Kadir Canatan: Politik Kültürler ve Krizlerle Baş Etme Politikası

30.11.2021

Bir ülkenin krizlerle mücadele etme politikası, o ülkenin genel politik kültüründen soyutlanamaz. Politik kültür bir ülkedeki örgüt ve kurumlardan çok bunların içeriğini dolduran değer ve normlar skalasından ibarettir. Bu açıdan bakılınca kıta Avrupa’sının politik kültürü ile Anglo-Amerikan politik kültürü birbirinden farklıdır. Kıta Avrupası’nda farklılaşmış bir politik yapı ve buna eşlik eden alt kültürler bulunurken, Anglo-Amerikan politik kültürü daha homojen ve seküler bir yapıya sahiptir. Avrupa’da her siyasi partinin farklı ilke ve değerleri bulunurken, Amerika’da tüm partiler özgürlük, refah ve güvenlik temalarına vurgu yaparlar. İkincisi için öngörülen “piyasa modeli”ne uygun işleyiş birincisinde fazla geçerli değildir.

Avrupa ülkeleri içinde tarihte “Lage landen” olarak bilinen Hollanda, Belçika ve Lüksemburg kıta Avrupa kültürü ile Anglo-Amerikan kültürü arasında bir yerde durmaktadır. Ama şu da bir gerçek ki, giderek Anglo-Amerikan kültürüne doğru evrilmektedir. Toplumsal olarak bloklaşmış (verzuilde samenleving) bu ülkeler, altmışlı yılların sonuyla yetmişli yılların başından itibaren yeni bir eksene girmiş ve bloklaşmış toplum çözülmeye (ontzuild) başlamıştır. Başka bir anlatımla protestan, liberal, Katolik ve sosyalist bloklar sarsılmış ve yerine iç içe geçmiş seküler ve homojen bir kültür geçmeye başlamıştır. Siyasette “ilke” partilerinin yerine “çıkar” ve “fayda”yı esas alan partiler oluşmuştur. Hatta son yıllarda tüm partilerde popülizm doğrultusunda bir savrulma söz konusudur.

Hollanda, an itibariyle üç krizle baş etmeye çalışmaktadır. “Korona krizi”, “hükümet krizi” derken bir de buna bu sene “konut krizi” eklenmiştir. Koronayla mücadele konusunda başında liberal ve yumuşak bir politika uygulayan Hollanda bugünlerde sert önlemler düşünmeye başlamış ve birden ülke sokak gösterileriyle sarsılmıştır. “2 G” planı olarak anılan plan daha devreye girmeden, aşıya karşı çıkan ya da aşı yaptırmamış bireyler meydanlara çıktılar ve polisle çatışmaya girme pahasına sert bir tepki gösterdiler. Bu tepkiden korkan mevcut hükümet sert önlemleri bir tarafa bırakıp maske, 1,5 metre sosyal mesafe ve akşamları işyeri ve dükkânları kapatma kararıyla yetindi. Bu arada okulları kapatma planından vazgeçildi ve sadece ilkokul son sınıflarda çocuklara maske kararı çıktı. Uygulanma şansı pek olmayan ziyaretleşmelerde de ailelere pcr testi önerildi.

Hüküm krizi sürüyor. Bu sene 17 Martta açıklanan seçim sonuçlarından bu yana görüşmeler hala bir sonuç vermedi. Bugüne kadar defalarca raporlar hazırlandı ve olası koalisyon modelleri tartışıldı. En son yapılan bir öneride liberal parti VVD, liberal sol parti D’66, Hristiyan demokrat parti CDA ve Hristiyan Birliği CU olmak üzere, tüm bu partilerden oluşan bir koalisyon imkânı tartışılmaktadır. En uzun süren kabine oluşturma maratonunda en fazla tartışma yaratan konuların başında göç, mültecilik, iklim ve çevre sorunları geliyor. Hollanda uzlaşım politikasıyla ün yapmış bir ülke olup hükümet kurma çalışmalarında hiç acele etmiyor, ülkenin en önemli sorunları uzun uzadıya konuşuluyor ve uzlaşma imkânları araştırılıyor. Bu süreçte sadece hüküm kurma çalışmasını yürüten kişi değil, aynı zamanda onun görevlendirdiği uzman kişiler veya politikacılar da görüşmeler yapıyor ve raporlar hazırlıyorlar.

Konut krizi öteden beri var olan ama tolere edilen bir şeydi. Bu sene konut krizi doruk noktasına ulaşmıştır. Konut kıtlığından ve pahalılıktan dolayı, geçmişte olduğu gibi işgallerin olmasından korkuluyor. Geçen haftaki yazımda bu sorunun bazı boyutlarına değinmiştim. Bu arada öğrendiğim yeni bir sorun da, inşaat sektöründe çalışacak eleman kıtlığının olmasıymış. Ülkede büyük bir işsizlik yaşanırken inşaat sektöründe de çalışacak eleman bulunamıyormuş. Modern toplumun yaşadığı dilemmalardan birisi de budur. İstihdam ve işçi var ama bu ikisi piyasada buluşamıyor. Buna literatürde “friksiyon işsizliği” deniliyor.

Peki, Hollanda politik kültürü krizlerle baş etmede ne kadar etkilidir?

Hollanda’nın yakın tarihinde çok önemli krizler ve sorunlar çıkmış ama her defasında bu krizler aşılmıştır. Hollandalı siyaset bilimci Lijphart önemli bir çalışmasında şu soruyu soruyor: Oldukça farklılaşmış ve bloklaşmış bir toplum ve siyasete rağmen Hollanda nasıl istikrarlı bir ülke olmuştur? Lijphart bu soruya paradoksal bir cevap vermektedir. Bilakis bloklaşmış toplum ve siyaset sorunları çözmede ve istikrarı sağlamada etkin bir mekanizmaya sahiptir. Tabandaki kutuplaşma ve uçurumlara rağmen tepede politik elitler bir araya gelip çözümler bulmuşlar ve bunları da kendi tabanlarına anlatabilmişlerdir. Yetmişli yıllara kadar bloklaşmış toplum ve siyaset elitist yapısı nedeniyle krizleri çözmede yeterli ve etkin olmuştur. Ne var ki yetmişli yıllardan itibaren bloklaşmış sosyal yapı ve siyasetin çözülmesiyle (ontzuiling) Hollanda yeni bir tecrübe yaşamaya başlamıştır. Bu tecrübede kitle hesaba katıldığı gibi uzlaşımlar da önemli bir rol oynuyor. Yanlış koalisyonlar tabanda büyük yankılar yapıyor ve bir sonraki seçimlerde ciddi kaymalar yaşanıyor. Şu an Hollanda’da popülizm ve popülist partiler önemli bir ağırlık oluşturuyor.

Hızla kıta Avrupası’nın politik kültüründen Anglo-Amerikan politik kültürüne doğru kayma yaşayan Hollanda krizleri çözmede zorlanıyor. Bloklaşmış siyaset kültürü işlemediği gibi uzlaşmaya dayalı siyaset kültürü de etkili olmuyor. Hollanda’nın önümüzdeki süreçte toplumsal sorunları çözmek için daha yaratıcı olması gerekiyor!  

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir