01.01.2021
Truman Doktrini, Marshall Planı ve Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla stratejik düzeye evrilen Türkiye-Amerika ilişkileri, gerek soğuk savaş döneminde gerekse soğuk savaş sonrası dönemden 2010’lu yılların başlarına kadar bir dizi kriz yaşadı ve bu krizler başarıyla atlatıldı. 2010’lu yılların başlarından itibaren beliren bazı yeni sorunlar ise Türkiye-Amerika ilişkilerini derinden sarstı ve sarsmaya devam ediyor. Bu yazının amacı ilişkileri sarsan sorun alanlarının dökümünü çıkarmak, tarafların tez ve pozisyonlarını analiz etmek ve ilişkilerin geleceğine dair öngörüler sunmaktır.
Önce krize neden olan sorunların dökümünü çıkaralım.
1-Türkiye ve Amerika’nın Arap Baharı sürecinde farklılaşan jeopolitik ve jeostratejik tercihleri.
2-15 Temmuz Darbe Girişiminde Amerika’nın rolünün olduğuna dair Türkiye’nin tezi.
3-İran’a uygulanan ambargonun Türkiye tarafından delindiği yönündeki Amerikan tezi.
Şimdi sırasıyla politik tercih farklılıkları, ithamlara dayanan karşılıklı tezler ve bunların ürettiği sonuçları analiz edelim.
Türkiye, Arap Baharı süresi boyunca özellikle Tunus, Mısır ve Suriye’de otoriter rejimleri devirmeye odaklanan genel olarak toplumsal, özel olarak İslamcı hareketleri destekleyen bir politika izledi.
Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinden sonra yapılan 2011 seçimlerinde oyların %29’unu alarak birinci parti olan İslamcı Nahda Hareketini desteklemesi, AKP’nin farklılaşan jeopolitik ve jeostratejik tercihinin ilk sinyaliydi.
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra yapılan seçimlerde İhvan’ı-Müslimin cemaatinin iktidara gelmesi AKP tarafından desteklenirken, ABD ve İsrail tarafından Camp David düzeninin sonunun başlangıcı, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından da İran Devriminden sonra ikinci bir kabus olarak nitelendirildi. İhvan’ın 11 aylık iktidarının ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteklediği askeri bir darbeyle sonlanması ve ardından İhvan’ın terör örgütü olarak ilan edilmesi Türkiye’nin Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini kopma noktasına getirirken, Amerika ve İsrail ile ilişkilerini ise kırılgan hale getirdi.
Türkiye ilk etapta Tunus, Libya ve Mısır’dan sonra Arap Baharı’nın dördüncü patlama alanı olan Suriye’de Esed Rejimini demokratik reformlar yapmaya ikna etme stratejesi üzerine kurulmuş bir politika izledi.
Esed’in, muhalif heterojen hareketlerin protesto yürüyüşlerini şiddet uygulayarak bastırmayı tercih etmesi, Türkiye’nin yeni bir politika belirlemesine neden oldu. Türkiye’nin bu yeni politikasının ana amacı Esed Rejiminin devrilmesiydi, Türkiye bu amaca ulaşmak için Amerika ile birlikte muhalif grupları örgütleyen bir strateji izledi. IŞİD’in 2013 yılında Suriye’yi yeni bir savaş olanı olarak ilan etmesi ve saldırılarını yoğunlaştırması Rusya ve İran’ın fiilen sahaya inmeleriyle sonuçlandı. IŞİD’in kısa bir sürede Suriye’nin bir çok bölgesini işgal etmesi ile Rusya ve İran’ın Esed Rejimini koruyan istikrarlı politikaları Amerika’nın Suriye Stratejisini değiştirmesinin en önemli iki nedeniydi. Amerika’nın 2014 yılından itibaren Suriye Rejimini devirmeyi terk eden ve PYD ile YPG’yi destekleyen yeni stratejisi Türkiye’nin milli güvenlik kaygılarını artırmakla kalmadı aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’de yalnızlaşmasına da neden oldu. Türkiye, Suriye rejimini devirmeyi amaçlayan istikrarlı politikasını 2016 yılına kadar sürdürdü.15 Temmuz 2016’da FETÖ tarafından gerçekleştirilen başarısız askeri darbe girişimi Türkiye’nin ulusal güvenlik paradigması ve Suriye politikasını önemli ölçüde değiştirdi.
15 Temmuz askeri darbe girişiminden Amerika’yı sorumlu tutan Türkiye, Suriye’de Rusya ve İran ile yeni bir ilişki dönemini başlattı. Bu ilişkinin iki stratejik ana amacı vardı: Birinci amaç Suriye’nin terörden arındırılması, ikinci amaç ise Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasıydı. Taraflar söz konusu amaçlara ulaşmak için Astana Sürecini kurumsallaştırdı. Türkiye’nin süreç içinde Rusya’nın onayı ile Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonunu başarıyla gerçekleştirmesi Türkiye-Rusya ilişkilerinin askeri ve stratejik düzeye evrilmesine neden oldu. Türkiye’nin Rusya ile kurduğu stratejik ilişkiler ilk meyvesini S-400 Füze Savunma Sistemi’nin alınmasıyla verdi. Amerika, Türkiye’nin farklılaşan yeni Suriye stratejisini düşman devletlerle iş birliği ve jeostratejik eksen kayması olarak nitelendirdi. Amerika, Türkiye’nin farklılaşan bu stratejik tutumuna İran dosyası, F-35 Uçak Projesi ve CAATSA yaptırımlarını açarak meydan okudu. Şimdi bu dosyaları sırasıyla analiz edelim.
Amerika’nın İran dosyası ile ilgili temel iddiası Türkiye’de bazı yöneticilerin Amerika’nın İran’a uyguladığı ambargoyu deldiği ve bir banka üzerinden kara para akladığı yönündeydi. Rıza Zarrab 19 Mart 2016’da, Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla 28 Mart 2017’de banka dolandırıcılığı ve kara para aklamanın yanı sıra ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu delmek suçlamaları ile Amerika’da göz altına alınmış, ardından mahkeme kararınca tutuklanmıştır.Yargılamalar sonucunda 32 ay ceza alan ve cezasının 28 ayını yattıktan sonra tahliye olan Hakan Atilla 24 Temmuz 2019’da Türkiye’ye geri döndü. Amerika’nın Halkbank aleyhine açtığı dava ise hala devam ediyor.
Amerika’nın S-400 Füze Savunma Sistemini aldığı gerekçesi ile Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlardan ilki Türkiye’yi F-35 uçak programından çıkarmak oldu.
Amerika’nın S-400 Füze Savunma Sistemini aldığı gerekçesiyle Türkiye’ye uyguladığı en önemli yaptırım hiç kuşkusuz CAATSA (Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası) yaptırımlarının savunma ile ilgili kısmı oldu.
Joe Biden’ın başkan seçilmesinden sonra Türkiye-Amerika ilişkilerinin geleceğine dair olası senaryolar hakkında şunları söyleyebiliriz:
Birinci senaryo, Türkiye’nin Rusya ile 15 Temmuz sonrası geliştirdiği stratejik ilişki ve çıktılarını koruyan pozisyonunu sürdürmesidir. Böyle bir durumda Joe Biden ve Amerikan yeni kongresinin Trump döneminde yürürlüğe konulan CAATSA yaptırımlarını ağırlaştırarak devam ettireceğini söylemek mümkün. Bilindiği gibi CAATSA yaptırımları savunma ve ekonomik olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Şu an Türkiye’ye uygulanan yaptırım türü savunma niteliklidir. Ekonomik nitelikli CAATSA yaptırımlarını, yaptırımın uygulandığı ülkeye;
1- Mal ve teknoloji ihracatı ruhsatı verilmemesi,
2- ABD mali kuruluşlarından kredi tedarik edilmemesi,
3- Uluslararası mali kuruluşlardan kredi verilmemesi,
4- Mali kurumlara ABD Merkez Bankası ile doğrudan alışveriş yapma izni verilmemesi,
5- Döviz üzerinden işlem yapılmasının yasaklanması,
6- Mali kurumlar ve bankalar arasında ödeme ya da kredi transferlerinin yasaklanması olarak özetleyebiliriz.
Biden yönetiminin ekonomik nitelikli bu yaptırımları uygulaması, Türkiye ekonomisi üzerinde telafisi imkansız ağır bir hasar yaratacaktır.
Peki Erdoğan yönetimi bu bedeli ödemeye hazır mı?
Pek sanmam.
O zaman geriye uygulanması mümkün ikinci bir senaryo kalıyor: Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini stratejik düzeyden çıkarması, S-400 Füze savunma sistemini aktive etmekten vazgeçmesi ve Amerika ile ilişkilerini stratejik seviyeye yükseltmesi senaryosu.
Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi durumunda neler olabilir?
Ben analizimi etkiler ve tepkiler, nedenler ve sonuçlar üzerinden yaptığıma göre şu olası sonuçlara varıyorum:
Eğer Türkiye jeostratejik pozisyonunu değiştirir ve S-400 füze savunma sistemini aktive etmekten vazgeçerse, Amerika da nedenlere bağlı olarak inşa ettiği sonuçları değiştirecektir. Yani Türkiye’yi yeniden F-35 uçak programına alacak, Türkiye’ye uyguladığı CAATSA yaptırımlarını kaldıracak ve Halkbank davasını anlaşarak tolere edilebilir düşük bir ceza karşılığında kapatacaktır. Ayrıca, Amerika ile ilişkilerini stratejik düzeye çıkarmış bir Türkiye, Avrupa ülkeleri ile daha rahat ilişkilerini geliştirebilecek ve İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile bozulan ilişkilerini düzeltmekte zorlanmayacaktır. Peki Türkiye’nin eski eksenine geri dönüş yapması Rusya ve İran tarafından nasıl not edilecektir? Türkiye’nin bu durumda muhtemelen karşılaşabileceği en ciddi sonuç, Suriye üzerindeki kazanımlarının sonu olacaktır. Türkiye’nin yapması gereken en doğru davranış, tercih edilen malın, vazgeçilecek alternatif maldan daha değerli olup olmadığını ölçmektir. Eğer tercih edilen mal, vazgeçilecek alternatif maldan daha faydalıysa vazgeçmeyi bilmelidir.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.