Hasan Postacı Yazdı: Yeni Küresel Strateji Üzerine Okumalar-2

19.10.2024

Yeni küresel stratejinin İslam coğrafyalarına yansımaları bağlamında özellikle mezhep ve dini anlayışlar ile etnisite üzerinden oluşan parçalanmışlıkların siyasal bir mühendislik ürünü olarak oluşturulduğu bir önceki makalede ifade edilmişti.

ABD öncülüğündeki batı merkezli küresel isitkbar düzeninin oluşum dinamikleri birçok farklı boyutta görünür kılınabilir. Ancak temelde ekonomik ve teknolojik belirgin üstünlüğüne vurgu yapmak gerekir. Bu fark acımasız sömür çarkının ürettiği bir trajik bir sonuç olarak görülmelidir. Buna dayalı olarak devasa küresel organizasyonların etkin katkı ve katılımları ile oluşturulan jeopolitik strateji tüm batı dışı coğrafyaları kuşattığı gibi İslam coğrafyalarını da dilediği gibi yağmalamaktadır.

Arap baharı sonrası süreç küresel istikbarın hedefleri doğrultusunda gelişmeler göstermeyince yeni bir küresel strateji Trump dönemi ABD liderliğinde Ortadoğu için uygulamaya konulmaya başlandı. İbrahim anlaşmaları ile bir taraftan halkı Müslüman Ortadoğu ülkeleri ile İsrail’in otoritesi ve güvenliği sağlanmaya çalışılırken diğer taraftan Türkiye ile ilişkiler normalleştirilmeye ve Azerbaycan üzerinden Ortadoğu dışı yeni stratejik müttefikler oluşturulmaya odaklanıldı. Nitekim bugün İsrail soykırımının petrolleri Azerbaycan üzerinden Türkiye transfer altyapısı ve limanları kullanılarak İsrail’e ulaştırılmaktadır.

İsrail’in 7 Ekim ile başlayan soykırım ve işgal hamlesi bu yeni stratejinin son kanlı halkasını oluşturmaktadır. Bu saldırıları bir yılı aşkın süredir devam etmesi, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde savaş suçlarının işlenmesi, bağımsız ülkelerde keyfi suikast ve saldırıların yapılması ve son birkaç haftadır Lübnan’a yönelik askeri operasyonları daha da ilerleyerek işgal ve saldırılara dönüşmesi, temelde sorunun İsrail sorunu olmaktan çok bir küresel sömürü ve istikbar stratejisinin yeni açılımları olarak görülmesi gerektiğini belirtir.

Yeni küresel stratejinin kuşkusuz en güçlü dinamiği İslam coğrafyaları içinde kışkırttığı parçalanmışlıklardır. Nitekim bu parçalanmışlıkların belirgin etkisini İsrail’in işgal ve soykırım saldırıları karşısında ortaya konulan söylem, duruş ve tavırlarda çok açık ve trajik bir sonuç olarak görüyoruz.

Mezhep ve dini anlayışların üzerinden üretilen fay hattının İsrail saldırıları ile daha da derinleştiği görülür. Sünnilik ve Şiilik üzerinden ajite edilen bu parçalanmışlığın Türkiye İslami oluşumları arasında da gözlemlemek mümkün.

İkinci önemli parçalanmışlık etnik milliyetçilikler üzerinden üretildiğini belirtmek gerekir. İsrail saldırıları etnik milliyetçilik üzerinden oluşturulan parçalanmışlıkları kullandığını ve bunun stratejik avantajlarının farkındalığı üzerinden süreci yönettiğini ayrıca altı çizilerek vurgulanmalıdır.

Müslüman Kürt halikının yaşadığı yurt coğrafyasının Osmanlı sonrası paylaşım ve bölünmüşlüğü yüzyılı aşan bir sorun olarak Ortadoğu’da varlığını sürdürmektedir. Ulus devlet uygulamalarının yol açtığı sömürü, asimilasyon ve ayrımcılıkların tarihsel hafızası özellikle egemen devletlerin haksız politik baskı ve uygulamalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Irak ve Suriye iç savaşı bu ülkelerin muhalif unsurları olarak Kürdistan coğrafyasındaki yapılanmaları ABD merkezli batılı güçlerin yanında yer almasını kaçınılmaz kılmıştır. Mazlum ve devletsiz Kürtlerin varlık ve güvenliğinin doğal bir sonucu olarak gelişen bu konjonktürel durumun temel sebebi Türkiye İran, Irak ve Suriye devletlerinin barış, adalet ve kardeşlik merkezli ilişki ve politikalardan uzak durmalarıdır. Oysa vahyin evrensel değerleri, temel öncelikleri adalet, barış ve İslam kardeşliği merkezli inşa edilmesini öğütler.

Türkiye açısından bir sinir ucu haline gelen Kürt devletinin kurulması bir dış politik tehdit haline getirilmiştir. Olayı daha derinlikli bir travma olarak büyük İsrail’in kurulmasının bir parçası olarak Kürtlerin devlet kurma talebini algılaması İslam coğrafyasının parçalanmışlığını derinleştiren sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.

Büyük İsrail projesi bu bağlamda sanal abartılmış, tarihsel politik altyapısı olamayan bir algı mühendisliği ürünüdür. Dolaylı olarak Sünniliği ve Türk milliyetçiliğini besleyen bir etki yaptığını ayrıca vurgulamak gerekir.

Kürtlerin Ortadoğu’da meydan gelen değişimleri politik bir fırsat görmesi ve başta ABD olmak üzere İsrail ve Batıya umut bağlaması ayrı bir yanılsamadır. ABD ve müttefiklerinin bölge coğrafyalarındaki sömürgeci çıkarları doğrultusunda Kürtlere hamilik yapıyor görünmeleri tamamen konjoktürel şartlarla ilgili bir durumdur. Şartların değişmesi durumunda Kürtlerin birçok kez olduğu gibi yine gözden çıkarılabilecekleri gerçeğini görmek gerekir.

İsrail soykırımı karşısında Kürdistan coğrafyasındaki her türlü oluşumun, ABD ve İsrail ile karşı karşıya gelmemek adına, ırak veya Suriye’de bir Kürt devletinin kurulmasının fırsatını yakalanması yaklaşımından yola çıkılarak sessiz kalınması ve hatta İsrail’in desteklenmesine varan söylem ve duruşların tam da Küresel İstikbar düzeninin hesaplarına hizmet eden parçalanmışlıkları derinleştirmekten öte bir anlam taşımaz.

Tersine Kürtlerin İsrail soykırımına destek vermesi ajitasyonu üzerinden bir Kürt düşmanlığı üretmek te aynı parçalanmışlıkları derinleştirir. Yurtları dört ayrı ulus devletin sınırlarına bölünmüş ve çeşitli düzeylerde temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılmış, ağır asimilasyon ve ayrımcılık süreçlerine maruz kalmış, sürgünler ve yoksullukların, kan gözyaşı ve katliamların tarihsel hafızasına kazınmış Müslüman Kürt halkından inisiyatif üreterek sorunları çözmesi veya mevcut koşullara razı olup hiçbir itiraz üretmeden, koşulları kabullenmesi beklenemez. Doğal olarak bu arayış ve çabalar kendi içinde çok farklı yer yer ajitatif, duygusal, tepkisel ve öfkeli anlayış ve söylemleri üretmesi kaçınılmazdır. Bu tür söylem ve duruşlar, sorunun güvenlikçi politikalar üzerinden çözümsüzlüğe terkedilmesini meşrulaştırmaması gerektiği ayrıca vurgulanmalıdır.

Fars, Türk, Arap milliyetçiliklerinin İslam coğrafyalarında ürettiği parçalanmışlıklar ve bunun ajite ettiği politik güç yarışı ve çatışmaların toplamda İslam coğrafyalarının küresel sömürü politikalarına karşı savunmasız ve elverişli hale getirdiğini her bir siyasi aktörün, oluşum, yapı ve devletin görmesi gerekir.

Bir Kürt devletinin kurulması Irak ve Suriye’nin mevcut koşullarında olumlu-olumsuz tüm yönleri ile değerlendirilmesi gereken bir durum. Öncelikle ulus devlet sınırlarının bir kutsallığının olmadığını İslami açıdan görmek gerekir. Konu tamamen stratejik öncelikler bağlamında değerlendirilmelidir.

Soğuk savaş sonrası doğu bloku ülkelerinin dağılması kendi içinde onlarca farklı yeni ulus devletler çıkardı. Türki Cumhuriyetlerin bağımsızlıkları Türkiye tarafından çok olumlu bir sahiplenme ve sonrasında yeni politik avantajlar olarak okundu ve desteklendi.

Mevcut durumda 60 civarında halkı Müslüman olan bağımsız devlet yapısı var. Bunların birçoğunun nüfusu ve coğrafi yurtlanma alanları Kürtlerin nüfusu ve coğrafi yurtlarından çok daha küçük. Bağımsız ulus devlet olma sürecinin siyaset felsefesi bağlamında batı emperyalizminin hegemonik süreçlerinin bir sonucu olduğu dikkate alınırsa bu bağlamdaki taleplerin duygusal kutsanmışlıklar üzerinden tanımlanması ve bu merkezden bir jeopolitik üretilmesinin küresel istikbar düzeninin sömür çarklarına hizmet etmekten öte bir karşılığının olmadığı görülür.

İsrail işgal ve soykırımının Ortadoğu coğrafyasında tarihsel arka planında yırtılma yaratmış çatışma alanları ile yüzleşmemizi ve paradigmal olarak vahyin evrensel değerleri ikliminde yeni bir jeopolitik üretmemizin sorumluluğunu yeniden farkındalığı üzerinde odaklanmamız gerektiğini tüm İslam coğrafyasının ana sorunsalı olarak karşımıza çıkarmaktadır.

 

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.