İrfan Burulday: Adem-i Merkeziyet Tartışmaları Bağlamında Kürtler

20.04.2024

Üniter devlet bağlamında “yetki genişliği”, “egemenlik” ya da “güç paylaşımı” veya adem-i merkeziyet vurgusu şüphesiz Türkiye’nin en önemli konularından birisidir; özellikle de yeni anayasa yapımının tartışıldığı bugünlerde. Yetki genişliği/yetki aktarımıyla oluşturulan siyasi ve idari özerk bölgesel yapılar söz konusu egemenliğin yanı sıra güç paylaşımı gibi konular bu kapsam çerçevesinde değerlendirilir. Bu bağlamdaki tartışmalar, günümüz üniter ulus-devlet örgütlenmenin bulunduğu coğrafyalardaki tarihsel ve siyasal geleneğin mevcut sosyo-politik izlerini taşır. Kürtlerin içinde bulunduğu mevcut durumu ve olası gelişmeleri anlamada söz konusu bu sosyo-politik geleneği ve tarihsel süreci dikkate almaları gerekir.

Yeni anayasa yapımına ilişkin tartışmalar yeniden hız kazanmaya başladı. Bu nedenle idari, mali ve siyasi adem-i merkeziyetçilik uygulamalarına ilişkin konuların da Kürtler açısından gündeme getirilmesi son derece anlamlı olacaktır. Tartışmaların Türkiye’de “demokratikleşme” ve bu bağlamda “Kürt sorunu”nu anlama çabalarına önemli bir katkı sunacağı şüphesizdir. Tartışmaların bu paralelde gelişmesi Türkler ve Kürtler açısından son derece önemlidir. Uluslararası gelişmeler göz önüne alındığında adem-i merkeziyet uygulamasının Türkiye gibi ulusa dayalı üniter devlet ve merkeziyetçi yönetimler açısından tartışılması ve buna uygun anayasal düzenlemeler yapılması Kürtler açısından da rasyonel bir yaklaşım olur. Devlet merkeziyetçiliği hiyerarşisi gibi sert ve katı politikaların yürütüldüğü bu durumda özerk ya da yarı özerk, siyasi veya idari adem-i merkeziyet vurgusunun öne çıkarılması ve “Kürt sorunu”nun ele alınmasına yönelik kısmi bir reçete olarak sunulması anlamlı olacaktır.

Kamu hizmetlerinin tek bir merkezden yürütülmesi veya bu merkez hiyerarşisine bağlı organlar tarafından yürütülmesi anlamına gelen merkeziyetçiliğin, milliyetçiliğin yükselmesiyle, özellikle de on dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren etkili olduğu görülür. Cumuhuriyetin ilanıyla beraber Kürtler gibi diğer ulusların tasfiyesi merkeziyetçi ulus-devletin temel paradigmasını oluşturur.

Bugünlerde yeniden gündeme gelen merkeziyet ve adem-i merkeziyet tartışmalarında konunun nirengi noktasını adem-i merkeziyetin keyfiyeti oluşturmaktadır. Zira idari anlamda adem-i merkeziyetin kabulü konusunda gösterilen kısmi iyimserlik ve revisyonit yaklaşım ile ucu federalizme çıkan ve üniter ulus-devlet yapısına aykırı kabul edilen siyasi düzeyde adem-merkeziyet tezi aynı iyimserlik çerçevesinde kabul edilmemektedir. Ancak buna rağmen siyasi, idari ve yanı sıra mali adem-i merkeziyetçi tartışmaların siyasi ve sosyolojik gerçekliğinin olduğu ve bu hususta büyük bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Nalbant’a göre özerklik kavramı günümüzde devletin ulus altı bir topluluğa, kendi organlarıyla kendi işlerini yönetme yetkisinin tanınmasıdır. Eğer bu yetki sadece idari bir alanla sınırlı ise bu durumda idari özerklikten, yok eğer bu yetki siyasal alana da girmekteyse siyasal özerklikten bahsedilebilir (Atilla Nalbant, Üniter Devlet Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye, On İki Levha yay. s 47). Nalbant, federatif özerkliğin siyasi ve idari özerklikten çok daha gelişkin olduğunu ayrıca belirtir.

Adem-i merkeziyetçiliği teşvik eden böylesi bir düzenleme Kürt meselesini anlamaya ve çözümün hangi konuda tartışılmasına katkıda bulunacaktır. Bir diğer ifadeyle Kürtler üzerlerinden baskıların kaldırılması ve bölgelerinde idari-siyasi anlamda kendini yönetiyor olmaları veya ulusal bir hak olarak kendi kamusal alanlarını inşa etmesi “katılımcı demokrasi” çabalarına önemli bir ivme kazandıracaktır.

Kürtlerin kollektif hak ve siyasal bir statü talebinin öne çıkarılması aynı zamanda Türkiye siyasetini yanı sıra Türkiye toplumunu Kürtlerle ilişkisinde yeni dönemi zorunlu hale getirecektir. Bu bakımdan Kürtler adem-i merkeziyetçiliğin vaat ettiği sonuca yani mali, idari ve siyasi yetkilendirilme stratejisini özcü ve istisnasız bir tutarlılıkla gündeme getirerek sıkılaştırmalılar. En yaygın anlamıyla bu ısrar, Kürt siyasetine ve Kürt siyasal kesimlerine önemli fırsatlar sunmuş olacaktır. Ayrıca bu politik iklim Kürt kamuoyunun kendini dönüştürmesine, ulusal ve yerel yarar elde etmesine, yeni stratejiler kazanmasına, yönetim krizinin aşılmasına ve her şeyden önemlisi kolonyal baskılanmaya karşı elini güçlendirecektir.

Kendini yönetememe krizi olarak öne çıkan “Kürt sorunu”nun günümüzde de güncelliğini koruyan adem-i merkeziyet üzerinden ele alınması zorunludur. Çünkü Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Kürtlerin üniter ulus-devlet bünyesinde nasıl tutulacağı hususunda ileri sürülen tezlerin tartışmaları bugüne değin devam etmektedir. İmparatorluk döneminin geride kaldığı ve yerine inşa edilen ulus devletin merkezileştirerek hakim kimlik olarak konumlandırdığı egemen Türklük tanımı diğer ulusal kimlikleri eritmek ve yok etmek üzerineydi. Osmanlının heterojen yapısının aksine Türklük homojen bir kimliğin iktidar gücünü simgeliyordu. Üniter ulus devlet özelinde Kürtler yeni bir temsil sorunu ile karşı karşıya kalarak tektipleştirici politikaların öne çıkan mağdurları haline gelmiş oldular. Bir ulusun sahip olabileceği temel hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılan Kürtlerin taleplerine duyulan ihtiyaç bugünlerde etkisini daha zorunlu bir şekilde hissettirmektedir.

Osmanlı’dan devralınan ve cumhuriyet ile birlikte güçlenen merkeziyetçi ve üniter yapının inşasına yönelik sosyo-politik uygulamalar, Kürdistan coğrafyasında olumsuz birçok uygulamayı da beraberinde getirdi. Bir diğer ifadeyle üniter devlet, bir yandan merkeziyetçi ve üniter yapıyı güçlendirirken öte yandan Kürdistan’da özerk siyasi yapılara son vererek Kürtleri uzun erimli bir çözümsüzlükle karşı karşıya bıraktı.

Üzerinde hassasiyetle durulması gereken adem-i merkeziyet temelli günümüz tecrübelerden yararlanarak kısmi bir çözüm yolu bulmaktır. Söz konusu engeller ve berberinde imkânlar değerlendirildiğinde, adem-i merkeziyet konusunda birkaç seçeneğin öne çıktığı söylenebilir. Coğrafi temelli siyasi bir adem-i merkeziyet seçeneğinin Kürt meselesine yönelik tartışmaya değer, akılcı bir potansiyel taşıdığı söylenebilir. Anayasanın yanı sıra “kamu idaresinin modernizasyonu” veya rasyonalize edilmesi konunun tartışılmasında önemli bir yer tutar. Kürtler gibi anayasal hiçbir hakka ve statüye sahip olmayan ve hatta hukuken alt-kimlik bile kabul edilmeyen bir ulusun siyasi yerinden yönetim konusunda istikrarlı bir adım atması yüzyılı aşan sorunun aşılmasında kalıcı bir adım olur. Bir başka ifadeyle meseleyi tarihsel bir bağlama oturtarak analiz etmek, farklı zaman ve mekânlarda ortaya çıkan deneyimleri ele almak çözüme ilişkin kolaylaştırıcı bir imkân sunar.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.