26.08.2023
Dilin evrimi kavramlar üzerinden gerçekleşir. Kavramlar yaşanmışlıkların dayattığı ihtiyaçların çıglıkları olarak yeni anlam derinliklerine ulaşır. Kavramların sarsıcı, dönüştürücü, devrimci anlamlarının taşyıcıları aydınlar, alimler, filozoflar, mütefekkirlerdir. Tüm bu özellikleri daha kapsayıcı ve kuşatıcı bir şekşlde kendinde toplayanlar ise peygamberlerdir.
Günümüzün hakim paradigmasının kuramsal inşasının temelinde yine peygamberler tarafından getirilen vahiy öğretileri vardır. Tarihsel süreç bu diriltici öğretilerin sığlaştırılması, araçsallaştırılması ile şirk ve küfür üzerinden zulme evrilen ayartıcı kuramsal bir tefriti besler. Fıtrata uyumlu veya fıtratı bozacak kırılmalarla oluşan ideoljik öğretilerin ürettiği yeni kavramlar, açtığı yeni düşünsel sorgulamalar ile düşüncenin taşyıcısı dil gelişir, dönüşür.
Toplumsal forumların tarihsel şekillenişlerinde vahiy öğretilerinin devrimci dokunuşları vardır. Bu davetin yanında veya karşısında olmak kendi içinde güçlü bir çatışmayı kaçınılmaz kılar. Bu çatışma her durumda yaşanmışlıkların sorgulanması ile yeni kavramsal derinlikler dili dönüştürür, yeni paradigmal ufuklar açar.
Bu sorgulamanın temel dinamikleri adalet, özgürlük ve temel evrensel haklar gibi üst ortak bir paydaya sahiptir. Bu üst ortak paydanın aşındığı, çözüldüğü, retorikler üzerinden araçsallaştığı süreçlerde din ve ideolojiler artık donuklaştığı, diriltici, değişimci, sorgulayıcı özelliklerini kaybettiği birer kültürel ritüele, folklorik literatüre dönüştüğü görülür. Artık en sarsıcı, uyarıcı kavramların etkisini kaybettiği, anlam ve duygu değerlerinin eridiği, önemsizleştiği kültürel bir sıradanlığa dönüşür.
Her toplumsal donukluk, adalet ve özgürlüklerin, evrensel hak ve değerlerinde donuklaştığı, maduniyet ve sömürü düzeninin yeni şekillenişlerinin otoriterleştiği bir düzene denk düşer. Böyle bir düzende geçmişin tarihsel mirasının en diriltici kavramlarının artık uyarıcı, sarsıcı hiç bir etkisinin kalmadığı, anlamsızlaştığı, üretilen kültürel folklotik ritüell solüsyonunda çözülerek, bazen periyodik ayinlerde dökülen tuzlu gözyaşlarına, bazen musikinin en derin notalarında anlık izbelere, telkinlerin en süslü retoriklerinin yer aldığı söylevlere dönüşür.
Din ve ideolojinin dönüştürücü etkisini yitirdiği toplumlarda, en güçlü kavramlar, en sarsıcı söylemler düzenin takdis edilmesinin hizmetine sunulur. Böylece toplumsal kitlelerin düzeni meşru ve tartışılmaz kılınması amaçlanır. Tüm aydınlar, akademik kalemler, bilginler düzenin nemalandırdığı söz ve kalemlerini satın aldığı figürlere dönüşürler. Buna yönelik itriazların ötekileştirldiği, düşmanlaştırıldığı dilin mimarı da yine bu nemalandırılmış kalemşörler olur.
Böyle bir düzende oluşan siyasal boşluk kendi içinde bir değişim istenci biriktirir. Böyle bir düzenin kalıcı olması mümkün değildir. Bu durum bir hadisite söyle ifade edilir: “Küfür ile bir düzen ayakta kalır ancak zulüm ile asla!”.
Vahiy öğretileri temelde zulüm sistemlerinin ürettiği küfür ve şirk düzenleri ile hesaplaşmaya odaklanır. Bu bağlada küfür ve şirkin zihinsel kurgusunun zulüm üretmesi kaçınılmazdır. Çağdaş cahiliye paradigması zülmü küreselleştirerek kendini yenilmez kılma gibi bir gelişmiş startejik zihin kurgusuna sahip olduğunun altını çizmek gerekir. Bu durumun ülkeler bazında yerel yansımalarını bu üst küresel düzenin zihinsel kurgusu üzerinden sorgulanması kaçınılmazdır.
Çağdaş cahiliye ile paradigmal hesaplaşmanın en güçlü düşünsel adresi korunmuş kitabın mülhemliğinde islami mefküredir. Bunun en güçlü havzaların yerelinde yeni bir diriltici din teorisinin inşasına ihtiyaç olduğunu belirtmek gerekir. Bu yeni duruşun ilk hesaplaşması gereken paradigma ise yine aynı vahiy öğretisinin donuklaştırılması ile kültürel bir figüre, folklorik bir ritüele dönüştürülmüş din pardigmasıdır.
İslami mefkürenin ilkesel söylemini ideolojik kurgusu kavramların yeni diriltici, sarsıcı anlam derinliğini üreten yeni bir dil üretmesi toplumsal değişim istencinin ilk adımı olarak karşımıza çıkar. Kutsal olan adelet, özgürlük ve evrensel temel hak ve erdemlerdir. Toplumsal adaletin, bireysel özgürlüklerin, eşit paylaşımcı sosyal düzenin küresel sinerjisi İslam’ın evrensel değerlerinden yeniden üretecek düşünsel bir çabaya muhtaçlığı her geçen gün daha bir belirginleşmektedir.
Türkiye İslami mücadele serüveni bu bağlamda önemli güçlü deneyimlere, müktesabata sahiptir. Bu deneyim ve birikimin yeni bir teorik toparlanmaya, sadece maddi yardım ve dayanışmaya hapsolunmuş partik enerjisinin niteliksel dönüşüm ve değişime ihtiyaç olduğu aşikardır. Toplumsal değişim istencinin İslami oluşum ve çalışmalara yüklediği bu ağır sorumluluğun farkındalığı, ancak düşünsel bağlamda diriltici kavramların uyarıcı etkileri ile yeni bir zihinsel buluşma ile gerçekleşebilir.