İrfan Burulday: “Koruyan” ve “Kollayan” Olarak Din, Devlet ve Siyaset

27.05.2024

“Bir ulusa dinini terk ettirebilmenin tek yöntemi onu boyunduruk altına almaktır.” Bir ulus açısından meşruiyet,  siyasal ve toplumsal düzenin sağlanmasıyla gerçekleşir. Günümüzde bu düzeni sağlayacak aygıt ulus merkezli devlettir. Devlet ise “siyasi olan”ın üstünde bir karar verme yetkisine sahiptir.  Bir ulusun politik, ekonomik ve kültürel alanlarda meşruiyetine son vermek, onun self-determinasyon hakkını yok saymaktır. Bu bakımdan devletler, ulusların siyasal ve anayasal düzeninin yansıtıldığı kurumlardır.

Siyasetin başat problemi meşruiyetin kaynağıdır. İnsani bir etkinlik kabul edilen siyasi meşruiyetin kaynağı kutsala değil, insani eylemlere dayandırılır. Öyleyse siyasi meşruiyetin kaynağı veya karar merkezi de bu güçtür. Siyaset, karar verme etkinliğidir.

Modern devlette egemenlik meşruiyetini halktan alan devlete özgüdür ve bu yüzden Ortaçağ ve günümüz teokratik rejimlerde olduğu gibi egemenlik Tanrı ve onu temsil yetkisine sahip olduğunu iddia eden iktidar, kilise, ruhban ve din adamlarına ait değildir. Haliyle iktidarın kaynağı ilahi değil beşeridir. Bir başka ifadeyle, modern devletlerde meşruiyet mekanizmaları ilahi olanı değil toplumsal ve siyasi olanı temsil eder. Devletin dini veya ilahi bir figür olarak merkeze konulması, otoriter-totaliter rejimler için bir güç odağı yaratılmasına yol açar. Güçlü devlet teorisi merkezli bu düşünce devletin ilahiliğinin pekiştirilmesi ve siyaset sahnesine ilahi olanın temsilci olarak pazarlanmasını sağlamaktadır. Bir başka ifadeyle “din devleti” teorisi ile otoritenin öne çıkarılması ontolojik anlamda siyasal bir mit oluşturmayı amaçlamaktadır. “Koruyan” ve “kollayan” veya “koruyorum öyleyse emrederim” formülasyonu diyalektiğinde olduğu gibi.

Devlet bir düzen kurma aracı olmakla beraber meşru güç kullanma tekeline sahip politik bir aktördür.  Bilhassa devlet tüm politik ve ahlaki olanın kaynağını kendinde bulur. Böylelikle ilahi olan ile siyasi olan arasına keskin bir ayrıma giderek etiği ontolojiden bağımsızlaştırmış olur. Meseleye özellikle modernite açısından bakıldığında problemin neşet ettiği kaynağın ne olduğu anlaşılmış olur. Ulus devletin politik egemenliği sadece iç politikada değil aynı zamanda dış politik alanda da onu siyasi bir aktör kılar. Bu durumda devlet, düzeni korumakla birlikte emretme yetkisini de içeren bir kurum olarak kayda geçer. Zira devletin işlevi bir değerler hiyerarşisi sunmak değil topluma varoluşsal bir gerçeklik kazandırmaktır. Bununla birlikte, adaletsizliğin yerine adaleti, tahakküm ve şiddet yerine özgürlüğü, eşitsizliğin yerine ise eşitlikçi bir düşünce kurmaktır. 

Bir bakıma bir siyasal paradigma olarak devlet varlığın tezahürleriyle çatışmaz, mevcudun hakikatiyle örtüşen bir kurumsal kimlik sergiler. Ancak gerek seküler anlamda modern gerekse de varlığını ilahi olan ile özdeşleştirilen klasik devlet kuramı günümüzde birçok sıkıntılara gebedir denilebilir. Diğer bir ifadeyle, hâli hazırda insan eylemlerini belirleyip onu yönetmeyi amaçlayan bu tip siyasi yönetimlerde totaliterlik kaçınılmaz olur.

Devlet ve ilahi olanın özdeşleştirilmesi demek, siyasetin kutsallaştırıldığı anlamına gelir. Çünkü devletin dayandığı temel ilahi/kutsal olunca, bir bakıma siyasi olan ile bağlantılı her şeyin de ilahi olduğu sonucunu doğurur. Her nasıl ifade edilirse edilsin, dinin siyaset ile özdeş kılınması onun politik çarkın içine mahkûm edilmesi demektir. Devletin ilahi olan üzerinden şekillenerek totaliter bir hüviyete bürünmesi günümüz dünyasında birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Yukarıda zımnen ifade edildiği gibi, siyaset ilahi olanı değil beşeri/insani olanı içerir ve buna ilişkin politik kararlar da insanın yapıp ettikleriyle ilişkilidir. Dahası siyasi olan konusunda belirleyici olan ve onu tayin edici varlık insandır. Siyasetin kutsal kabul edilen herhangi bir norm-yasa ile kayda alınması ise bizatihi siyasetin kendisini mutlaklaştırır, tartışılmaz kılar ve lehte-aleyhte her türlü eleştiriye kapatır. Ancak politik düşüncenin köklerinde, bir yandan çatışmacı ve gücü ele geçirmeye yönelik bir durum ön plana çıkarken, öte yandan da onun tinsel/ilahi bir varlık olarak tezahür etmesi siyasi olanın kartezyenci yönünü gösterir. Diğer bir deyişle, siyasetin öznesi insan olduğuna göre karar mercii de yine insan ve eylemleridir.

Siyaset insanların icrasıyla gerçekleşir ve insan yeni etkinlikler geliştirebilmeye muktedir bir varlıktır. Eylemde bulunmak insanın ayırt edici ve farklı bir özelliğidir. Devlet ve siyasetin tıpkı Ortaçağ’da olduğu gibi mutlak bir ilahi gücün yansıması olarak tasavvur edilmesi insanı kendi öznelliğinden mahrum bırakır. Böylelikle insan karşı konulamaz bir tahakkümle karşı karşıya kalmış olur.

Siyasi İlahiyat kitabında Carl Schmitt, modern devlet teorisi kavramlarının sekülerleştirilmiş teolojik kavramlar olduğunu iddia eder. Buna göre egemenlik kavramı da söz konusu olduğunda durum tam da buna karşılık gelir. Her şeye muktedir kanun yapıcı, mutlak güç sahibi Tanrı’nın dünyevi bir versiyonudur. Bu anlamda Schmitt,   “Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır. Sadece tarihsel gelişimleri dolayısıyla değil, çünkü bu kavramlar ilahiyattan devlet kuramına aktarılmışlardır, örneğin her şeye kadir Tanrı, her şeye kadir kanun koyucuya dönüşmüştür. Bu kavramların sosyolojik yönden incelenmesi için anlaşılması gereken sistematik yapıları dolayısıyla da dünyevileştirilmişlerdir.” (Carl Schmitt, Siyasi ilahiyat,  çev. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi Yay. s. 41)

İlahiyat kavramlarının bu şekilde kullanılması günümüz politiğinde hukuki kavramaların ve onların sosyolojik yapılarının anlaşılmasında önemli bir yer tutar. Kadiri mutlak kavramında Tanrı, insanların politik ve toplumsal hayatlarını düzenler, uymaları ve uymamaları gereken emirler, yasalar ve kanunlar tayin eder. Tanrı bütün alanı ihtiva eder ve emirleri zorunlu olarak itaate dayanır. Tanrı mutlak kanun/yasa koyucudur ve meşruiyetini kendisi dışında kimseden almaz. İtaat etmeyenlere karşı cezai müeyyideler koyan Tanrı, insana karşı bir dizi yaptırım uygular.

Modern siyasal ideolojilerde İlahi olanı taklit eden toplumlarda siyaset kutsal ile özdeşleştirilerek kendisine manevi bir paye biçer. Buna göre anayasal bazı temel prensipler, tanrısal yargılar içerir ve “değiştirilmesi teklif bile edilemez” niteliklere sahiptir. Politik dünyaya aktarılan bu yargılar sözünü ettiğimiz gibi üstü örtülü de olsa manevi bir koruma/korunma işlevine sahiptir. Özünde aynı role sahip bu nitelikler kavramsal farklılığın ötesine gitmez. Çünkü değişmez tanrısal hükümlerin taklidi modern devletlerin hukuken arzuladıkları mitolojik bir idealdi. Buna göre modern hukuk teolojiden kopmaz, onu taklit eder. Siyasetin onto-teolojik stratejisi ise otoriteyi ilahiyatın desteğiyle kendi hükmü altına almaya çalışarak gücünü pekiştirmektir.

Dinin devletin yanında olması vurgusunun öne çıkarılması sivil dinin politik dine evrilmesi sonucunu doğurur ve bu durumda devlet ve benzeri yönetim güçlerinin arkasına saklanabileceği mutlakiyetçi bir egemenlik ortaya çıkmış olur. Haliyle doğayı aşan Tanrı gibi, toplumu aşan aşkın ve mutlakiyetçi/egemenlikçi bir devlet fikri kaçınılmaz olur. Seküler siyasetin teolojik temellerinin de böyle bir sürece ilişkin olduğunu da belirtmekte fayda var. Dinin siyasetin teolojik temellerine atfı ise dinin ideolojik kullanımına işaret eder. Yani, bu bir yönüyle de dinin araçsallaştırılması olarak ifade edilebilir.

Devlet ve siyasal ideolojilerin temelde din ve bu minvalde ilahi olana özgü kavramlardan yararlanması da bunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle günümüzde dinileşme ile sekülerleşme (teoloji-politik/politik-teoloji) iki farklı kavram olarak öne çıksa da “dini olan”ın seküler olanı, seküler olanın ise “teolojikleştirilme” içerdiği söylenebilir. Cumhuriyete dayalı devlet idealinin sekülerliği ve İslamiliği tartışmaları konunun anlaşılması için yeterli olacaktır. Zira İslam dünyasında sekülerleşme özünde İslamileşmeden kopuk bir politika izlemez, aksine teolojiyi de içeren bir yol izleyerek özcülük yapar.  Bu nedenle İslam dünyasında, temelinde din olmayan siyasetin toplumda karşılık bulması imkânsız görünür. Diğer bir deyişle, bu toplumlarda sivil din siyasal din ile çatışmaz, aksine onun besleyen bir politika izleyerek somut bir karşıtlık sergilemez. Başka türlü söylersek; din, devlet, iktidar ve siyasal ideolojiler için gerekli bir kurumdur.

Modern yelpazede yer almasına rağmen sekülerlik, İslamcılığın siyasal versiyonudur ifadesi yerinde olur. Bu bağlamda hak, güç, iktidar ve egemenliğin topluma özgü olması bu gerçeği değiştirmez. Bu nedenle İslam dünyasında dindarlık gibi sekülerlik de totaliter bir siyasi hareketi ya da ideolojiyi kamusallaştırarak kutsallaştırır ve onu kutsal bir şiddet aracı olarak görerek kendi bünyesine dâhil etmeyi ister.

İktidar inşasında dinin diğer iktidar mekanizmaları gibi devletin ideolojik aygıtlarından birini oluşturuyor olması düşündürücüdür.  Bu konuda dinin, siyaset açısından oldukça önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Ayrıca siyaset ile din, ilişkiler ağı içerisinde güçlü bir dinamizme sahip olmakla beraber, toplum üzerinde tahakküm kurabilen ve bu tahakkümün özgürlük karşıtı baskın bir totalitarizme dönüşümünü sağlayan yegane iktidar aracıdır.

Siyasetin din ile ilişkisi bundan ibaret ve bundan öteye gitmez. bu ilişki tek taraflı bir ilişkidir ve belirleyici olan ise hiyerarşik yapıyı tayin eden politik etkileşimden başka bir şey olarak dikkate alınmaz.

Din-siyaset, siyaset-din ayrılmazlığı tezi ontolojik hafızanın dini,  siyasi eylem ile birlikte anılmasından ileri gelmektedir. Günümüzde politik olan, teolojik bir görüntü altında kendini savunmakta ve rolünü bütünüyle bu minvalde icra etmektedir. Hâl böyle olunca, siyasetin temellükünde din pragmatik bir anlam ve içerik kazanmış olmakta ve yapısal anlamda iktidarın kökenini zayıflatan değil onunla özdeşleşen, besleyen hatta onu otoriterleştiren bir araca dönüşmektedir. Bu da geleneksel dini zayıflatarak siyasal teoloji geleneğinin şekillenmesine neden olmuştur. Haliyle din ile dünya arasındaki kopmazlık düşüncesi, din ile siyasal otorite arasındaki kopmazlığa evrilmiş oldu.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.