İrfan Burulday: Devletin İdeolojik Aygıtı: İslamcılık

27.10.2023

Cumhuriyet ne kadar bozuksa, Yasalar daha da fazla öyle olur. Tacitus

(Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Giovanni Sartori, Sentez Yay. s. 364)

İlk soru tabii ki şu olacak: İslamcılıktan ne anlamak gerek? Daha önce biraz da gelişigüzel biçimde teoloji-politik olarak adlandırılan konuyu önemli bulduğum bir diğer konuyla, yani İslamcılığın temel biyo-politik iktidar mekanizmalarını işlerliğe sokabilmek adına yürütülen uygulamalar çerçevesinde bir politikaya, politik stratejiye, genel bir iktidar stratejisine dahil olmasını sağlayan araçların bütününün incelenmesi gerektiğiyle ele alamaya çalışalım.

Başka türlü söylersek, İslamcılığın 19. yüzyıldan itibaren inşa ettiği toplum üzerinden işleyen ve onu kontrol altına alan bir iktidar veya devlet teşkil etmek istediği yönündeki temel olguyu hesaba katarak irdelemek gerekir. Esasında burada dikkat edilmesi gereken husus, iktidar inşasında İslamcılığın diğer iktidar mekanizmaları  gibi devletin ideolojik aygıtlarından birini oluşturuyor olmasıdır.  Bu konuda İslamcılığın, iktidarlar açısından oldukça önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Bahsedildiği gibi, iktidar salt bir yapının ürünü değil, varlığını ötekini “domine ederek kurabilen bir inşaanın öznesidir.” Ayrıca İslamcılık, iktidar ilişkiler ağı içerisinde güçlü bir dinamizme sahip olmakla beraber, toplum üzerinde tahakküm kurabilen ve bu tahakkümün özgürlük karşıtı baskın bir totalitarizme dönüşümünü sağlayan yegane iktidar aygıtıdır.

İlk gösterge, bir iktidar aracı olarak öne çıkan İslamcılığın düne nazaran bugün daha bir hırsla iktidarı ve yönetmeyi talep eden siyasal bir ideolojiye dönüştüğü çok açık. Ancak bu konuda İslamcılığın devlet ile organik bütünleşmesini sağlayan politik tözü üstlenen ulusal kimliğin önemli bir rolünün olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. İktidar bir usuller bütünü olsa da iktidar mekanizmalarının çözümlenmesinde İslamcılık kendinde politik bir güç olarak değil,  bir tür iktidar aracı olarak düşünülebilir.

Daha basitçe söylersek, İslamcılık siyasal sistemi merkeze alan, onu dönüştüren anlamda hakikatin bir politikası kimliğiyle tarihsel bir rol oynamaz,  aksine iktidarı amaçlayan politik, ulusal veya ulusçu bir töze aracılık eden ve hatta onu sırtlayan ikincil bir kimlik taşımaktadır. Elbette bu, İslamcılık ile iktidar ilişkilerinin çözümlenmesi anlamında önemlilik göstermektedir.

Öyle geliyor ki bu ilişki, teorik bir söylem içinde var olmayıp sağlamlılığını kaybederek teatralleşen ve içi boşalan bir yöne akıyor. O yüzden açıkça söylemek gerekirse devlet denen siyasal gücün organik-ideolojik parçası haline gelen İslamcılık,

 iktidarı amaçlayan siyasal gücün ya da milli ve ulusal kimliğin ardından milliyetçiliği de içine alan ikincil bir temel esası oluşturur.

İslamcılık içerisinde her zaman güçlü bir ulusalcılık/milliyetçik var oldu. İslamcılık neredeyse hiçbir zaman milletler/uluslar ya da Müslümanlar arasında özgürlük, eşitlik paylaşımı gözeten toplumsal bir modele dönüşmedi ve hakîm ulusal kimliği kurucu paradigmaya dönüştüren egemenlik iddiasının vazgeçilmezi olarak hep kullanıldı. Bu anlamda İslamcılık hakîm iktidarlar ve ulusçu politik hareketler açısından her zaman önemliydi, ancak çarpıcı olan İslamcılığın ulusçuluk ile bağ kurması dinin bir parçası olarak kabul edilmesiydi. Seküler ya da İslamcı ulusçuluğun milliyetçilik vurgusu ise maslahat icabı ihtiyaca binaen belirli aralıklarla hep dile getirildi. O halde İslamcılık arakik bir ilke, bilgi biçimi, inanç, ahlaki erdem, kural ya da teorem olarak değil, iktidarı amaçlayan siyasetin periferisinde veya yedeğinde bir politik motto olarak yer edinir.

Siyasetin İslamcılık ile ilişkisi bundan ibaret ve bundan öteye gitmez; döngüsel bu ilişki tek taraflı bir ilişkidir ve belirleyici olan ise hiyerarşik yapıyı tayin eden politik etkileşimden başka bir şey olarak dikkate alınmaz. Siyasetin İslamcılık ile olan ilişkisine yönelttiğimiz sorunun, İslamcılığın asıl şekliyle politik tasarımla çeliştiğine ilişkin durumu göz ardı edilemez.

Görmüş olduğumuz gibi, İslamcılığın siyasal düzlemde bir iktidar argümanı olarak merkezi bir yer teşkil etmesi meselenin üzerine biraz daha gitmek ve şu ana kadar ulaşmış olduğumuz temel sonuçların bazılarına geri dönülmesini zorunlu kılmaktadır. Antropolojik olarak siyasetin İslam/İslamcılık ile ilişkisi belirtmiş olduğumuz iktidar ilişkisine işaret eder, zira böylesi bir bakış açısı İslamcılığın tinsel geçekliğini zorunlu olarak kendi doğal otonomisinden yoksun bırakacaktır.

Siyaset ve İslamcılık arasındaki bu yapay bağıntıyı öne sürerek din-siyaset ilişkisiyle eşitlemek doğru olmaz, nitekim söz konusu iki durum büyük bir ölçüde birbirinden tamamen farklıdır. Bu koşullarda İslamcılık, siyasetin biyo-iktidar bir aracı olmanın ötesine gitmez. Kelimenin tam anlamıyla siyasal iktidarlar paradoksal bir biçimde birleştirilen (İslamcılık-siyaset) iki terimi bir bütün şeklinde kullanmakadır. Yani siyasi otoritenin İslamcılık/İslam ile ilişkisi bir nevi kutsallaştırılma işlevi görmektedir.

Din-siyaset, siyaset-din ayrılmazlığı tezi ontolojik hafızanın insanların zihninde bütünüyle siyasi eylem ile birlikte anılmasından ileri gelmektedir. Günümüzde siyasi/politik olan, teolojik bir görüntü altında kendini savunmakta ve rolünü bütünüyle bu minvalde icra etmektedir. Hâl böyle olunca siyasal bir ideolojiye evrilen İslamcılık geleneğinde siyaset, pragmatik bir anlam ve içerik kazanmış olmakta ve yapısal anlamda iktidarın kökenini zayıflatan değil onunla özdeşleşen hatta onu otoriterleştiren bir araca dönüşmektedir. Bu da geleneksel dini zayıflatarak politik/siyasal teoloji geleneğinin şekillenmesine neden olmuştur. Haliyle din ile dünya arasındaki kopmazlık düşüncesi, din ile siyasal iktidar/otorite arasındaki kopmazlığa evrilir.

İslamcılığın siyasal bir ideolojiye evrilmesiyle ortaya çıkan bu durum kendi teoloji-politik iktidarını yaratmakla kalmaz, iktidarı temsilen öne çıkan temel yönetici kültünü de yaratmış olur. Bu bağlamda “din temeldir, sultan koruyucudur”tezi, sultan/yönetici veya devlet temeldir, din koruyucudur denklemine evrilir. Yani devlet, iktidar ya da siyasi otoriteye itaat kült bir geleneğe dönüşerek “kuru üzüm” ile  “zenci-siyahi” dikotomisiyle soft bir hal almış olur.

 Dahası İslamcılığın hem düşünsel ve ideolojik açıdan ulus ve ulusun egemenliğini merkeze alan devlet/iktidar ethosuna bağlı olması hem de bu ethosun siyasi ve toplumsal dizaynında yer alması onu siyasal bir  ideoloji olmaya daha da yakınlaştırmaktadır. Bu yakınlaşma alanlarından en önemlilerinden biri, İslamcılığın parti, devlet/otorite kimliği üzerinden yürütülmesidir.

Dolayısıyla İslamcılığın ideolojik bir düşünceye evrilmesi doğrudan iktidar pratikleri üzerinden yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Bu süreçte gözden kaçırılmayan olgu İslamcılığın muhafazakâr veya muhafazakârlaşması yerini millileşme ve ulusçuluğa bırakmış olmasıdır.  

Yeni nesil İslamcıların bu konudaki hamaseti dikkate değer doğrusu. Çünkü bu dönem bir yandan İslamcılığın, ulusal politik söylemler üzerinden kendini yeniden inşa etmesi, diğer taraftan İslamcılığın iktidar pratikleriyle ilişkilendirilmesi bir dizi sorgulamayı da berberinde getirmiş bulunmaktadır. Özcesi; Türkçülük üzerinden yükselen ulusçuluk, yerini İslamcılık üzerinden yükselen ulusçuluğa bırakarak kendine özgü bir zihniyet kalıbı oluşturmuş oldu. 

Bu sorgulama veya analiz, İslamcılığın ulus ile ilişkisini yeniden ele almayı gerekli kılmaktadır. Zira gelinen noktada İslamcılık, “kusursuz nesil” tarihselliğinin çok daha fevkinde kusursuz ulus fikrine evrilmiş bulunmaktadır, dolayısıyla İslamcılık bir inanç olmanın çok daha ötesinde ulus merkezli bir ideolojik düşünceye dönüşmektedir denilebilir. Bu anlamda teorik açıdan İslamcılar yerellik, gelenek ve millileşme gibi tarihe serpilmiş klasik kavramları yanı sıra modern/modernleşme ve modernite gibi kavramları da ulus/millet bağlamında ele almaktalar. Günümüzde İslamcılığı, devlet ve milletin tezhürü olarak tanımlayan İslamcılar, İslamcılık ile devlet ve iktidar arasında ideolojik bir bağ kurmaktadırlar, dahası İslamcılık ulusçuluk düşüncesinin taşıyıcısı olarak ele alınır ve Devlet ile bir siyasal ideoloji olarak İslamcılık arasında teolojik bir bağ oluşturulur. Bu aynı zamanda “Türk ulusçuluğun”, “Osmanlı İslamcılığı”nın arkaik düşüncesini oluşturmaktadır.  

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir yorum: “İrfan Burulday: Devletin İdeolojik Aygıtı: İslamcılık

  1. İrfan Hocam yazınıza bir zemin teşkil edecek ülke/ ülkeler olsaydı. Bir de (şahsi fikrim) İslamcılık, iktidar, milliyetçilik-ulusçuluk ve At Atatürkçülük sentezini 15 Temmuz’la bağlantılı olarak yazsanız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.