dav açılan, en fazla oy almış lideri durumunda olan Selahattin Demirtaş’ın mahkûmiyeti, HADEP/DEM partili belediyelere yasal operasyonlarla kayyum atanması gibi durumlar bu meselenin çözümüne dair güven iklimini bozan çelişkiler olduğunu görmek gerekiyor.

Bütün bu olumsuzluklar, çelişki ve tedirginliklere rağmen Kürt meselesini gündeme alan siyasi iradenin mevcut koşulların değişimine dair her türlü kazanımına odaklanmak ve katkı sunmak gerekir. Özellikle PKK dışı Müslüman Kürt halkının şiddet iklimini sonlandıracak ve sivil siyasi mücadele gücünü arttıracak koşulların üretilmesi için yeni siyasi oluşum ve aktörlerin oluşumunu ve etkin katılımının şartları zorlanmalı ve oluşturulmalıdır. Mevcut durumun en zayıf halkası PKK dışı güçlü sosyopolitik sivil oluşum ve aktörlerin zayıflığı ve yetersizliğidir.

Kürt meselesi ile ilgili çözüme dair oluşan müktesebat ve yaşanan deneyimleri değerlendirmesini başka bir yazıya bıraklım.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir