Hasan Postacı Yazdı: Toplumsal Aklın Cinnet Anaforu

29.03.2024

İnsanı özne kılan kuşkusuz akıl sahibi bir varlık olarak düşünmesi ve özgür iradesi ile tercihler yapabilmesidir. Kimi düşünür ve kelamcılar göre özgür iradesi ile tercih yapabilme boyutunun, Haşır süresinde ifadesini bulan, dağın taşın kaldıramadığı, üstlenmediği, insanın kabul ettiği ve yüklendiği “Emanet” olduğunu ifade ederler. Akıl sahibi insanın irade gücü, yaşamı yönetme ve şekillendirmesinde diğer bazı özelliklerinin içinde en güçlü aracı ve dinamiği olarak tanımlanabilir.

Birey olarak insan kendi kararları ve tercihleri yaşamına yön vermeye çalışırken tek başına bunu yapamaz. Bu yönüyle insan sosyal bir varlık olarak kabul edilir. İnsanın sosyalleşme sürecinin tarihsel seyrinin niteliksel boyutlarının ilkesel bazda değişemediği görülür. Toplumsal yaşam forumlarının değişimi, bilimsel buluş ve teknolojik ilerlemeler yaşamsal forumların değişimini kaçınılmaz kılarken insanın toplumsal rol, davranış ve temel duygu eğilimlerinde niteliksel bir değişim göstermediği ifade edilebilir.

İnsanın sosyal bir varlık olması yönüyle bir toplumsal aklından da bahsedilebilir. Sağlıklı bir toplumsal işleyişte toplumsal akıl ile bireysel akıl birbirini besler. Toplumsal gelişim bireysel ve toplumsal aklın uyumu ile doğru orantılı olarak kendi sürecini şekillendirir. Bu uyum makası ne kadar açık ve çatışmalı ise toplumsal çözülme ve çürüme o kadar derin ve yıpratıcıdır.

Toplumsal aklın güçlü olduğu toplumsal yapılarda bireysel aklın eleştirel dinamizminin etkin olduğunu söylemek mümkün. Düşünce ve fikir özgürlüğünün en değerli unsur olarak korunduğu, eğitim siteminin temel iklimine nüfuz ettiği ülkelerde toplumsal aklın da çok güçlü olduğu görülür. Bu ülke, devlet ve toplumsal yapıların küresel ölçekte dünyaya yön verdiğini de ayrıca belirtmek gerekir.

Birey ve toplumsal yapıların akaidi doğrudan bu ikili aklın korelasyonuna bağlı olarak şekillenir. Kitabı Kerim bireysel ve toplulukların ahirette hesaba çekileceğinden bahsederken tamda kişinin bireysel akıl düzlemindeki sorumlulukları ile toplumsal yapılar içindeki sorumluluklarına vurgu yaparak hesap gününü hatırlatır. Bireyin tevhidi bir inanışa sahip olmasının bireysel ve toplumsal göstergeleri olduğunu yine Kitabı Kerimin genel anlatımından çıkarılabilir (Tahrim-6, Rad-11, Nisa-98, Zilzal 7/8 vb).

Bu bağlamda Müslüman olan kişinin bireysel olarak namaz kılması, oruç tutması, zekât verip hac yapması, haramlardan uzak durması bireysel aklın tercihi ile şekillenen davranışlar olarak Müslüman kimliğini oluşturur. Toplumsal sorumluluklar bağlamında ailesine, komşularına, ticaret yaptığı topluluklara, içinde bulunduğu kurum ve kuruluşlara, yaşadığı ülke ve devlet ile ilişkileri ile ortaya çıkan ve bir topluluk kimliği ile tanımlanan davranışlarında sorumluluğunu taşır.

Bu temel yaklaşım şeklinin Müslüman coğrafyalara uyarladığımızda namaz kılan, ibadetlerine dikkat eden, haramlardan uzak duran bireylerden oluşmuş halk ve toplulukların toplumsal akaidinin birçok konuda tevhidi olmaktan uzak düştüğünü görürüz. Topluluk akaidinin evrensel en temel değeri olan adaleti ayakta tutan şahitler olmak misyonunun kaybolduğunu ve bu coğrafyalarda her türlü zülüm ve haksızlıkların yağın olduğu görülür.

Bu durumu ajite eden temel dinamiklerin etnik ayrımcılık, mezhebi çatışmalar ve en az bunlar kadar önemli olan temel hak ve özgürlüklerin ihlali üzerinden gittikçe derinleşen ekonomik yoksulluk ve sömürü düzeninin meşrulaştırılarak sınıfsal bir gerçekliğe evirilmesidir.

Türkiye özelinde de bireysel ve toplumsal aklın ürettiği akaidi kimlikleri bu bağlamda değerlendirildiğinde durumun farklı olmadığı görülür. Devlet iktidarının araçsallaştırılması üzerinden oluşturulan ayrıcalıkların ürettiği temel hak ve özgürlükler alanındaki kayıp ve ihlallerin kitlesel mağdurları yine bireysel kimlikleri Müslüman olan kişilerden oluşuyor.

Türkiye açısından herhangi bir konuda durum analizi yapıldığında aynı gerçeklik ile karşılaşılır. Kürd sorunu bu anlamda en derin sarsıcı göstergedir. Bireysel kimliği Müslüman olan Türkiye halklarının toplumsal kimliğinin İslami bir duruş ve akaitten şekillenmediği, seküler milliyetçilik ve neoliberal muhafazakârlık ikliminde bir arka plandan beslendiği görülüyor. Bu konu ile oluşan devasa terör endüstrisi üzerinden ise yine sistemin iktidar gücünü elinde bulunduranların nemalandığı, büyük rant ve güç sağladıkları yaşanan deneyimler göstermiştir.

Ekonomik politikaların ürettiği kitlesel yoksulluklar karşısında küresel sömürü düzeninin yerel işbirlikçilerinin çok daha büyük sermayelere ulaştığı, politikaların bu sömürü düzenini beslediğini söylemek mümkün.

Dış politikada son olarak İsrail devlet terörüne karşı sergilenen siyasi söylem ve duruşların, söylem ve pratiklerin körleştirilmiş sağırlaştırılmış bireysel akıllarda bırakın çelişkilerinin, ikiyüzlülüklerinin görülmesi tersine, alkış tutulması, bu konu ile ilgili sorgulayan vicdanlı çıkışların ajanlıkla, dış güçlerin işbirlikçiliği ile suçlanması toplumsal aklın çürümüşlüğüne bir başak yürek kanatıcı örnektir.

Küresel sömürü düzene itiraz üretemeyen ülkelerin toplumsal aklının yetersizliği, çürümüşlüğü, kendi medeniyet değerlerine her geçen gün aratan yabancılığının temel nedeni güçlü bağımsız, eleştirel, özgür bireysel akılların oluşamamasından kaynakladığının altını çizmek gerekir.

Türkiye gibi toplumsal aklın gelişmişlik düzeyinin yetersiz olduğu toplumları konsülde etmekte oldukça kolaydır. Siyasi retorikler üzerinden sanal iç ve dış düşmanlar üretilerek, İslami kültürün tüm değer ve söylemlerini siyasi retoriklerin malzemesi haline dönüştürerek, toplumsal aklı besleyen, sorgulamayan, eleştirmeye cesaret dahi edemeyen bireysel akılları mefluç hale getirerek toplumsal akıl yönetilir.

Toplumsal aklın özgürlüğü elinden alınmış bireysel akıllar üzerinden yönetilmesi demokrasi üzerinden yüceltilen değerleri de anlamsızlaştırılır. Seçmenin seçilmenin bir tiyatroya, formaliteye dönüştürüldüğü bir toplumsal düzen ortay çıkar. Böyle bir toplumsal şekilleniş küresel sömürü düzen ve onların yerel işbirlikçileri için oldukça mümbit bir iklim oluşturulur.

Toplumsal aklın mefluç bireysel akıllarla birlikteliği bir cinnet anaforu oluşmasını kaçınılmaz kılar. Kitabı kerimin özgür irade üzerinden değerli ve seçkin kıldığı insanın yaşamın öznesi haline gelmesi ve adaleti ayakta tutan şahitliklerini zaman ve coğrafya üstü duruşlara taşıyabilmesi, toplumsal aklın da her durum ve koşulda, evrensel fıtri değerleri merkeze alan tevhidi bir kimlikten asla taviz vermemesinden geçer.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir