01.06.2021
Batı dünyasında din olgusunu teorik ve entelektüel açıdan ele aldıktan sonra bu kez sosyolojik bir gerçeklik olarak din üzerinde durmak istiyoruz. Batı’da din nerededir? İnsanlar Tanrı ve din hakkında ne düşünmektedir? Geleneksel teistik inançlardan ne kadar sapma söz konusudur? Bu ve buna benzer sorulara bir cevap vermeye çalışacağız.
Başlarken şunu ifade edelim: Sekülerleşme teorisinin iddia ettiği gibi Batı dünyasında din ne zayıflıyor ne de ortadan kalkıyor. Bu teoriye alternatif olarak ileri sürülen “soyut din” teorisi bize daha sıcak geliyor. “Sıcak” gelmesinin sebebi, din olgusunu değişen ve başkalaşan boyutlarıyla daha iyi ortaya koymasındandır. Modern topluma geçiş sürecinde geleneksel yapıların çözülmesiyle, toplumsal yapı ve ilişkiler değiştiği gibi, bu yapı ve ilişkilere eşlik eden din, kültür ve hukuk gibi olgular da değişmiştir. Bir başka şekilde söylersek, toplumsal enerji ortadan kalkmamıştır, sadece başka biçimler almıştır.
Peki, geleneksel din nasıl bir biçime dönüştü?
Bu noktada söylenecek en önemli söz herhalde şudur: “Kurumsal din” zayıflamış ve bunun yerine “sivil din” geçmiştir. Sekülerleşme teorisyenlerini yanıltan nokta da budur. Onlar kurumsal dinin zayıflamasını, dinin toplumsal hayattan çekilmesi olarak görmüşlerdir. Kiliseye üyelik ve Pazar ayinlerine katılımdaki düşüşleri, sekülerleşme lehine gelişmeler olarak kaydetmişlerdir. Oysa burada bir kayıp ve yok oluş söz konusu değildir, bir değişme yaşanmaktadır.
Kilise-dışı din (ya da Hristiyanlık), yeni bir olgudur ve sosyolojinin görevi kurumsal dindeki gelişmeleri belirledikten sonra, toplumdaki yeni eğilimleri ortaya çıkartmak olmalıdır. Bu noktada yeni bir merak ve araştırma süreci başlaması gerekirken, sekülerleşme teorisyenleri kolaya kaçıp modern toplumda dinin marjinalleştiği fikrini ortaya atıp geriye çekilmişlerdir.
Sekülerleşme teorisyenlerinin kurumsal din konusundaki saptamaları doğrudur. Batı dünyasında kilise üyelikleri ve kilise ayinlerine katılımda pek çok ülkede ciddi düşüşler olmuştur. Hatta şunu iddia edebiliriz: Kurumsal din azınlık konumuna düşmüştür. Daha da önemlisi, Kilisenin yüzyıllarca öğrettiği geleneksel inançlarda da zayıflama ve hatta kopmalar olmuştur. Batı dünyasında şu tür cümle kuran insanlara rastlayabilirsiniz: “Katoliğim ama cennet-cehenneme inanmıyorum.” Ya da “Protestan olarak yetiştim ama mucizelere inanmam.”
Kiliseye ve kilisenin öğrettiği konvansiyonel inançlara “veda” edenler, dinden tamamen kopup ateist mi oluyorlar? Yoksa teistik olmayan bir takım inançlara mı yöneliyorlar?
Dünya Değerler Araştırması’nın son yıllarda ortaya koyduğu bulgulara göre dünyada insanların yüzde 28’i “DİN benim için hiç/pek önemli değildir” derken, yüzde 18’i de “TANRI benim için hiç/pek önemli değildir” demektedir. Bununla birlikte bu böyle düşünen insanların hepsinin ateist olduğu anlamına gelmiyor. Aynı araştırmaya göre dünyada kendini ateist olarak tanımlayan insanların oranı sadece yüzde 9 civarındadır. Doğal olarak ülkeden ülkeye bu oranlar değişmektedir.
Din ve Tanrı, modern dünyada insan hayatında hala önemli olmakla birlikte, geleneksel Tanrı tasavvurundan (teizm) giderek başka tasavvurlara doğru bir kayma gözlemlenmektedir. Bilindiği üzere teizm, Tanrı’yı sadece yaratıcı olarak kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda Tanrı’nın dünyada ve evrende tasarruf yaptığını da ileri sürer. O’nun peygamber ve kitap göndermesi, peygamberler eliyle mucizeler sergilemesi yönlendirme ve rehberliğinin devamını gösterir.
Bu inanca alternatif yaklaşımlar olarak deizm, agnostisizm, panteizm ve ateizm modern eğilimler olarak karşımıza çıkmaktadır:
Deistler, Tanrı’nın varlığına inanırlar, ancak O’nun dünya ile ilişkisi olmadığını savunurlar.
Agnostikler, Tanrı’nın varlığı kadar yokluğunun da bilinemeyeceğini ileri sürerler.
Panteistler, Tanrı’yı bir kişi olarak değil, evrenin ruhu olarak görürler.
Ateistler ise, Tanrı’nın olmama ihtimalinin, olma ihtimalinden daha büyük olduğunu ileri sürerler.
Agnostikler ile ateistler arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Agnostikler genel olarak Tanrı fikriyle mücadele etmezler, bu fikre ulaşmanın zorluğunu gündeme getirirler. Oysa ateistler Tanrı fikriyle aktif bir şekilde mücadele etmek gerektiğine inanırlar. Çünkü teizmi ve deizmi, yani Tanrı’ya inancı boş ve hurafe bir inanç olarak görürler. Tanrı fikrinin kaynağı konusunda kendine özgü açıklamalar yaparlar. Sözgelimi Tanrı ve din fikrini, egemen sınıfların alt sınıfları ezmek ve sömürmek üzere kullandıkları bir araç olarak tanımlarlar. Ne var ki bu tanımlamayla Tanrı ve dinin ne olduğunu anlatmaktan ziyade, neye yaradığını (işlevini) ortaya koymaya çalışırlar.
Dünyada yapılan araştırmalar, özellikle deizmin önemli bir trend haline geldiğini göstermektedir. 2018 yılında Amerika’da Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırmada “Tanrı’ya inanıyor musunuz?” sorusuna Amerikalı yetişkinlerin yüzde 80’i “evet” demekle birlikte, bunların 56’sı “İncil’de yazılı şekliyle Tanrı’ya inanıyorum” diyor. Tanrı’ya inananlar içinde yüzde 23’ü ise, üstün ve manevi bir güce inandıklarını belirtiyor. Tanrı’ya hiç inanmadıklarını söyleyen yüzde 19’un içinde yüzde 9 üstün ve manevi bir güce inandıklarını ifade ediyorlar. Şu halde şahıs olarak Tanrı’ya inanmayan ama üstün ve manevi bir güce inananların oranı yüzde 33’e ulaşmaktadır.
Hollanda’da muhafazakâr bir gazetenin (TROUW) yaptığı bir araştırmaya göre halkın yüzde 40’ı “bir üstün güç var ama tam olarak tanımlayamıyoruz” diyor. Bu kesim, bu üstün gücü “Tanrı” olarak tanımlamaktan kaçınıyor. Bu olguyu “Birşeycilik” (‘ietsisme’) olarak adlandıran gazete, bunu kişi olarak Tanrı fikrinden kesin bir sapma olarak değerlendiriyor.
Biri Amerika diğeri bir Avrupa ülkesinde yapılan bu iki araştırma Batı toplumunda en az her üç kişiden birinin deist olduğunu gösteriyor. İnsanlar, artık tarif edemedikleri ve adını “Tanrı” olarak da ifade etmedikleri bir güce inanıyorlar. Bu tenzih fikrinin uç bir noktası olarak görülebilir.
Deizmin trend haline gelmesi, daha önce ifade ettiğimiz “soyut din” teorisiyle örtüşmektedir. Bu teoriyi ileri süren Peter Berger, Thomas Luckmann ve Anton Zijderveld gibi sosyologlar dinin modern/postmodern toplumlarda gizli ve soyut bir kılığa dönüştüğünü söylüyorlar ve “soyut” ya da “gizli din” kavramını “kurumsal din” kavramının karşısına koyuyorlar. Onlara göre din zayıflamıyor ya da ortadan kalkmıyor, sadece farklı biçimlere girerek varlığını sürdürüyor.
Peki, soyut dinin ritüelleri var mı? İnsanlar dinlerini nasıl pratize ediyorlar?
Din sosyoloğu Emile Durkheim din kavramını “inançlar” ve “ritüeller” olarak iki alt kavramla ifade etmiştir. Bu açıdan bakılınca, soyut dinin “inançları” var, ama “ritüelleri” yok. Ama bu dini inancın hayatlarına hiç etki etmediği anlamına gelmiyor. Sözgelimi bir deist “Kiliseye gitmek” yerine “Hastaneye gidip hasta ziyareti yapmayı” daha anlamlı buluyor. Ya da “Kiliseye yardım etmek” yerine, bir yardım kuruluşuna para göndermeyi ve yoksullara yardım etmeyi daha insani görüyor.
Sonuç olarak Batı dünyasında din varolmaya devam ediyor, ancak varlığını kurumsal olmayan biçimlerde sürdürüyor. Ölçülmesi ve araştırılması zor olan bu soyut din, din sosyologlarına ve araştırmacılarına da sorun çıkarıyor!
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.