29.11.2023
Konumuz ne “Nasyonal Sosyalizm” ne Heidegger ne de “Führer”i selamlamak. Ancak Heidegger’in 1930’lu yıllarda nasyonal sosyalizme yöneldiği ve bu yönelimin basit bir ilişki süreciyle sınırlı olmadığı gerçeği reddedilemez bir olgudur. Dolayısıyla bu tanımlama diyalektiği üzerinden serimlenen konuların Kürt okumuşların devlet ve kurucu irade/kimlik ile taşıyıcı ilişkisini de yakından ilgilendirdiğini belirtmek gerekir.
Cumhuriyetin ilk yüzyılı ve Türkiye’de cumhuriyet konulu tartışmaların akademik çevrelerde dolaşımı, merak edilen ve konuşulan bir konu olduğunu gözler önüne seriyor. Bu merakın tarihçesinin ya da girift ilişkisinin son yıllarda felsefe çalışmaları dâhil pek çok çalışmanın da odak noktası haline geldiğini söylemek yanlış olmaz. Tartışmaların bir diğer önemli yanı ise Kürt okumuşların cumhuriyetin kurucu bürokrasisine kılavuzluk yapmalarıdır. Söz konusu bu ilişki spekülasyona veya pasif taşıyıcı olmaya dayalı bir iddia olmanın çok daha ötesinde “ev kölesi”ni andırır tonalitede bir gerçekliği içinde barındırmaktadır. Kürt hafızasının “ev kölesi” olarak kodlanışı cumhuriyet tarihinde “efendi-köle” diyalektiği”ne imgesel bir örnek teşkil eder. Trajik bu ilişkinin egemenlik normuna indirgenişi Türklük ile Kürtlük arasındaki bağın tekinsizliğini gösterir.
Kürtlerin cumhuriyet ve onu inşa eden kurucu iradeden beklediği yeni yollar açılması ve kendi uluslarının kaderine yönelik siyasal ve hatta anayasal bir açılım yapılmasına ilişkin bir beklentiydi. Ancak Godot’yu çağrıştıran bu bekleyiş hiçbir şekilde gerçekleşemez. Bir diğer ifadeyle Kürt politikacılar, din âlimleri ve bürokratlar Platon’un resmettiği mağara benzetmesindeki gibi dışarıda bulunan bir hakikat olduğunu ve bu hakikatin ise kurucu iradenin hâkimiyetinde gerçekleşebileceğine dair bir inanca sahipti. Böylelikle Kürtlerin bu dönemdeki düşüncesi yeni bir kavşağa gelir ve hiçbir mülahazaya gerek kalmadan Kürtler yetkilendirme fikri üzerinden cumhuriyetin sınırlarına dayanan bir seçim yapmak zorunda bırakılırlar.
Ortak kimlik olarak “Osmanlı Müslümanlığı” fikrini üzerinden atamayan Kürtler, bu kez de cumhuriyetin öne çıkardığı Türklük kimliği üzerinden cumhuriyet ile ilişkilenmenin yollarını aramaya koyulurlar. Kürtleri çeken siyaset miydi bilenemez ancak yaratıcı güçlerin, Kürtlerin çok daha fevkinde ulusal kimliği merkezileştiren bir anlayışla strateji izliyor olmaları bir sonraki adıma işaret ediyordu.
Cumhuriyetin entelijansiyasını oluşturan sadece Türkler değildi tabii ki. Örneğin Arnavutlar ve Kürtler gibi Türk olmayan diğer uluslardan aydınların da yer aldığı bir topluluk niteliği taşımaktaydı. “Osmanlı Müslümanlığı”nda gerçekleştirilemeyen ortak toplum (ümmet) anlayışı bu kez bütün ulusları/milletleri kapsayan ve doğrudan halkı temsilen öne çıkarılan cumhuriyet kavramı çerçevesinde oluşturulmaya çalışılıyordu.
Kürt entelijansiyasını da etkileyen cumhuriyet fikri veya siyasi sempati belki çoklu/çoğulcu bir toplum meydana getirecek tarihsel bir dönüşüm olacağı umudu veriyordu. Bu dönemde Kürt entelijansiya, cumhuriyetin yaratıcı güçlerini her şeyden önce steril olarak görmekte ve hakim paradigmayı sahih aynı şekilde steril bir heyecanlılıkla destekliyordu. Hâkim siyaset hakkında hiçbir şeyin bilinmemesine ilişkin tarihi yorumun gerçeklik taşımadığını belirtmekte yarar var. O yıllarda olan biten her şey bizatihi Kürtlerin desteğiyle gerçekleşiyor ve tufanın işaretleri açık seçik görülüyordu. “Padişahım çok yaşa” sloganında olduğu gibi Kürtlere nasıl yansıdığı unutulmayan “Altı Ok” konusunda da Kürt okumuşların hiç de masum olmadıkları söylenebilir.
O yıllarda cumhuriyet entelijansiyası ile yakından ilişkili Kürtler her şeyin değiştiğinin farkındadır. Osmanlı sonrası köktenci değişimden, çoğulculuk ve cumhurun yönetiminden bahseden entelijansiya ile NSDAP’a destek veren ünlü Alman filozof Heidegger’ arasındaki benzerlik dikkate değer doğrusu. Hermann Mörchen, 1931/32 Heidegger ziyareti sırasında onun NSDAP’yi savunmasına oldukça şaşırır ve NSDAP’ı Weimar cumhuriyetinin karmaşası içinde düzenleyici/kurtarıcı bir güç ve hepsinden önemli Komünist devrim tehlikesine karşı bir kale olarak görüyordu. Heidegger, Mörchen’e “işte kaba bir oduna kaba bir balta lazım” ifadelerini kullanmaktan çekinmez. “Cogito, sayı: 64, s. 186-187)
Cumhuriyeti, ulusları/milletleri içine alan bir devrim olarak gören Kürtler, farkında oldukları tüm tehlikelere rağmen onu destekler ve coşkuyla karşılar. Kuşkusuz Kürtler benzer durumu 1979 İslam Devrimi ve yıllar sonra da Kemalizm’i tahtından eden İslamcı partilerin iktidarıyla bir kaç kez daha yaşar. Zira gerek Türklüğün hâkimiyetindeki Kemalizm gerek din merkezli İslamcılığın köktenci girişimi sadece toplumsal ve yönetime dayalı bir değişim değil, aynı zamanda Kürtleri geri dönülemez bir kaosa sürükleyen politik bir zihniyetin yeniden inşasıdır. Kürt ulusuna ödetilen bedeller bitmek bilmeyen bir sömürge durumuna neden olur. İmparatorluk döneminde başlamış, cumhuriyet dönemiyle devam etmiş Kürt raporları kolonyal bu döneme ait devletin Kürt hafızasını çok açık ve seçik bir şekilde yansıtır. Örneğin cumhuriyetin ilanı olan 1923, Kürtleri tüm devlet kademelerinden arındırmayı amaçlayan komisyonların kurulduğu bir dönemi de kapsar.
Dikkate değer ve hep üzerinden düşünülen şey ise buna karşı Kürtlerin toplumsal bütünlüğünü sağlayacak bir ulusal siyaset geliştiremez olduğudur. Siyaset geliştirmek bir yana, söz konusu kurucu iradeye destek komitelerinin kurulması da durumun bir başka vehametini gösterir. Bu durumda Kürtler sadece cumhuriyete inanmakla kalmamış, onu kuran entelijansiyaya inanmıştır da. Cumhuriyetin ve onun doktrinini oluşturan çoklu yönetim ya da yerinden yönetim gibi modellerin büyüyebileceğine ve cumhuriyetin demokratik yollara yönlendirilebileceğine, böylece her şeyin bir yenilenme ve toparlanma zemininde gerçekleşeceğine inanç güçlü bir bağlılık yapıyordu. Bunun sebepleri nelerdi? Bu duruma yöneltilecek en doğru şey sadece bu soru. Geç olsa da soruya bugüne değin makûl bir yanıt bulunamadı. İmparatorluk nasıl kurtulmalı? Sorusuna yanıt olarak ağır bedeller ödeyen Kürtler, din nasıl kurtarılır? sorusuna da yanıt olarak ağır bedeller ödemekten başka bir sonuca ulaşamadılar.
Kürtler için gerçekliğin çözülme zamanı yavaş yavaş yaklaştıkça Alman filozofun deyimiyle “yeni bir gerçekliğin eşiğindeyiz” sözüne inanan Kürt entelijansiyasındaki gelişmeler de aynı şekilde çözülmeye doğru gidiyordu. Türklüğün egemenliği güçlenirken Kürtler bir kenara itilmekle kalmıyor, aynı zamanda varlıkları Türklüğe bir tehdit olarak düşünülüyordu. Kürtlerin cumhuriyet ile ilişkisi kendini siyasi gerçekliğin dehlizlerine bırakır. Ancak bir farkla: Kürtler için gerçeklik, bir parça gerçekleşmiş gibi görünür. Kürtler ve cumhuriyet ilişkisinin Gordion düğümü de burada çözülür. İmparatorluğu birleştirmeyi gerçekleştirmek için Kürtler kendi geleceklerini hiçe sayarken, aynı şeyi bu kez cumhuriyetin bekası için yapmaktaydılar.
Kürtlerin dolaylı veya dolaysız cumhuriyet ve kurucu irade ile ilişkileri birçok bağlam üzerinden tartışılabilir olsa da konuyu aydınlatabilmek açısından önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bu dönemde çok sayıda ideoloji ve dünya görüşünün olması Kürtlerde parçalanmalar ve çözülmeler yaratmış olabilir, ancak öngörülen sorunların başında Kürt milliyetçiliğine ilginin zayıflığı gösterilebilir.
Cumhuriyeti siyasal bir devrim olarak algılayan Kürt entelijansiya, bunu mağaradan çıkış olarak yorumlar. Bunu böyle yorumlayan sadece Kürtler değil, Osmanlı bakiyesi tüm uluslardır. 1921 anayasasında yer alan “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir” ifadesinin pozitif mesajı Kürtler gibi diğer ulusları da etkilemekteydi. Burada herhangi bir baskı söz konusu değildir. Kürtler, cumhuriyetin politikalarını henüz başarılı görmektedir. Kürt okumuşlara göre gerçekliğin tarihsel anı artık gelmiştir. Tarihin hayallerine kapılmışlık ve ardından yaşanan hayal kırıklığı siyasi olarak yanılmışlığı gün yüzüne çıkarır olsa da Kürtler bu durumu kabul etmekten çok uzak tarihin tekerrürlüğüne bırakılmışlık içerisinde benzer onlarca hayal kırıklığı yaşamaktan da geri durmazlar.
Peki, Kürt entelijansiya cumhuriyetin kuruluşunda ne görmüştü? Alman filozof Hegel ve ünlü şair Hölderlin’in Napolyon betimlemesinde Hegel, Napolyon’u dünya tini olarak görürken, Hölderlin ise onu tanrıların ve Mesih’in de davetli olduğu bir şölenin prensi olarak gördüğü söylenir (Cogito, sayı: 64, s. 189). Kürtlerin de cumhuriyet ve kurucu iradesi için aynı şeyleri düşündüğü söylenebilir.
Kısa bir alıntıyla konuya açıklık getirdiğimizde 1933’te rektörlük konuşaması yapan Heidegger’in söylediklerini hatırlamakta fayda var. “Heidegger dizinin dibinde söylediklerini dinleyen öğrencilere ve parti kadrolarına, profesörlere, hayranlarına, bakanlık memurlarına ve müdürlere, sanki varolanın üstün gücü ortasındaki Dasein’ın en büyük tehlikede olduğu bölgeye çıkan metafiziksel bir akıncı birliğine aitmişler gibi hitap eder. Heidegger’in kendisi de akıncı birliğinin önderidir” (Cogito, sayı: 64, s. 191)
3 Kasım 1933’te Alman öğrencilerine seslenen Heidegger, metnini şu cümlelerle bitirir: “Varlığınızın kuralları öğretiler ve fikirler değildir. Bugünkü ve gelecekteki Alman gerçekliği ve onun kanunu sadece ve tek başına Führer’in kendisidir” (Cogito, sayı: 64, s. 189).
Cumhuriyetçilerin iktidarı tek başına ele geçirmesiyle olanlar Türk entelijansiyası için bambaşka bir devrimdi, haliyle siyasetten çok daha fazlasıydı. Türklük sadece bir ulusun kimliği değil, aynı zamanda kurulan devletin de kurucu egemen kimliğiydi. Zira Türk entelijansiyası için olan biten siyasetin fevkinde bir şeydi; “Türk tarihinin yeni bir edimi”, bir dönemin yıkılışı yeni bir dönemin başlangıcı ve bir ulusun kaderinin vücuda gelmiş haliydi.
Dün olduğu gibi günümüzde de Türk aydınlar için önemli olan Osmanlı bakiyesi uluslara dayalı çoğulcu/çoklu veya plüral bir siyasal yönetim değil, katı bir ırk ayrımı, toprağın Türkleştirilerilmesi ve Türklüğün hâkimiyetinde bir ulus devletin kaderidir. Monarşinin kaldırılıp cumhuriyetin kurulması sonrası entelijansiyada yaşanan heyecan Kürtler gibi diğer uluslara tedib ve tenkil olarak yansır. Bugün cumhuriyetin 100. yüzyılı kutlamaları dünden bugüne nasıl bir cumhuriyet fikrini son derecek açık bir şekilde göstermektedir.
Heidegger “1 Mayıs “Millet cemaatinin ulusal kutlama gününden” kısa bir süre sonra meydan okuyan bir tavırla NSDAP’ye katılır. Katılım tarihini taktik açıdan parti makamlarıyla kararlaştırmıştır. Öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin 1 Mayıs kutlamalarına katılmalarını bir celp emri üslubuyla talep eder” (Cogito, sayı: 64, S.190, 2010).
Kürtlerin politik ve epistemolojik düşün dünyasına sirayet etmiş ve bir kavramsallaştırma olarak karşımıza çıkan ve aynı zamanda gerilimli kesişim noktasını oluşturan bu durum, teolojik ve seküler referanslarla etki alanına nüfuz etmeyi sürdürmektedir. Öyle görünüyor ki Kürtler, cumhuriyet ve İslamcılık ile kurduğu “akıncı birliği” fantazisini sürdürmede kararlı bir politika izliyor. Ders çıkarılır mı bilenmez ama Kürtler yok edilme tehlikesine karşı ulusal bir politika geliştirmeyip söz konusu güçlerin sınır bekçiliği muhafızlığını sürdürmede kararlı görünüyor.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.